MHP lideri Devlet Bahçeli 2024 Ekim ayında önce DEM Parti’ye elini uzattı, ardından Abdullah Öcalan’ın TBMM’de DEM Parti Grubu’nda konuşma yapmasını önerdi ve en sonunda bir an önce DEM Partililerin İmralı’da Öcalan’la görüşmesi çağrısı yaptı. Ve dediği oldu. Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder Öcalan ile görüştüler, daha sonra yanlarına Ahmet Türk’ü de alarak siyasi partileri ziyaret ettiler.
Bahçeli’nin vesile olduğu ve benim “yeni çözüm süreci” adını verdiğim bu süreçten olumlu bir sonuç çıkacağına inanan pek yok. Bunun ilk akla gelen nedeni geçen seferki sürecin, can-ı gönülden çözüm isteyen tüm taraflarda yaratmış olduğu büyük hayal kırıklığı. “O gün olmadı, bugün hiç olmaz” diye düşünen çok. “Bugünün koşulları dünden daha elverişli” diyen az sayıda kişi de var fakat onlar da Ortadoğu’nun son dönemde yaşadığı büyük altüst oluşların; daha önemlisi bu sürede güçlenen ve güç kaybeden aktörlerin ayrı, Türkiye’nin bu sorununu çözmesini engellemek için ellerinden geleni yapacaklarını düşünüyorlar.
Çözümden korkanlar
Ama bu yazının konusu çözümü arzulayanlardan ziyade istemeyenler. Haksızlık etmeyelim içlerinden “sübjektif olarak” çözüme karşı değiller ama bunlar Türkiye’nin ağzıyla kuş tutsa bu işi çözemeyeceğine inanmış haldeler. Benim “profesyonel kötümserler” dediğim bu kişilerin dile getirdiği “objektif” nedenlerin (engellerin) herbiri ilk bakışta haklı görünebilir fakat bu ülkenin halkları isterlerse pekala bunların hepsini aşabilirler.
Çözüm istemeyenlerin içinde tabii ki açık açık “Türk ile Kürt asla kardeş olamaz, olmasınlar da zaten” diyen pek yok. Dolayısıyla alenen “çözüm filan istemiyorum” diyenlerle de çok karşılaşmıyoruz ama öyle bin dereden su götürüyorlar ki bu kişilerin çözümden epey korktukları anlaşılıyor.
“Erdoğan’ın eli güçlenir!”
Bugün iktidara muhalif olan kişilerin bir kısmı, Bahçeli’nin başlattığı açılımın olumlu anlamda sonuçlanmasının Cumhur İttifakı’nı, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok güçlendireceğini düşünüyor ve bu nedenle başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin sürece dahil olmamalarını öneriyor.
İlk bakışta doğru gibi görünüyor. Ama ortada çok ciddi bir sorun var: Eğer başta CHP olmak üzere muhalefet sürecin dışında kalır, hatta bunu engellemeye çalışır, buna rağmen süreç başarılı olursa tabii ki iktidar güçlenir. Buna karşılık başta CHP olmak üzere muhalefet bu süreç içinde yer alır, buna katkıda bulunur, hele belli noktalarda inisiyatifi ele alabilirse çözümden de ciddi oranda pay alır.
Başta CHP olmak üzere muhalefete yapılan, “nasıl olsa başarılı olmazlar” ön kabulüyle yapılan “bekleyin görün” telkinleri bu partilerin pekala aleyhine olabilir.
“Demokrasiyi sattırmayız!”
Bir diğer itiraz da “demokrasinin ıskalandığı” önermesi üzerinden ve sürece dahil olan Kürtlere hitaben yapılıyor. Malum gerek Bahçeli, gerekse Erdoğan bu yeni dönemde açıldığını söyledikleri “fırsat penceresi”nin hedefini PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakmasıyla sınırlandırıyor, herhangi bir demokratikleşme vaadinde bulunmuyolar. Zaten Kürt sorununun varlığını bile kabul etmiyorlar.
Hal böyle olunca “demokrasi olmadan Kürt sorununu nasıl çözeceksiniz?” gibi ilk bakışta haklı gibi görünen bir argüman tartışmaları domine ediyor. Örneğin Bahçeli’nin başlattığı süreç boyunca yaşanan her kayyum uygulaması bu argüman sahipleri tarafından büyük bir coşkuyla köpürtülüyor. Kimisi DEM Partililere -ve Kürtlere- “iktidar sizi satışa getiriyor” derken bazıları da “siz bizi satıyorsunuz” diyerek işi ilginç bir yere taşıyorlar.
Kim kimi satıyor?
Sahiden Kürtler muhalif Türkleri demokrasi dışındaki birtakım beklentileri uğruna satıyorlar mı? İsterseniz yakın zamandan bir örnek verelim. Selahattin Demirtaş, 3 Mayıs 2023’te şöyle bir tweet attı:
“Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı Sayın Kılıçdaroğlu, Allah yolunuzu açık etsin. Ayrışmayı bitireceğinize, toplumsal barışı sağlayacağınıza, Türkiye’yi refaha, huzura kavuşturacağınıza yürekten inanıyorum. Benim oyum sizedir, Sayın #CumhurbaşkanıKılıçdaroğlu”
Sonra ne mi oldu? Kılıçdaroğlu, Kürtlerin de ezici çoğunluğunun desteğini almasına rağmen ilk turda Erdoğan’ın gerisinde kaldı. Üstelik ikinci tur öncesinde Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile imzaladığı protokolde alenen onları sattı.
Dün aynı Demirtaş, DEM Parti heyetinin ziyaretinden sonra yaptığı yazılı açıklamada “Sayın Devlet Bahçeli” dedi diye yine birileri kendisine laf etmeye kalktı. İnsan gerçekten ne diyeceğini şaşırıyor…
Çok da uzatmak istemiyorum, ama Kürtlere ve onların siyasi temsilcilerine yönelik küçük gören, ders vermeye kalkan, aşağılayan ve hesap soran tavırlar artık bıktırdı. Neyin hesabını kimden soruyorsunuz? Kim borçlu, kim alacaklı?