Popülist bir sivil darbeye ne kadar hazırız?

2024 yılının son aylarında yayımlanan bir araştırmanın sonuçları, Türkiye’nin yarım yamalak demokrasisinin ciddi bir tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor.

Panoramatr isimli kuruluşun 7-14 Ekim 2024 tarihlerinde yaptığı araştırma, Türkiye’de vatandaşların siyaset kurumuna olan güveninin azaldığını gösteriyor.

Araştırmaya katılanların yüzde 44’ü siyasi pozisyonunu ‘merkezde’ diye tanımlıyor. Kendisini sağcı veya sağa yakın olarak konumlayanların oranı yüzde 33, solda ya da sola yakın olarak konumlayanların oranı yüzde 23.

Bu, seçimlerde de karşımıza çıkan bir tablo.

Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından önemli bulduğum sonuç, halkımızın yüzde 52’sinin siyasal kurumlara ‘hiç güven duymuyor’ olması.

‘Az güven duyuyorum’ diyenlerle birlikte bu oran yüzde 69,2’ye ulaşıyor.

İktidardaki koalisyon partilerinin seçmeni de bu kitlenin içinde.

AKP’ye oy verdiğini söyleyenlerin yüzde 45’i, MHP’ye oy verdiğini söyleyenlerin yüzde 53’ü ya hiç güven duymuyor ya da çok az güvendiğini söylüyor.

Siyaset kurumlarına ‘çok güven duyanların’ oranı ise, demokrasimizin geleceği için vahim bir oran sayılmalı: Yüzde 2. Kısmen ve genellikle güven duyduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 30,7.

Araştırmaya göre halkımızın yüzde 82,9’u politikacıların halktan daha çok kendi çıkarlarını düşündüğüne inanıyor.

İlginç olan, AKP ve MHP seçmeni de bu büyük kitle içinde. AKP seçmeninin yüzde 63,4’ü, MHP seçmeninin yüzde 58’i bu fikre katıldığını söylüyor.

Ve vahim bir başka sonuç daha:

‘Seçimleri kim kazanırsa kazansın ben ve benim gibi vatandaşlar açısından fazla bir şey değişmez’ diyenlerin oranı yüzde 61,6.

Bu fikre ‘ne katılıyorum ne katılmıyorum’ diyenler ise yüzde 4. Seçmenin sadece üçte biri bu fikre katılmıyor.

Komplo teorilerine açık bir millet olduğumuz da görülüyor: Katılımcıların yüzde 59,7’si iktidar kim olursa olsun asıl kararların küçük ve gizli bir grup tarafından alındığı kanaatine katılıyor.

Bu tablonun olağan sonucu ‘mevcut siyasi sistemi baştan aşağı değiştirip yenileyecek güçlü bir lider’ arayışı. Halkımızın yüzde 80,2’si bunu bekliyor!

‘Sistemi kökten değiştirebilecek güçlü lider özlemi’ iktidar partileri seçmeninde de var.

AKP’lilerin yüzde 65,6’sı, MHP’lilerin 74,1’i böyle bir lider bekliyor.

Cumhur İttifakı ortakları Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 7 Mayıs 2023’te yapılan Büyük İstanbul Mitingi’nde (Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar, Cumhurbaşkanlığı)

‘Gamlı Baykuş’luk yapmak istemem ama bu tablonun bana hatırlattığı şey 12 Eylül öncesi günler.

O yıllarda Ankara’da basın danışmanlığını yaptığım sendikanın toplantılarında tanık olduğuma benzer bir ümitsizlik tablosu bu.

O günlerde Türk halkının ruh durumunu bize anlatan bir araştırma elimizde yok.

Ancak siyaset kurumundan ve politikacılardan umudunu kesenlerin oranının buna yakın olduğunu, 12 Eylül’ün ardından darbecilere gösterilen teveccühe bakarak söyleyebiliriz.

Öte yandan artık 12 Eylül öncesi gibi bir askeri darbeye maruz kalmamızın objektif şartları yok diye düşünüyorum.

Böyle düşünmemi sağlayan şey sadece 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığı değil.

Kuşkusuz ki zaman içinde Türk Silahlı Kuvvetleri de değişti. Eskisi gibi kapalı değil, hükümetin kontrolüne son derece açık bir komuta yapısı var.

Ama bu bir ‘darbe tehlikesi’ altında yaşamadığımız anlamına da gelmiyor.

Zaten darbeler de her zaman askerden gelmiyor.

2024’ün son günlerinde Güney Kore’de böyle bir darbe girişimine tanıklık ettik.

Cumhurbaşkanı Yoon’un darbe girişiminin bastırılabilmesinin nedeni Güney Kore’de güçler ayrılığının, Cumhurbaşkanlığı makamının gücünü dengeleyebiliyor olmasıydı.

Parlamento, iktidar partisinin de katılımıyla darbeye direndi, sivil toplum darbecinin karşısında hep birlikte yer alabildi.

Buna karşın benzeri bir darbe Tunus’ta başarılı oldu. Zayıf demokratik kurumlar, Cumhurbaşkanı Kays Said’in darbe girişimine direnemedi.

Türkiye’de güçler ayrılığının hâli ortada.

Böyle bir şeyden söz edebilmek mümkün değil.

Cumhurbaşkanı sadece yürütmeyi değil, yasama ve yargıyı da kontrol ediyor.

İdarenin anayasal sınırlarının dışında hareket edebilmesini önleyecek kurumlar, yargı ve yasama organları doğrudan idareye bağlı.

Buna ‘güçlü bir değişim için kuvvetli bir figür bekleyen’ halkın otoriterizme olan eğilimini de ekleyelim.

Türkiye demokrasisini bekleyen darbe tehlikesi burada yatıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın çevresi ve TBMM’deki iktidar ortağı, “Erdoğan’ın güçlü liderliğinin, etrafı bin türlü düşmanla çevrilmiş bir ülkede en azından bir dönem için daha zorunlu olduğu” propagandasına gaz vermiş durumda.

Muhalefet ise halkı, ülkenin sorunlarını çözebileceğine hâlâ ikna edemedi.

Araştırmalarda giderek artan kararsızların, muhalefete yönelmiyor olmasının nedeni bu.

Ve bu tablo, Erdoğan’ın zaten çoğu hükmünü takmadığı Anayasa’nın dışına biraz daha çıkmasını teşvik eder bir görüntü veriyor.

Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Seda Demiralp, sözünü ettiğim araştırmayı değerlendirdiği makalesinde şunu söylüyor:

“Öyle görünüyor ki Türkiye’de siyasal güven krizi, yalnızca kurumlar ve siyasetçilerle sınırlı bir hayal kırıklığı değil. Bu kriz, toplumun kendi siyasi failliğine dair duyduğu derin şüpheyle birleşiyor ve radikal değişim taleplerini körüklüyor. Güçlü lider figürü etrafında şekillenen bu talepler, halkın kapalı kapılar ardındaki siyasetten duyduğu rahatsızlıkla daha da güçleniyor. Türkiye’nin ve benzer sorunlarla mücadele eden pek çok ülkenin siyasal geleceğini şekillendirecek olan, bu taleplerin nasıl karşılanacağı ve toplumun güven duygusunun nasıl yeniden inşa edileceği olacak. Popülist dalgayı tabandan besleyen bu ruh hâli, demokrasiyi savunmak isteyenlerin önündeki en zorlu meydan okumalardan biri olarak ciddiyetle ele alınmayı bekliyor.”

* Bu yazım, ocak ayında yedinci sayısı çıkan T24 Yıllık’ta yayımlandı.