Türkiye, Ortadoğu ve genel olarak dünya açısından 2024, ciddi kırılmalar, insanlık sınavları, küresel sistemin tıkanmasıyla zor bir yıl oldu. Geride bıraktığımız yıl aynı zamanda dünyada en fazla seçimin yapıldığı yıllardan biriydi. Ancak ortaya çıkan tablo seçimleri, demokrasinin yegane kriteri olarak görmenin nasıl yüklü bir sıkıntılar yumağı bıraktığını da gösterdi. Dünya genelinde aşırı sağın, henüz tam anlamıyla iktidara gelemese de oy oranlarını artırması, geleceğe dönük belirsizliği ve kaygıyı artırıyor.
2024’ten kalan demokrasi bakiyesi 2025 için bize ne söylüyor? ABD’de Musk’ın hükümette kendine yer bulması, Musk-Trump ittifakı demokrasinin geleceğine dönük kaygıları artırmalı mı? Trump’ın Kanada’dan Panama’ya varan ilhak ve toprak taleplerinin arka planında ne var? AB’nin iki büyük ekonomisi Fransa ve Almanya’nın 2025’te ekonomi ve demokrasiyle sınavı AB’nin ve NATO’nun geleceğine nasıl etki edecek? İsrail’in Ortadoğu’daki eylemleri ve Suriye’de HTŞ iktidarı, bölgenin geleceği ve demokrasi beklentilerine nasıl etki edecek?
Bu sorular ışığında İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Tuğçe Erçetin ile dünyanın demokrasi karnesini, 2025’te demokrasi kavramının olası dönüşümünü ve dünyayı bekleyen belirsizliği konuştuk.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğçe Erçetin
2024 dünya için adeta seçim yılıydı. Bununla beraber seçimlere damga vuran adayları dikkate aldığımızda demokrasi adına ne kadar yol katedildi, hatta geriye mi gidildi sorusu zihinleri kurcalıyor. 2024 yılına dönük Fransa, ABD, İngiltere, Gürcistan…vb. ülkelerdeki süreçleri göz önüne aldığınızda demokrasi adına nasıl bir gözlemde bulundunuz?
2024’te; Türkiye’deki yerel seçimler gibi ana muhalefetin birinci parti çıkarak sürpriz yaşanan, Rusya’da rakiplerini değişik şekillerde yarış dışı bırakan Putin’in beşinci kez seçilerek Stalin’den sonra ülkeyi en uzun süre yöneten ünvanını aldığı beklenen sonuç, ABD’de adaylardan Biden’ın son düzlükte değişerek Harris’in gelmesi ile çekişmeli bir yarışın ardından Trump’ın yeniden kazandığı, İngiltere’de seçimleri uzun süre sonra İşçi Partisi’nin, Fransa’da sol ittifak Yeni Halk Cephesi’nin ipi göğüslediği bir genel fotoğraftan bahsedebiliriz. Ancak 50’den fazla ülkede, milyonlarca insanın oy kullandığı seçim sonuçlarına yakından bakıldığında ortaya çıkan alt başlıklar geleceğe özellikle hemen her yerde sarsıntı geçiren demokrasiye dair önemli riskleri gösteriyor.
‘MUSK SADECE ABD’DE DEĞİL, BAŞKA ÜLKELERDE DE SİYASETİ ETKİLEMEYE ÇALIŞIYOR’
Nedir bu riskler ve nasıl bir tehdit barındırıyor?
