En temel kural “Yargının bağımsızlığı.”
Cumhurbaşkanı bile olsanız, yargının kararlarını etkileyemezsiniz. Bizdeki gibi Cumhurbaşkanlığının yetkilerinin her şeyi belirleyecek ölçüde keskin olduğu sistemde bile “Yargı bağımsızlığı” o yetki halkasının dışındadır.
Cumhurbaşkanının Yargı alanıyla ilişkisi “Yargının tarafsız, bağımsız işlemesini” temin noktasındadır.
Cumhurbaşkanı, Yargı’nın bu özelliğini ne kadar etkin biçimde korursa, Yargı’ya güven de o ölçüde yükselir.
Türkiye’de “Yargı’ya güven”de sorun olduğu, güvenin günden güne de aşındığı, bütün verilerin ortaya koyduğu bir gerçek.
Bu “günden güne” sürecinin 23 yıllık Ak Parti iktidarı dönemi içinde seyrettiği de bir gerçek.
Ak Parti’nin açılımı “Adalet ve Kalkınma Partisi.” Yani “Adalet”i önceleyen bir siyasi yapı. Normalde “muhafazakâr değerler” dediğimiz alanın içinde de “Adalet” belki ilk sıradaki değerler arasındadır.
Bu siyasi yapı “sistemik adaletsizlikler” içinden geçerek geldiği için adalete öncelik vermesi de siyasi varlığının gereği kabul edilebilir.
İktidar 23 yıllık süreçte, bir kısmı AB ile ilişkilerin yönlendirmesi ile adalet üzerine reform stratejileri oluşturmuş:
1’inci yargı reformu stratejisi 2009 – 2015, ikincisi 2015-2019, üçüncüsü 2019-2023, dördüncüsü, yani “Türkiye Yüzyılı” döneminin yargı reformu stratejisi 2025 – 2029’u kapsıyor. Arada da “Yargı etiği” merkezli dosyalar hazırlanmış.
Bunların hepsinin sunumunda bizzat Erdoğan bulunmuş. Yani herhalde dünyaya Türkiye adına “İyi bir yargı düzeni”ne sahip olunduğunun sunulması istenmiş.
Peki ama niye olmuyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan en son konuşmalarından birinde “Kimse yargıya parmak sallayamaz” dedi. Bunu “muhalefetin yargıya yönelik sert eleştirileri” üzerine söyledi. Doğru, kimse yargıya parmak sallayamamalı.
Ama Yargı üzerindeki en keskin etkinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olduğunu da herkes görüyor.
Bir kere sistemin tepesinde o var. Bakanların tamamı “Onun liderliğinde ve onun talimatlarıyla” hareket ediyor. Adalet Bakanı’nın bundan müstağni olduğunu düşünmek mümkün değil. Yargıyı yöneten kurumlar bu silsile içinde belirleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir siyasetçi. Yeniden yeniden seçilmek için siyasi mücadele veriyor. Rakipleri var. Rakiplerinin etkisinin arttığı, kendisinin seçilme arzusunun yıprandığı bir süreçte, rakipleriyle mücadelede Yargının etkisinden istifade etmek ister mi? Rakiplerine yönelik Yargısal aktivizm yapmak, rakipleri destekleyen iletişim kanallarına yönelik baskı uygulamak, rakibi destekleyen toplumsal alanları Yargı üzerinden baskı altına almak gibi….
-Ona tenezzül etmez, denebilir.
-Etik sorun, toplumda tepki oluşturabilir, denebilir.
-Yargının bağımsızlığı ona izin vermez, denebilir.
Türkiye örneği ve Erdoğan söz konusu olduğunda bunların her biri tartışılabilir.
Ancak bir gerçek şu ki, Türkiye’de “Yargı siyasallaşması” diye bir olgu var. Ve bu alandaki bütün tartışmalarda da Cumhurbaşkanı Erdoğan ismi üzerinde yoğunlaşılıyor.
Cumhurbaşkanlığı cenahı, belki, bunda muhalefetin “kötü propagandası”nı sorumlu tutacaktır.
Ama bir gerçek var ki, “Yargı siyasallaşması” denen sürecin bütün mağdurları muhalefet cenahından oluşuyor ve ne garip ki, orada sembol isimler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaretlediği siyasetçileri – kişileri kapsıyor.
Şu sıralar muhalefet belediyelerine yönelik Yargı aktivizmi, Erdoğan’ın siyasi literatüre soktuğu “Slkeleme” jargonundan ayrı düşünülebilir mi?
Demirtaş, Kavala, İmamoğlu…Bir yönleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset radarında “negatif unsur” haline gelip, hedefe konan isimler değil mi?
Türkiye siyaseti, güçlüye göre konumlanmış yargı mensuplarını çok görmüştür. Bir yönüyle Erdoğan, yabancı olmadığımız bir siyaset tarzı sahneye koyuyor. Onun için de yer yer baskı dönemi uygulamalarıyla birlikte anılıyor. Buna razı olana diyecek bir şey yok.
Bu yazı, “Devletin dini adalettir – Adalet mülkün temelidir” gibi ifadeleri hâlâ önemseyen, zulmün zerresine meşruiyet tanımayan ve “Bizim değerlerimiz buna izin vermiyor” gibi hassasiyeti kalanlara hitap ediyor.
Toplumun bir kesimini ikna etmek mümkün. Zulmü bile gerekçelendirme eğilimi oluşur kimi zaman… “Bana dokunmayan… Bana yarayan… Bana imkân açan…. Öfke duyduklarımı devre dışı bırakan…” gibi psikolojiler etkiler toplum katmanlarını… “Meşrulaştırmalar” adalet alanında da tırpana dönüşür.
Ben diyorum ki, şu anda Türkiye’de adalet işi iyi gitmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu işte kendisine ne kadar pay düşüyor, ona baksın diyorum. Şu an Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın etkinliğine bakıp bana “Buna nasıl cür’et edersin?” diye seslenenlere de… Güçlüye karşı hakkı söylemenin erdem olduğunu ifade etmek istiyorum. Hepsi bu kadar.