Varsın adı “çözüm süreci” olmasın...

İmralı’ya giden heyet, o heyetin görüştüğü partiler ve görüşmelerin haberini yansıtan medya; yani işin içinde olan herkes meselesinin çözümü konusunda iyimser. Her açıklamada olumlu ve yapıcı ifadeler var, her mesajda büyük dikkat ve özen görülüyor. Böylesine önemli ve tarihi derinliği olan meselede iyimserlik ve yapıcı tutum ve genel ifadeyle çözümün bir parçası olmayı seçmek önemli ve gereklidir.

Buraya kadar gayet iyi…

İyi olan bir başka nokta da ezelden beri kesin ve kararlı karşıt tutum sergileyen MHP’nin bu kez öncü ve yol açısı pozisyonda bulunması. Böylelikle, muhtemel bir çözüme engel olabilecek en önemli faktörün devreden çıkık, iyimserler safına liderlik etmesidir.

Herkes ya da çoğunluk iyimser ama hala bir sıkıntı var mı? Var, iki sıkıntı var…

Birincisi… Buraya kadar, yazıda “süreç”, “çözüm süreci”, “açılım” ya da “Kürt meselesi” tabirlerini kullanmadık. Sebebi, malum sürece öncülük eden MHP’nin ve buna itiraz etmeyen iktidarın, olup bitenler için asla ve kat’a bu kavramları kullanmamalarıdır. “Süreç”, “çözüm süreci” ve sadece “süreç” gibi tanımlamaların pazarlık, müzakere ve al-ver gibi çağrışımları olduğu için bundan kaçınıyorlar. Çözüm demeyince Kürt meselesi demek de mümkün değil çünkü bu bakışa göre ortadaki Kürt değil terör meselesidir!

Yine de iyimserliği korumaya devam edelim. MHP Lideri Bahçeli’nin içinde Öcalan’a af olan bir formülü bile önerecek kadar çıtayı yükseğe koyduğu ortamda kavramlara takılmayalım.

Ancak, böylesine kanlı ve sosyal/siyasal yansımaları olan bir meselenin sadece “Sen çağrı yap, örgütün dağılsın. Biz de seni çıkaralım” demekle hallolacağını düşünmek fazla iyimserlik değilse de çok şaşırtıcı… Arka planda, kamuoyuna ve hatta partilere açıklanmayan geniş bir plan olmalı. PKK, Öcalan’dan ibaret olmadığı için muhtemelen de vardır.

Bu da bizi ikinci sıkıntıya götürüyor. İktidarın, açıkça ve özgüvenli direksiyona geçmemesine… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu anda partilerin çoğunun yürüdüğü yola girmesi ve konumu gereği sürece liderlik yapması gerekiyor. Ayrıca, illa bir pazarlık süreci olmayabilir ama mesele sadece Öcalan’ın umut hakkından ibaret olamayacağına göre, ortada nasıl bir paket olduğunun kamuoyuyla paylaşılmasının zamanı gelmiş bulunuyor. Paket yoksa ve konu sadece Bahçeli’nin formüle ettiği gibiyse bunun da teyid edilmesi şart. İnsanlar, kapalı kapılar arkasında olanları/olmayanları komplo teorileriyle tahmin edeceklerine, gerçeği tartışsınlar. Her durumda bu daha iyi bir yoldur.

Erdoğan’ı kararsız bırakan şeyin Öcalan’ın affının seçmen davranışı üzerinde doğuracağı etki oluğu da görülüyor. Oy kaybı olur mu, zaten hassa olan seçim dengesi bozulur mu? Akla gelmeyecek ve önemsenmeyecek bir soru değil ancak cin şişeden çıktığı için geri dönmenin oy maliyeti daha fazla olabilir, bunu da ıskalamamak gerekiyor. Cumhurbaşkanı’nı bekleten bir faktör de Trump’ın göreve başlayıp Suriye politikasında Türkiye’nin alacağı rolün genişleme beklentisidir. O cephede herşey yolunda gitse bile, içeride geri dönüşü engellemek zor olacaktır. Üçüncü kez başarısızlık veya geri adım yahut muğlaklık Türkiye için moral bozucu bir tablo olur. Bir daha fırsat gelmesi de yıllar alabilir.

Adı “süreç” ve “açılım” olan denemeler başarısızlıkla sonuçlandı. Varsın bu kez başka isim kullanılsın ama içinde süreç ve açılımın içerdiği unsurların bulunmadığı yeni bir girişimin nasıl sonuç alacağını ve hangi sonucu hedeflediğinin bilinmesi isabet olur. Ya da hepsinin üzerinde bir demokratikleşme perspektifi olup olmadığının… Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin devreye girmesi geciktikçe şüphe ve endişe artabilir, iyimserlik kaybolabilir.