2024 yılı dünya için seçim yılı olarak nitelendirilebilir. Dünya’nın yakından izlediği ABD’nin başkanlık seçiminden Donald Trump galip çıktı ve 20 Ocak’ta görevi devralacak. Öte yandan Avrupa Birliği’nin en önemli iki ülkesi, Almanya ve Fransa, hem siyasi hem ekonomik olarak belirsizlik içeren bir döneme girdi. Berlin’in rotası, 23 Şubat’ta yapılacak seçimle netleşecek, ancak Fransa’ya dönük net cümle kurmak zor.
İkinci Trump döneminde ABD dış politikasını, Trump’ın Suriye’deki geçiş sürecine ve Ukrayna’daki savaşa nasıl yaklaşacağını ve ABD-Türkiye ilişkilerini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Efe Tokdemir ile AB’yi bekleyen zorlukları, Trump iktidarının AB-ABD ilişkilerine etkisini ve Brüksel-Ankara hattındaki olası gelişmeleriyse Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Sinem Ünaldılar ile konuştuk.
Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Efe Tokdemir
Donald Trump, 20 Ocak’ta görevine başlayacak. Bununla beraber kabinesini şekillendirdi. Özellikle, Kanada, Panama ve Grönland konusunda ilhaka varan açıklamalar yaptı, BRICS’i para birimi konusunda tehdit etti… v.b. 2025’te Trump döneminde ABD dış politikasında nasıl bir değişim/yaklaşım göreceğiz?
Doç. Dr. Efe Tokdemir: Önümüzdeki dönemde Donald Trump liderliğindeki ABD Dış Politikasının daha çok Uzak Asya odaklı olacağı, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’ya ise biraz daha al-ver ilişkisi üzerinden yaklaşacağını görmek çok da zor değil. Kanımca Trump uluslararası ilişkiler anlamında içe kapanıklıktan ziyade tutucu-enternasyonalist olarak değerlendirilmeli.
Bu anlamda yeni dönem, ABD’nin içe dönmesinden ziyade, uluslararası anlamda daha da güçlendiği, ama bu gücü vericilikten ziyade alıcılık üzerinden tanımladığı, yani aksiyonlarının karşılığını aldığı bir dönem, sistemi korumak için fedakârlık yapmak yerine, maddi ve manevi takdir edilecek şekilde pozisyonlanması olarak tanımlanabilir. Nitekim Trump’ın son dönemdeki Panama kanalı, Grönland, ABD’nin mevcut uluslararası anlaşmalardaki yükümlülüklerinin yeniden değerlendirilmesi, BRICS’e girmeyi değerlendirilen ülkelere yaptırımları içeren açıklamaları da bu açıdan okunmalı: “Eğer ABD küresel sistemin başat gücüyse, o zaman bu liderliğin meyvelerini alması gerekir.” Bu anlamda Trump yönetiminin benimsediği dış politika söylemi “önce ABD, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülke için riskler ve fırsatlar oluşturuyor.