Şöyle Avrupa’nın geneline baktığımızda Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da aşırı sağ partilerin yükselişini sürdürdüğünü görüyoruz. Seçilmek için yapılan ittifaklar ise ayrı bir dikkati hak ediyor. Bana göre bu ittifakların en dikkat çekici olanı 2022’de 44 milyar dolara satın aldığı Twitter şimdiki adıyla X‘in patronu Elon Musk’ın Trump’a verdiği destek ve ürettiği sonuç. Günde 100 ile 200 milyon gönderi üreten 600 milyon aylık kullanıcıya sahip platformdaki kullanıcıların karşısına özel olarak çıkarılan içeriklerden, seçim kampanyasındaki maddi desteğe Musk, Trump’ın yanında yer aldı. Bu desteğin karşılığında yeni başkana en yakın isimlerden biri haline gelirken aynı zamanda yeni kabinede ‘verimlilik, devleti küçültme’ konusunda sorumluluk da üstleneceği açıklandı. Sorumluluk alacağı alanın kısaltması DOGE (Departmant of Goverment Efficiency) aynı zamanda Musk’ın en sevdiği kripto para birimi Dogecoin ile aynı isimde. Şaka gibi ama değil. Öte yandan X, kişilerin habere ulaşma konusunda TikTok’a karşı geri de kalsa hala en önemli araçlarından biri. Bu arada Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün araştırmasına göre bu iki platformu kullananlar dezenformasyon konusunda endişe duyduklarını, gerçek haberle sahtesini ayırt etmekte zorlandıklarını söylüyorlar. Musk sadece ABD’de değil başka ülkelerde de siyasete etki etme anlamında görülebilecek girişimlerde bulunuyor. İngiltere’de aşırı sağcı Reform UK’ye maddi destek veriyor. İngiltere’de ağustos ayında yaşanan aşırı sağ grupların gösterileri sırasında sosyal medya hesabından ‘iç savaş kaçınılmaz’ yorumu yapmaktan çekinmiyor. İngiltere’de hükümetin o dönem sosyal medya platformlarının dezenformasyonu dolayısıyla şiddeti körüklediğine dair tespitlerine ülkenin başbakanıyla polemiğe girerek yanıt veriyor. 23 Şubat’ta Almanya’da yapılacak seçimler öncesi aşırı sağcı AfD’ye destek mesajı paylaşıyor. Etkili bir medya platformunun sahibinin farklı ülkelerde aşırı sağ ile yakın mesaisi bu grupların söz üstünlüğünün yaygınlaşması anlamında önemli.
‘BÜYÜYEN ÇOKLU KRİZ ORTAMININ YARATTIĞI BELİRSİZLİK SAĞ POPÜLİSTLERİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRIYOR’
Musk’ın eylem ve pratiklerini sanırım 2025’te sıklıkla konuşacağız. Peki Musk’ın da dahil olduğu, sağ ve aşırı sağ neden böylesine bir yükselişe geçti?
Burada bütünlüklü bakarsak, dünyada savaşlardan iklim krizine ekonomik krizlerden pandemiye var olan ve giderek büyüyen çoklu kriz ortamının yarattığı belirsizlikler sağ popülistlerin işini kolaylaştırıyor. Özellikle demokrasi ile yönetilen ülkelerde kitlelerin sorunlarına çözüm bulunamadığını düşünmesi demokrasi idealinin zayıflamasına yol açıyor. Demokrasi ve kurumları kişilerin yaşamlarında doğrudan faydalarını gördükleri bir sistem olmaktan uzaklaştıkça yeni arayışlar ortaya çıkıyor. Neoliberal reformlar, ekonomik-kültürel değişimler, krizler sonucu ‘daha fazla kaybedeceğini’ düşünen kitleler, basit çözüm önerileri sunan ‘güçlü lider’ arayışında kendini var olma mücadelesinde konumlandırıyor.
Merkez ya da merkeze yakın partiler oy kaybederken, güvenlik ya da aidiyet arayan kitlelere sağ popülistlerin ellerindeki medya araçlarıyla da ortaya koyduğu kimi gerçek olmayan dil ilgi çekiyor-alıcı buluyor. Daha önce ‘güvenilir ve saygın’ görülmeyen sağ popülist partiler ana akım/geleneksel partilerin ‘maliyetli’ saydığı radikal ifade biçimlerini yabancı düşmanlığı, yerlici, milliyetçi mesajlarla seçmene iletebiliyor ve bu durum var olan siyaset sahnesinde ‘alternatif lider ya da parti’ imajını yaratıyor. Fakat dünyanın karşılaştığı krizlerin etkisi derinleştikçe bu dil ve siyasal öneriler de geleneksel partilerin kendilerine adapte etmeleriyle birlikte yaygınlaşıyor. Kitleler hala söylem anlamında ‘demokrasiyi önemsediklerini’ söyleseler de dünyada da Türkiye’de de yapılan anketlerde demokratik kurumlara duyulan güven düşük çıkmaktadır.
