“Hukuk çatlatan” uygulamalar!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, bugün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade verecek.

Cuma akşam üzeri ifadeye çağrılmasını nasıl yorumlamalıyız, bilemiyorum.

Savcı, “adam koca kentin belediye başkanı, işi gücü yoğun, mesai saatinden sonra gelsin” diye mi düşündü?

Yoksa “cuma akşamı çağırır, hafta sonu boyunca içerde tutarız, hem onun hem de peşine takılacakların aklı başına gelir” diye mi düşündü?

Merakımızı giderebilmemiz için akşama kadar bekleyeceğiz artık.

Ancak son günlerdeki savcılık ve sulh hukuk hakimliklerinin “hukuk çatlatan” uygulamalarına bakacak olursak “kıllanmak” için yeterli gerekçem olduğu da görülecektir.

İmamoğlu, savcıya iki ayrı suçlama nedeniyle ifade verecek.

İmamoğlu için birinci soruşturma “dokunan yanar bilirkişi S.B.” ile ilgili.

CHP’li belediyeler ile ilgili suçlamalarda İstanbul’da binlerce bilirkişi varken neden hep aynı insanın bilirkişi tayin edildiğini merak etmiş.

Savcılık “yargı görevini yapanı etkilemeye çalışmak” suçlaması yöneltiliyor.

İktidar mensuplarının yargılanan gazeteciler için söylemeyi çok sevdikleri gibi ifade edecek olursam “bilirkişiler suç işleme özgürlüğüne sahip değil.”

Bilirkişiler, Türk Ceza Kanunu uygulaması bakımından kamu görevlisi sayılıyorlar.

Ama sadece görevleri ve görev yaptıkları süreyle sınırlı olarak.

Görevini düzgün yapmayan kamu görevlilerini eleştirmek nasıl bir hak ise bilirkişiyi de görevinin gereklerini doğru yerine getirmemekle eleştirmek bir hak.

AİHM ve AYM kararları, kamu görevlerine yönelik eleştirilerin, ağır eleştiri sınırını geçebileceğini, hatta toplumu şoke edebilecek nitelikte olabileceğini bile kayda alıyor.

Savcılığın iddiasına göre bilirkişi “yargı görevi yapıyor!”

Hayır, bu yanlış bilgi.

Yargı görevi yapanlar, yargıçlardır. Bilirkişiler değil.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre, bilirkişiler, bırakın yargı görevi yapmayı hukuki konularda görüş bile bildiremezler. Onlardan beklenen uzmanlık konularında teknik bilgi vermeleridir, o kadar!

Hukuki değerlendirme yapmak yargıcın görev alanındadır, bilirkişiler o alana tecavüz edemez.

O alana tecavüz ederler ve yargıç da buna göz yumarsa o karar zaten bozulur, geri gelir, yargılama bir kez daha yapılır.

Bilirkişiler için sahip olmadıkları bir koruma zırhı vehmetmek Türk adliyesine yakışıyor mu?

İkinci soruşturma Başsavcı için söylediği sözler nedeniyle “tehdit ve terörle mücadelede görev olan kişileri hedef gösterme” suçlaması.

Savcının adı soyadı filan herkes tarafından biliniyor. İnternete girin, savcının adını yazın 524 bin sonuç çıkıyor. “İstanbul Başsavcısı kimdir” sorusunun Google’da 2 milyon 950 bin adet yanıtı var!

Herkesin bildiği bir insanın adını tekrarlamak, nasıl hedef göstermek olabilir ki?

Başsavcının adını bu şekilde anan MHP’li ya da Ülkü Ocaklı olsaydı, savcının ödünün kopması normal karşılanabilirdi.

Sadece Sinan Ateş cinayeti bile yeteri kadar fikir veriyor.

Ama İmamoğlu’nun içinden geldiği, temsil ettiği siyasi çizginin böyle bir sabıkası yok.

Bütün bunlara bakınca anlaşılıyor ki amaç zaten hukuk filan değil.

Ekrem İmamoğlu’nun başına bir çorap örülecek ama nasıl öreceklerine henüz karar verememiş görünüyorlar.

İster misiniz İmamoğlu’nu da Gezi davasından içeri atsınlar.

Aslı Börek’ten iki tepsi su böreği alıp, “Gezicilere” dağıttırarak, eylemcilerin polisle mücadelede enerji kazanmalarına hizmet etme yoluyla hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği için!

* * *

Hepimiz eşitiz bazılarımız daha da eşit!

Mahkemenin trafikte kendisini durduran polise hakaret eden Zeynep Gül Yılmaz hakkındaki haberlere erişim engeli kararını kolayca alabilmesinin bir tek nedeni olmalı: AKP’li eski bir milletvekili olması. AKP’li bir politikacı olmasaydı mahkeme bu kararı vermeyecekti

Eski AKP Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz’ın trafikte kendisini durduran görevli polise “Ekibe tükürürüm ya. Böyle terbiyesizlik mi olur? Ne zaman Erdemli’ye gelsem bu pislikle uğraşıyorum. Bana adını verir misin? Şerefsiz” demesiyle ilgili haberlere erişim engeli getirildi.

Bununla ilgili olarak 402 haber yayınlanmış, artık o haberlere ulaşılamayacak.

Zeynep Gül Yılmaz, bu amaçla mahkemeye başvururken konuyla ilgili haberlerin “marka ve telif haklarını ihlal eden, kişilik haklarına saldırı niteliğinde olan paylaşımlar olduğu, tanınırlığı ve bilinilirliği kullanılarak kişilik haklarının ihlal edildiğini” iddia etti.

“Telif hakkı” dediği şey her halde “şerefsiz” kelimesiyle biten söz dizisinin telif hakkı.

“Marka” dediği şey ne menem bir şeydir, anlayamadım.

Zeynep Gül Yılmaz diye bir marka mı varmış?

Mahkeme bunlara takılmamış tabii.

“Telif hakkı” ve “marka değeri” bu işin neresinde diye sormamış; başvuruyu haklı bulup, erişim yasağı kararı almış.

Erişimin engellenmesi “kişilik haklarının ihlali veya özel hayatın gizliliği” gerekçe gösterilerek talep edilebiliyor.

Bu olayda kişilik hakkı ihlal edilen bir kişi varsa o kendisine küfür edilen polis memuru olmalı.

Onun böyle bir talebi yok.

Kaldı ki polis memuru bu olaydan sonra meslekten ihraç edilmiş, 1 yıl süreyle mesleğe dönmesi engellenmiş.

Yani bir mağdur varsa o da hakarete uğrayan polis memuru.

Mahkemenin, erişim engeli kararını kolayca alabilmesinin bir tek nedeni olmalı: Yılmaz’ın AKP’li eski bir milletvekili olması.

Yılmaz AKP’li bir politikacı olmasaydı mahkeme bu kararı vermeyecekti.

Türkiye’nin giderek Orwell’in distopik Hayvanlar Çiftliği romanında sözünü ettiği türden bir ülkeye benzemesinin bir sonucu bu.

Bir tarafta bilirkişiyi eleştirdiği için olağanüstü bir hızla soruşturmaya uğrayan Ekrem İmamoğlu, öbür tarafta polise ettiği hakareti kamera kayıtlarıyla da sabit bir politikacıya “erişim engeli koruması”!

Herkesin kanunlar önünde eşit olduğu ama bazılarının daha da eşit olduğu bir düzenin fotoğrafı.