'TÜRKİYE GİBİ BÖLGE ÜLKELERİNİN SURİYE’DE ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMASI TRUMP'IN TERCİH EDECEĞİ POLİTİKALAR'
Ülkemizin kuzeyinde ve güneyinde iki çatışma alanı Trump’ın da “çok uzamadan ve bir şekilde” çözülmesini istediği iki bölgesel istikrarsızlık alanı. Trump ve yeni atanan kabinesinin açıklamalarını baz aldığımızda ne Ukrayna-Rusya savaşı, ne de Suriye’deki olası istikrarsızlıklar küresel barışa direkt tehditler olarak düşünülüyor, daha ziyade ABD’nin dikkatini dağıtabilecek ve bölgesel çözümlerin geliştirilmesi gereken konular olarak ele alınıyor. AB’nin ve önde gelen Avrupa ülkelerinin Rusya-Ukrayna savaşının çözümünde rol oynaması, Türkiye gibi bölge ülkelerinin Suriye’de elini taşın altına koyması aslında Trump yönetiminin tercih edeceği politikalar. NiteKim bazı duyumlara göre Trump yönetimi Rusya’nın Ukrayna savaşında da köşeye sıkışmasının yardımıyla savaşı sonlandıracak bir strateji üzerinde çalışmakta. Çözümün bir parçasının da Suriye’de gözlemlenmiş olabilir. Öyleyse, yeni Suriye, Rusya’nın etkisinin sonlandığı, İran’ın denklemden çıkarıldığı, onun yerine Türkiye ve körfez ülkelerinin etkisi altında ancak Trump yönetiminin öncelikleri düşünüldüğünde İsrail’e de tehdit oluşturmayacak bir yapı olarak tasarlanıyor olabilir. Bu anlamda Trump’ın son dönem Suriye’deki gelişmeleri biraz daha Türkiye’ye bağlaması ve Trump kabinesinin Türkiye’nin oynadığı ve ileride de oynayabileceği rolleri vurgulaması Ankara için fırsatları gösterir nitelikte. Unutmamak gerekir ki Orta Doğu’nun uluslararası politikasını Trump yönetimindeki ABD açısından prensipler ya da değerlerden ziyade, elde edilmek istenen sonuçlar motive etmekte.
‘ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE 'PRENSİPLER, UZUN VADELİ DEĞERLER VE İTTİFAKLAR' ÜZERİNDEN YÜRÜMEYECEK’
Peki Trump kurmaylarının geçmişte Türkiye özelinde yaptığı olumsuz açıklamalar ve Türkiye karşıtı net tutumunu nasıl ele almak gerekiyor?
Şüphesiz bu durum ilişkilerde risk oluşturan bir unsur. ABD-Türkiye ilişkileri görünen o ki önümüzdeki dönemde “prensipler, uzun vadeli değerler ve ittifaklar” üzerinden yürümeyecek. İki ülke çıkarlarını uyuşturabildiği sürece belki bir önceki yönetimde tecrübe edildiğinden çok daha yakın ilişkiler görülebilir. Hatta gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse Trump’ın ikili ilişkiler üzerinden dış politika yürütme tercihleri düşünüldüğünde önümüzdeki 4 senede bazı dönemlerde TR-ABD ilişkilerinde baharı hissedebiliriz. Ancak ilişkilerin al-ver doğası ve iki ülkenin bölgedeki öncelikleri (ABD için İsrail, Türkiye içinse YPG/PYD ve PKK ile mücadele gibi) düşünüldüğünde yalancı bahar ortasında zemheri ayazı yaşamak da sürpriz olmayacaktır. Unutmamak gerekir ki 2019’da “Türkiye ekonomisini gerekirse mahvederim” diyen, benzer cümleleri kurmaktan geri kalmayabilir. Bu gibi sert türbülanslar da Türkiye’nin başta ekonomi olmak üzere yapısal sorunları da düşünüldüğünde Türk-Amerikan ilişkileri açısından tehditlerden sadece biri. Tam da bu yüzden yeni dönemde ABD-Türkiye ilişkileri Ankara’nın hassasiyetle yürütmesi gereken bir alan ve riskleri azaltmak için ilişkilere tek bir açıdan yaklaşılmaması, konuların çok boyutlu ve entegre bir şekilde ele alınması gerekmekte.
Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinem Ünaldılar
‘AB ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMADA BİR KEZ DAHA SINIFTA KALDI’
AB, iki önemli üyesindeki siyasi ve ekonomik çalkantıyla 2025’e girdi. Dahası Ukrayna Savaşı, ekonomik sorunlar ve enerji yine bu anlamda akla gelen sorunlu başlıklar. Bu çerçevede 2025’te AB gündeminde sorunlar olacak?
Doç. Dr. Sinem Ünaldılar: Savaşın uluslararası ilişkilerin önemli gündemlerinden olduğu, ekonomik refahın giderek düştüğü, rekabetin daha da acımasız hale geldiği, aşırı sağın yükseldiği, çok kültürlülüğün aşındığı bir dönemi kapsayan 2024 yılı, Avrupa Birliği için de oldukça zor geçti. Bu sorunlardan çok daha fazlası kapıda beklediğinden 2025 de AB açısından kolay bir yıl olmayacak.