‘ADİL SEÇİMLER, MEDYA ÖZGÜRLÜĞÜ, SİVİL TOPLUMU DA DEMOKRASİYE DAHİL ETTİĞİMİZDE DURUM İYİ SİNYALLER VERMİYOR'
Bu bize demokrasinin geleceği açısından ne söylüyor?
Demokrasi herhangi bir ülkenin diğerine önereceği bir hal olmaktan, özellikle Batı’nın ana taşıyıcı fikri olmaktan ülkelerin kendi değerleriyle ortaya koyacağı yeni bir şekillenmeye de gidebilir. Son yıllarda hibrit rejimler de tartışılır oldu. Demokratik rejimlerin otoriter pratikleri içermesi, özellikle Levitsky ve Way tarafından tanımlanan rekabetçi otoriterlik bu alanda hakim bir tartışma sundu. Seçimlerin ve rekabetin varlığından ziyade adil seçim ortamının olması, medya özgürlüğü ve sivil toplum ile beraber demokrasinin oyununu tartıştığımızda dünya iyiye gitmiyor. Seçimlerin her aday için adil bir ortam sunmaması, seçim sonucunda kurumların araçsallaştırılması, seçim sonucunun kabul görmemesi durumları bize iyi sinyaller vermiyor.
‘2025 DEMOKRASİ KAVRAMININ İÇİNİN DAHA DA BOŞALDIĞI BİR YIL OLABİLİR’
2025’te Kanada, Almanya, belki Fransa’da seçim göreceğiz. Geçmiş pratikleri ve dünyadaki popülist-yükselen sağ hareketleri dikkate aldığımızda 2025 yılı demokrasinin geleceği açısından bize ne söyleyecek?
2025’te en yakından takip edilecek ülkelerden biri ABD olacak. Trump’ın dört yıllık aradan sonra 20 Ocak’ta ikinci kez üstleneceği başkanlık görevi öncesi kasım ayında seçildikten hemen sonra vermeye başladığı mesajlar nasıl karışık bir döneme girileceğinin göstergesi. Bir önceki ABD Başkanı Biden'ın seçildikten sonra ana eksene koyduğu, öne çıkardığı konulardan biri ‘demokrasi’ olmuştu. Birincisi göreve başladığı ilk yıl ikincisi 2023’te pek çok ülkenin katılımıyla ‘demokrasi zirvesi’ düzenleyerek ‘dünya genelinde otokratik yönetimlerin küresel özgürlükleri tehdit ettiğini’ söylemiş ‘mücadele çağrısı’ yapmıştı. Yeni dönemde ABD’de de sağ popülistlerin etkili olduğu ülkelerde de ‘demokrasi’ konusunun öne çıkmaktan çok biraz evvel ifade ettiğim gibi kavramsal olarak içinin daha da boşaldığı bir yıl olabileceğini düşünüyorum.
‘TRUMP’IN TOPRAK TALEBİ VE İLHAK SÖZLERİNİN ARKASINDA ÇİN LEHİNE OLAN DENGEYİ BOZMA ÇABASI VAR’
Şaka yapıyor olmalı diyebileceğimiz şekilde Trump’tan bazı ülkeleri satın almayı, ilhak etmeyi içeren sözler duyduk. Bu sözlerin arka planında ne var? Güvenlik kaygıları ön plana mı çıkıyor?
