Suriye’de Türkiye için fırsat kapıları da riskler de ardına kadar açık. Önceliklerin saptanmasında yanlışlar yapılırsa riskler artar.
Peki, Türkiye’nin önceliği ne? Uzunca bir zamandır öncelik Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunu engellemek olarak görünüyor. Son günlerdeki açıklamalar da bu yönde: Türkiye’nin güney sınırında PYD gibi yapıların özerk veya yarı özerk bir yönetim kurmasına izin verilmeyecek.
Esad rejimine karşı 10 yılı aşkın bir zamandır verilen mücadele ve ağır bir maliyetin ardından Suriye’de fırsat kapıları açılmışken Türkiye’nin enerjisini neredeyse tümüyle PYD’yi engellemek için harcaması stratejik bir hata olur. Devlet, PYD’yi PKK’nın bir uzantısı olarak görebilir ve etkisizleştirmek isteyebilir, ama Suriye’deki öncelikli hedefi bu mu olmalı?
Bence değil.
‘Stabilizasyon’ ve ‘restorasyon’
Türkiye öncelikle Suriye’nin ‘stabilizasyon’ ve ‘restorasyon’una odaklanmalı ve bu iki hedefe paralel bir şekilde sığınmacıların geri dönüşünü sağlamaya çalışmalı.
En başta, Suriye’nin hızla istikrara kavuşturulması gerekir. Suriye halkını adeta tüketen, göçe zorlayan, ölüme mahkum eden uzun bir iç savaşın ardından yeni bir çatışma dönemi kimseye yaramaz.
Türkiye için Suriye’de iç barışın tesisi bölgeye yönelik siyasal, diplomatik ve ekonomik projelerini uygulamak için bir ön şart. Hükümet, sadece mevcut Suriye yönetimi nezdinde değil, Suriye’deki diğer siyasal/askeri aktörler üzerinde sahip olduğu nüfuzu da ülkede herkesin, her dinsel ve etnik grubun kendini güvende hissettiği bir ortamı hazırlamak için kullanmalı. Bunun yolu toplumsal çeşitliliği yönetime yansıtmaktan geçer.
HTŞ’nin ideolojik olarak ve örgütsel yapısı itibariyle buna hiç de yakın olmadığı ortada. Bunu biliyoruz. Türkiye, HTŞ’yi zorlayacak maddi araçlara ve bağlantılara sahip. Suriye’de yönetime Nusayrileri, Kürtleri, Türkmenleri, Hıristiyanları ve Dürzileri de katacak bir yapı kurulmalı. Nusayrileri dışlayacak bir ‘Sünni devlet’ veya Kürtleri dışlayacak bir ‘Arap devleti’ Türkiye’ye ve bölgeye sorun ihraç etmeye devam eder.
Suriye’de hiçbir etnik veya dinsel grubun tehdit altında olmadığı bir rejimin kurulmasında Ankara’nın oynayacağı olumlu rol, Türkiye’nin bölgede ve dünyada saygınlığını artırır. Dahası, AKP iktidarının uluslararası meşruiyetini de Suriye üzerinden yeniden inşa etmesi mümkün hale gelir.
Stabilizasyon, 10 yılı aşkın bir süredir iç savaşın yıkımına uğrayan, maddi ve insan kaynakları yok edilen Suriye’nin yeniden inşasında da elzem. Yeniden inşa dış kaynak gerektirir. Meşru ve çoğulcu bir yönetim, her kesimin güvende olduğu bir Suriye fotoğrafı uluslararası fonların akışını hızlandıracaktır. Hem Türkiye hem Körfez ülkeleri hem diğer uluslararası aktörler Suriye’nin restorasyonuna katkı sağlayabilir. Bunun için ise önce barış, istikrar ve güvenlik şart.
Şu an itibariyle, bölge ülkeleri de Avrupa da yeni yönetimle işbirliğine istekli görünüyor. Türkiye’nin yürüteceği ‘yapıcı’ diplomasi, Rojova dahil tüm Suriye’de çatışmayı körükleyen değil, tarafları birleştiren bir politika Suriye’nin yeninden inşa sürecini başlatabilir.
Kazan-kazan mümkün
Bu neden önemli?
Önemli, çünkü, Suriye’nin topyekun restorasyonu başlamadan Türkiye’nin rejim değişikliği politikasından kaynaklanan ekonomik ve sosyal kayıplarını kısmen de olsa geri çevirmesi mümkün olmayacak. Rejim değişikliğiyle elde edilen ‘jeopolitik güç’, ancak Suriye’nin yeniden inşası sürecinde Türkiye için ekonomik ve sosyal bir kazanca dönüşecek. Suriye’nin yeniden inşası sürecinde Türkiye başat bir rol oynayacak. Hem yeni yönetim üzerindeki nüfuzu hem de lojistik yakınlığı büyük avantaj. Halep, İdlib, Hama, Humus, hatta Şam yeniden inşa edilirken, Suriye yeniden kurulurken Türkiye’nin bunu bir ‘kazan-kazan’ ilişkisine çevirmesi mümkün.