2024 yılında AB’yi en çok zorlayan konuların başında 2022 yılından beri devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı geliyor. Bu sene savaşın maliyetinin AB’yi yormaya başladığı, başta Macaristan olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinin savaşla ilgili memnuniyetsizliklerinin arttığı ve AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırım paketlerinin kendi ekonomisini de zora soktuğu bir dönem oldu. ABD’de Başkan Trump’ın seçilmesiyle savaşın sonuna gelindiği düşünülse de ateşkesten söz etmek için hala erken ve AB’nin ekonomik açıdan ABD’den daha fazla bedel ödediği açık. Bununla birlikte Rusya-Ukrayna Savaşı etkilerini sürdürürken uluslararası ilişkileri derinden sarsan diğer konu başlığı İsrail- Gazze Savaşı oldu ve AB dış politikada uyum ve etkinlik açısından başarılı bir sınav veremedi. İsrail’i eleştiren AB ülkelerinin yanı sıra İsrail’i destekleyenler de azımsanmayacak sayıdaydı. Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi’nden çıkan Netanyahu’nun tutuklanması kararı için Borrell kararın bağlayıcı olduğu yönde yorum yaparken Macaristan’ın kendisini ülkeye davet etmesi bir kez daha ikiye bölünmüşlüğün göstergesi oldu. Bu açıdan AB zayıf karnı olan ortak dış politika oluşturma konusunda bir kez daha sınıfta kaldı.
‘ÇİN REKABETİNE ÇÖZÜM BULUNMAZSA AB VAROLUŞSAL PROBLEMLE YÜZ YÜZE KALABİLİR’
AB için önemli konulardan bir diğeri ise ekonomik performansı. 2024, son dönemlerde büyüme oranı beklentilerin altında gerçekleşen AB’nin rekabette zorlandığı bir sene oldu. Çin ile karşılaştırıldığında oldukça düşük büyüme oranlarının gerçekleşmesi en büyük iddiası orta sınıfın refahı olan Birlik için son derece düşündürücü. Dış politika ve güvenlik AB’nin en güçlü ve iddialı yanı olmasa da aynı şeyi ekonomi için söyleyemeyiz. AB’nin en önemli özelliklerinden biri ekonomik güç olması ve rakipleriyle arasında git gide açılan makas bu konunun da AB için zorlayıcı olmaya başladığını gösteriyor. Eurozone krizi ile ekonomik güçlükler yaşamaya başlayan AB zaman içerisinde ekonomik göstergeleri düzeltmeyi başarsa da peşi sıra gelen COVID krizi, Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı enerji sorunsalı ve Çin’e tedarik zinciri bağımlılığı, inovasyon konusunda yaşanan eksiklikler gibi nedenler yüzünden bir türlü 90’lardaki ekonomik performansını yakalamış değil. Bu çerçevede yapay zeka, bilişim ve teknolojide Çin rekabetine çözüm bulamazsa bu sorun kendisi açısından varoluşsal bir probleme yol açacak.
‘TRUMP İKTİDARINA ABD İLE AB MÜTTEFİKLİK İLİŞKİSİNDE FIRTINA SÜREBİLİR’
AB içinde yaşanan bu kriz ve sorunların yanında ABD’de Trump’ın ikinci dönemi başlıyor. Trump faktörü ABD-AB ilişkilerine nasıl etki edecek?