Evet, haklısınız. Trump’ın yeni dönemle ilgili ilk konuşmalarında şaka yollu ya da doğrudan ‘yeni toprak ve alan taleplerini de içeren’ hedeflerden bahsetmesi muhataplarını da dünyayı da şaşırttı. Mesela Kanada’yı 51. eyalet olarak tarif edip ülkenin başbakanı Trudeau’ya ‘Kanada Valisi’ dedi. Kanada’nın ürünlerine göreve gelir gelmez yüzde 25 gümrük vergisi uygulayacağını söyledi. Önceki başkanlık döneminde dile getirdiği Grönland’ı satın alma teklifini yeniden tekrarladı, bunu dünyanın özgürlüğü için istediğini iddia etti. 1990’larin başında ABD’nin bitirilmesinde katkısı olan, 1999’da idaresi Panama devletine geçen Panama Kanalı’nın iadesini istedi. Burada Grönland konusunda da Panama Kanalı’nda da kullanılan dilde, ABD’nin en önemli rakip gördüğü Çin etkisinden bahsetmek mümkün. Çin’in ‘Kutup İpek Yolu’ projesi ve buradaki madenlerle yakından ilgisi ABD tarafından dengeyi bozacak hamle olarak görülüyor. Panama Kanalı’nda her ne kadar ‘yüksek geçiş ücreti’ öne çıkartılmaya çalışılsa da ABD’nin okyanuslar arasında askeri geçişini hızlandırması nedeniyle kritik önemde görülüyor. Tayvan ile Çin arasında yaşanan gerginlik de düşünüldüğünde kanal stratejik önem taşıyor. Trump’ın ‘kanalı Çinli askerler yönetiyor’ derken kanalın okyanus çıkışlarındaki iki limanı Çinlilerin işletmesine atıf yaptığı düşünülebilir.
Şubat ayı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali hareketi ve savaşın üçüncü yılı olacak. Bu savaşın başta Avrupa güvenlik endişelerini artırdığı, ülkelerin kendi ordu, silah envanterlerini büyütmeye başladığı, NATO ile ilgili tartışmaların büyüdüğü bir dönemi tetiklediği söylenebilir. Putin’in yıl sonu basın toplantısında Batı ülkelerinin hava savunma sistemlerine karşı ürettikleri Oreşnik füzesinin Kiev’de bir hedefte denenmesi düello çağrısı da gelinen noktayı tarif açısından kritik. Savaş ortamının daha güvenlikçi ve beka temelli söylemi öne çıkarması farklı ülkelerde mevcut iktidarı korumaya yönelik seçim kampanyasını dizayn ediyor, son Macaristan seçimini hatırlayabiliriz.
‘EKONOMİDE ZOR GÜNLER GEÇİREN ÜLKELERİN DURUMU NATO’NUN ŞEKİLLENMESİNE ETKİ EDECEK’
Avrupa’nın hem siyasal hem ekonomik olarak en büyük iki ülkesi Almanya ve Fransa’da da işler yolunda gitmiyor. Fransa’da hükümet krizi yaşanırken, Almanya 23 Şubat’ta erken seçime gidiyor. Buradaki sorunlar Avrupa’nın geleceği ve olası etkileri konusunda nasıl ipuçları veriyor?
Bu iki ülkede de ana başlıkları ekonomik sıkıntılar ve göç olmak üzere yaşanan sıkıntılar istifalara, görevden almalara, erken seçim kararlarına yol açtı. Almanya 23 Şubat’ta erken seçime gidiyor. Şu anki anketlerde Hıristiyan Demokratları CDU/CSU’nun adayı Merz ilk sırada gözükürken başbakanlık görevini sürdüren sosyal demokratların partisi SPD üçüncü sırada. İkinci sıraya ise aşırı sağcı AfD yükselmiş durumda. Her ne kadar seçimlere girecek partiler AfD ile ittifak yapmayacaklarını söyleseler de bu partinin kullandığı ırkçı-ayrımcı dilin gördüğü ilgi endişe verici.
