İsrail-Hamas ateşkesinin kazananı kim?

“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu/ Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu”

Mehmet Akif’in Hz. Ömer’e atfen yazdığı bu satırlar, yönetenlerin ağır sorumluluğuna işaret eder. Hz. Ömer’in, ölümünden sonra halife olarak oğlunu işaret etmesini talep edenlere karşı, “Bir evden bir kurban yeter” dediği rivayeti aynı hassasiyetin ifadesi olarak kabul edilir.

Müslüman kimliği ile siyaset yapan, yöneten konumuna erişenler açısından bu çok önemli bir kıstastır. İslamcı ideoloji mensuplarından bu tür hassasiyetler beklemek beyhude bir çabadır. Zira, İslamcılık, tarihsel toplumsal pek çok anlaşılır gerekçe ile de olsa, öncelikle iktidara talip bir modern ideolojidir. İlahi adalet öncelikli sorumluluğu kurda değil, yönetene yüklediği halde, İslamcılara göre, Müslümanların yaşadığı alanlarda yaşanan tüm sorunlardan onları yönetenler değil, kurtlar sorumludur. Tam da bu nedenle, İslamcılar, dinin temeli olan sorumlulukları ile yüzleşmekten bucak bucak kaçarlar.

İsrail-Hamas ateşkesi üzerine İslamcıların yazdıklarını okurken, bu husus bir kez daha aklıma geldi. Hamas’ın İsrail’e yaptığı 7 Ekim saldırısı sonrası, bu cenahtan öncelikle, insani boyuta ilişkin ses gelmedi. Hakkını yemeyeyim, görebildiğim kadarıyla tek ses veren Kenan Çamurcu oldu. Sivil, yaşlı, kadın, çoluk çocuk İsraillileri katleden, bir kısmını rehine olarak alan Hamas’a övgülere gölge düşmedi. Onun yerine, İsrail’in yapıp ettikleri sayılıp döküldü ki, bunlar zaten herkesin malumu. Bildiğim kadarıyla, kendini Müslüman olarak tanımlayan, kendini ahlaken diğerleri ile kıyaslamaz. Bu Müslüman kendini savunmaz demek değildir, ama Müslüman her şeyden önce inancı gereği masum katletmez.

İşin bu tarafını şimdilik uzatmayalım. Ama, malum, Hamas, Gazze’de Filistinlileri fiilen yönetme ötesinde, İslami bir temsil iddiasında olan bir örgüt. Bu örgüt, yönetimi altında yaşayanların ödeyebileceği bedeli hiç hesaplamadan, akıl almaz bir saldırı düzenledi. Sonrasında olanları biliyoruz, Netanyahu yönetimi bu olayı ganimet bildi, Hamas’ı ortadan kaldırmak adına büyük bir katliama girişti. İsrail’de, Netanyahu’nun rehinelerin canını hiçe saymak pahasına, izlediği siyasete isyan eden binlerce insan sokaklara döküldü. Buna karşılık, Netanyahu ve onun aklındakilerin önünü açan bu saldırıya karar veren Hamas yetkililerinden hesap soran olmadı. Gerçi, Gazze’de yaşayanlar arasında sormak isteyen varsa da soramazdı, zira Hamas’ın gücü İsrail’e yetmedi ama, yönetimi altında yaşayanları sindirmeye yetiyordu. Dışarıdan, ölen, perişan olan Gazzeliler adına kahramanlık türküsü söyleyen İslamcılar’a göre Hamas, sanki kutsal bir makam gibi, “ya yesul” (sorumluluk sahibi değil) kabul edildi.

Hamas’ın hangi koşullar altında ortaya çıktığını sayıp dökmenin alemi yok. Önemli olan, Filistinliler arasından içinde bulundukları hakkaniyetsizlik çemberini yaran bir siyasi anlayış çıkması idi, onun yerine öfkesi galip gelen bir anlayışla yönetilmeye mahkum kaldılar. İşin bu kısmını bir yana bırakalım dedim ama, yine de hatırlayalım, bizim inancımıza göre öfkeye yenik düşmek büyük bir gaflettir. Amellerimize mazaret bulmaya başlarsak, mükellefiyetlerimizi inkar etmiş oluruz.