2024’te ABD başkanlığına Trump’ın seçilmesi de AB açısından önemli bir dönüm noktasına işaret edebilir. Trump’ın ilk dönemi AB açısından kolay geçmemişti. Üye ülkeler, NATO harcamaları, dış politikadaki tutumları ve ekonomi politikaları açısından sıklıkla başkanın eleştirilerine maruz kalmışlardı. Donald Trump, alüminyum ve çelik vergileri başta olmak üzere pek çok sektörde vergileri arttırmış, korumacı politikalar izlemiş, Paris İklim Sözleşmesi gibi çoktaraflılık gerektiren konularda AB’yi yalnız bırakmış, Ortadoğu’da izlediği politikalarda ortaklarının görüşünü almamış ve transatlantik ruhta ciddi bir zedelenme yaratmıştı. 2025 yılı da transatlantik ilişkiler açısından zorlayıcı olabilir. Zira başkan daha göreve başlamadan bile vergi oranlarını yükseltmeye devam edeceğinin altını çizdi ve önceliğinin uluslararası sitemin korunmasından ziyade ABD’nin refahı olduğu konusunda ısrarcı. Bu açıdan müttefiklik ilişkisinde fırtınanın dineceğini gösteren hiçbir belirti yok ve AB bu çetin döneme Almanya’da yapılacak erken seçim ve Fransa’daki siyasi istikrarsızlıkla girmeye hazırlanıyor.
‘AB GEMİSİ KAOTİK KÜRESEL DÖNEMDE KAPTANSIZ KALDI’
AB’nin iki lider ülkesinde yaşanan siyasi istikrarsızlık ve güçlü bir lider eksikliği uluslararası ilişkilerin bu kaotik döneminde gemiyi kaptansız bırakıyor. Merkel’in Birlik için yaptıkları düşünüldüğünde böyle bir profilin eksikliği gelecek zorlukları da beraberinde getirecektir. Bütün bu olumsuz tabloya ek olarak Doğu Avrupa ülkeleri ile yaşanan fikir ayrımlarının da altını çizmekte fayda var. Macaristan’ın Brüksel’den aykırı çizgisi enerjiden göçmenler konusuna, Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan Ortadoğu politikalarına kadar çeşitleniyor. AB’yi 2024’te yoran önemli faktörlerden birinin de Orban olduğunu belirtmek gerekir. Bu ayrı duruş muhtemelen 2025 yılında da devam edecek. Aşırı sağın önlenemez yükselişi ve merkez Avrupa’da da her seçimde artan başarıları AB’nin durduramadığı sorunlardan birisi olarak listede yerini almış durumda.
‘AB TÜRKİYE’NİN GENİŞLEMENİN BİR PARÇASI OLDUĞUNU GÖRMEZDEN GELİYOR’
AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen, Suriye’deki iktidar değişimi sonrasında Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Türkiye-AB ilişkileri 2025’te nasıl bir seyir izleyecek?
Türkiye-AB ilişkileri uzun zamandır donmuş durumda. Taraflar arasında pozitif gündemin de hayata geçirilemediği, İsrail Filistin sorunu başta olmak üzere dış politikada paralellikten uzak, AB’nin Türkiye’nin genişleme sürecinin bir parçası olduğunu görmezden geldiği bir dönem yaşanıyor. Bu açıdan 2024 yılında da fazla bir gelişme olmadı. Bununla birlikte Suriye’deki rejim değişikliğinden hemen sonra AB Komisyon Başkanı Von der Leyen’in yılın sonuna doğru gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, ilişkilerde yeni bir ivme olarak değerlendirilse de ziyaretin ana odağının Suriye’nin yeniden yapılanması, mülteciler, geri dönüş ve Türkiye’nin mülteci sorununda gösterdiği çabaya finansal destek gibi tematik bir marjda gerçekleştiğinin altı çizilmeli. AB Türkiye’yi mülteci sorununda kilit ortak olarak görüyor ancak AB’nin diğer konularda bu kadar müşfik olmadığını belirtmek gerekir. Türkiye üst düzey siyasi diyaloğun yeniden başlamasının önemine vurgu yapıyor ve AB’nin liyakate dayalı bir üyelik sürecine dönüşünü talep ediyor ancak gerçek bir ilerlemenin sağlanması için daha fazla çaba gerektiği açık. 2025’te daha umutlu olabilmek için tarafların mevcut uluslararası koşulları iyi değerlendirmeleri ve bölgesel istikrar için birbirlerine olan ihtiyaçlarına daha ciddi eğilmeleri gerekiyor.