Rojava’yla kavga ederek olmaz
Bu süreçte, Türkiye için son yıllarda ağır bir ‘ekonomik yük’ ve ‘sosyal risk’ olan Suriyeli sığınmacıların önemli bir kısmının ülkelerine dönmesi sağlanabilir. Ancak istikrara kavuşmuş, yeniden inşa edilen, kısmen de olsa öngörülebilir ve ekonomik olarak büyümekte olan bir Suriye’ye geri dönüşlerin başlamasını bekleyebiliriz. Türkiye’de mevcut koşullarda güçlükle iş bulabilen, bulsa bile Türk vatandaşlarından düşük ücretle çalışmak zorunda kalan bir Suriyeli, iş imkanlarının artığı, yeni fırsatların yaratıldığı ülkesine dönmek ister. Aslında, her sığınmacı ülkesine dönmek ister. Güvende, özgür ve müreffeh olacağı umuduna bakar geri dönüş kararı. Türkiye, Suriye’de barışa, istikrara ve restorasyona yapacağı katkıyla bu umudu yaratabilir, Rojava’yla kavga ederek değil.
Ayrıca, sosyal ve siyasal olarak bir risk unsuru olarak görülen sığınmacıların Suriye’ye döndüğünde Türkiye için bir değere dönüşeceğini unutmayalım. Türkçe konuşan, Türkiye’yi bilen, burada iş yapmış ve artık ülkelerine dönmüş Suriyelilerin Türkiye ‘bağlantısı’ sürer. Türk şirketlerin Suriye’ye açılmalarında ve Türkiye ile ekonomik ve sosyal bağların güçlenmesinde ülkesine dönen Suriyeliler temel ‘taşıyıcı aktörler’ olarak, yani bir değer ve imkan olarak karşımıza çıkarlar.
Kısaca, ülkesine dönen Suriyeliler Türkiye’nin ‘yumuşak gücü,’ ekonomik ve kültürel coğrafyasının uç sınırları olur.
Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye’deki öncelikleri stabilizasyon ve restorasyon olursa sığınmacılar sorunu sönümlenir, sığınmacılara yönelik tepkiler azalır ve sayıları önemli ölçüde gerileyen Suriyeli sığınmacıların toplum tarafından kabul dinamikleri güçlenir.
Başa dönersek…
Türkiye eğer Suriye’de büyük bedeller karşılığında ürettiği enerjisini PYD ile mücadele yerine Suriye’nin istikrara kavuşmasına ve yeniden inşasına harcarsa hem ekonomik hem de toplumsal olarak rahatlar. Aksi halde PYD ile uzun bir savaş kaçınılmaz.
PKK’nın Türkiye’de en güçlü olduğu dönemde kaç silahlı militanı vardı? 10 bini aşmamıştır hiçbir zaman. Oysa, PYD’nin ABD tarafından eğitilip donatılmış 100 bine yakın silahlı gücü olduğu söyleniyor. Her durumda, Türkiye PYD güçlerini orta-uzun dönemde yenilgiye uğratabilir. Bunun için Özgür Suriye Ordusu’nu da kullanabilir. Ancak sonuçta güney sınırındaki Kürt toplumsal varlığını ortadan kaldıramaz. Bunlar ‘ortadan kaldırılacak’ bir topluluk de değil ayrıca. Çoğu Türkiye kökenli, 1925 sonrası değişik Kürt isyanlarının ardından Suriye’ye göçmüş insanlar. Türkiye Kürtlerinin yakınları, akrabaları. Bölgede yıllarca IŞİD’le savaştılar. ABD ve Batı ülkelerinin de destekleri arkalarında. Bu insanları karşısına almak Türkiye’nin diplomatik ve askeri gücünü bu soruna harcaması demek. Buna gerek var mı? Türkiye, Suriye Kürtlerinin ‘hasmı’ değil, ‘hamisi’ olmalı.
Vatandaş aklı
Metropoll, Türkiye’nin Nabzı araştırmasının aralık sayısında Türkiye’nin Suriye’yle ilgili önceliklerinin ne olması gerektiğini halka sormuş. Sonuç gerçekten çarpıcı. ‘Devlet aklı’ denen bir şey var mı hiç emin değilim, ama ‘vatandaş aklı’ denen bir şey var. Halk devletine ‘makul’u öneriyor:
Yüzde 46’sı, ‘Öncelikle sığınmacıların dönüşünü sağla’ diyor.
Yüzde 19’u da Suriye’nin yeniden inşasının Türkiye’nin öncelikli hedefi olması gerektiği görüşünde.
Sadece yüzde 9 ise öncelikle ‘Kürt devletinin kurulmasını engelle’ diyor.
Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulmasını isteyenlerin oranı da yüzde 15.
Kısaca, meseleye halkın ancak yüzde 24’ü ‘güvenlik’ penceresinden bakarken, yüzde 65’in önceliği sığınmacıların dönüşü ve ekonomi.
Devlet bildiğini mi yapacak, yoksa halkın ve aklın dediğini mi? Devletin Suriye politikası uğruna 10 yılı aşkın bir süredir ağır bedeller ödeyen halkı bu defa dinleyin. İçeride yeni bir ‘çözüm süreci’ demişken Suriye’de de barışı perçinleyecek, sığınmacıları gönderecek ve her iki ülke insanının da yüzünü güldürecek bir politika yürütün.