Şimdi de, nasıl cereyan edeceği henüz belirsiz olan İsrail-Hamas ateşkesi, bir büyük muhasebeye vesile olması gerekirken, bakıyorum İslamcılar, tam tersine zafer ilan ediyor. “Madem iş bu noktaya gelecekti, İsrail’e güç yetmeyecekti, bunca insan neden öldü?” diye sormak yerine, Aksa Tufanlarına övgü diziliyor. Bence, her durumda, ateşkes sevindirici bir gelişme, ancak bundan galibiyet çıkarmaya çalışmak anlaşılır gibi değil. “İnsanlarımızı koruyamadık ama, yine kazanan biz olduk” safsatası, ancak Hamas’a ve genelde İslamcı örgütlere koşulsuz destek ile izah edilebilir.

“Ben İslam’ı temsil ediyorum” diyen herkese kutsal muamelesi yapmanın, itikaden karşılığı olmadığı malum, siyaseten karşılığı ise dogmatik ideolojik bağlılıktır. Müslümanları temsil adına ortaya çıkanlar bu anlayışta olduğu sürece, Müslümanların başına daha çok felaket gelecek diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Siyaseten olan şudur; Hamas’ın gayri insani ve siyaseten sorumsuz saldırısı İsrail’de Filistinlileri toptan ortadan kaldırma kafasında olanların önünü açtı. Baş edemeyeceği düşmana üç füze atmayı marifet sayan anlayış bir felaketle sonuçlandı. Dahası, katliam stratejisi bölgedeki hemen hemen tüm ABD-İsrail karşıtı hattı çökerttiği için Netanyahu kıymete bindi. Bölgede ABD’nin başını ağrıtan İran merkezli hattın çökmesi ile 45 yıllık statüko ABD-İsrail lehine değişmiş oldu.

Bu süreçte Suriye’de rejimin çökmesi, fevkalade önemli bir dönüm noktasıydı. Esad rejimini “antiemperyalist mücadelenin kalesi” olarak görenlerden biri olmadığımı bir kez daha söylemeye gerek var mı bilmiyorum, ama ben hatırlatmış olayım. Mesele, Esad rejiminin iyiliği, kötülüğü değil, jeopolitik konumu. Nitekim, rejimin düşmesinin ardından İsrail, bu ülkenin askeri yapısını çökertmeye yönelik bombardımanına hız verdi. İslamcı yeni yönetim ise, İsrail ile savaşmayacağını açıkladı. “Savaşsın” demiyorum, mevcut tabloyu görmezden gelme çabasına karşı, bu hususun altını çizmek gereği duyuyorum.

Suriye’de rejim değişikliği, Türkiye’nin önünü açmış olabilir. Türkiye’de mevcut iktidar bu alanda kazanım elde edebilir, nitekim Kürt meselesinin çözümü de bu sürecin bir halkası olarak devreye girdi. Sonuçta, siyaset bu dengeler üzerinden yürür, bu konuda yadırganacak bir şey yok. Ancak, bu sürecin aynı zamanda ABD ve İsrail’in çıkarları ile örtüştüğü gerçeğini görmezden gelmek de, iç politika manevrasından başka bir şey değildir.

Dahası, şimdilerde İslamcı çevrede devreye giren “İran düşmanlığı” da son derece manidardır. 1979’da İslam Devrimi ile ABD ittifakı dışına çıkan İran’a karşı, ABD bölgede mezhepçi anlayışı destekledi. İran ve bölgesel müttefiklerine karşı, ABD müttefikleri olan Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez rejimleri ve İslamcı hareketler arasındaki çatışma mezhep çatışması olarak takdim edilmeye başlandı. Türkiye’de İslamcılar arasında İran Devrimi sempatisine karşın, tepki başta Nurcular olmak üzere Sünni mezhepçiliğinin kaleleri olan geleneksel tarikat cemaatlerinden gelmişti.

Şimdilerde, İslamcı cenahta İran ile İsrail’i bir tutan, mezhepçi bir çıkış olması, bir kez daha ABD-Türkiye siyaset örtüşmesinin bir ifadesi. Ama bu konu uzun, upuzun bir konu, şimdilik burada bırakalım.

Not 1. “Batı İslam’ı Çok Sevmişti/Batı’nın İslam Politikaları” başlıklı kitabımda (İletişim Yayınları, 2022) bu konuya yer vermiştim. Bu kitapta, konunun Türkiye boyutunu büyük ölçüde dışarda bıraktım ve henüz kitaplaştırmadım.