Fransa’ya gelirsek burada, adını en kısa başbakanlık yapan isim olarak tarihe kaydeden Michel Barnier hükümetinin düşürülmesinden sonra siyasi bir kaos yaşanıyor. Kamu harcamalarının, buradan kaynaklanan borcun sürdürülemez hale gelmesi ile Barnier 2025 yılı için harcama kesintisi ve vergi artışı içeren bir teklif getirmiş, aşırı sağcı Marine Le Pen’in partisi bütçeye karşı çıkmıştı. Yapılan güven oylamasında sol partilerin de oylarının desteğiyle hükümet düşürüldü. Sol lider Melenchon ‘Macron’un da görev süresinin bitmesine üç yıl kalmasına rağmen bunu tamamlayamayacağını’ söylüyor. Bu iki büyük ülkenin ekonomide yaşadığı sorunların Avrupa Birliği’ni de etkilemesi kaçınılmaz. Üstelik Trump NATO üyesi ülkelerden savunma harcamalarını GSYİH’larının yüzde 5’ine çıkarmalarını talep etmeye hazırlanıyor. Ekonomide zor günler geçiren bu ülkelerin bunu nasıl karşılayabileceği buna bağlı olarak NATO’nun nasıl şekilleneceği de soru işareti.
Birlik içinde olmasa da kritik önemde olan bir diğer ülke İngiltere. 2010 yılından beri iktidarda olan muhafazakar parti seçimleri kaybetti yerine İşçi Partisi geldi. İngiltere küçülen ekonomisi yüzünden zor bir sürecin içindeydi. Yeni Maliye Bakanı Rachel Reeves durumu ‘İkinci Dünya Savaşı’dan sonraki en kötü’ olarak tarif etti. Seçimlerde dikkat çeken bir diğer nokta ise aşırı sağcı Reform UK Partisi’nin oylarını yüzde 10’un üzerinde artırarak 14.3 ile üçüncü sıraya gelmesi oldu. Partinin Lideri Nigel Farage ülkenin Brexit sürecinde de önemli bir rol almıştı. Avrupa’nın üç önemli ülkesinde aşırı sağcı partilerin Almanya’da AfD’nin, Fransa’da RN’nin (Ulusal Birlik), İngiltere’de Reform UK’in yükselişi, ABD’de sağ popülist Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve Grönland’dan Panama Kanalı’na talepleri, karşı kutupta Rusya’nın 2000 yılından beri ülkesini yöneten rakiplerini değişik şekillerde ‘elimine eden’ Putin’in 2036’ya kadar iktidar kalma yolunu kendisine açarken Ukrayna işgalinden vazgeçmemesi, Çin Cumhurbaşkanı Xİ Jinping’in ‘ulusal kalkınma yolunda askeri teorinin ön plana çıkması’ talimatı bize gelecekle ilgili belirsizlik ve risklerle dolu bir dünya sinyali veriyor.
‘GÜVENLİK-BEKA-BİRLİK-REFAH ANLATISI DAHA CEZBEDİCİ HALE GELEBİLİR’
Gelecek tahayyülüne ilişkin somut olmasa da herhangi bir tehdidin ya da güvensizlik koşullarının ortaya çıkma ihtimaline dair endişeleri/belirsizlikleri aktaran siyasetçiler farklılıkları hedefleyerek korku-öfke-hınç gibi olumsuz duygularla seçmene hitap ederek siyaset dilini değiştiriyor. Geçmişteki ‘iyi – zafer dolu günler’ nostalji ile hatırlatılırken geleceğin ‘korku dolu günleri’ gibi tasvirler değerlerin, geleneklerin, yaşam tarzının, koşulların değişmesini istemeyen kitleler açısından özellikle sosyo-ekonomik anlamda kendilerine dair güvensizlik algısının veya hissinin artmasıyla başka bir arayışa sebep oluyor. David Goodhart’ın kitabından bazı bölümleri hatırlatıyor bana. Değişimler sonucunda kendini daha tehdit altında hissedenler kolektif güvenliği ve gelenekleri devam ettirmek isteyebilirler, güçlü bir lideri idealize edebilirler, böylelikle ‘güvenlik-beka-birlik-refah’ anlatısı daha cezbedici olabilir, hele ki içinde yaşadığımız belirsizlikler dönemini göz önünde bulundurursak…
‘TÜRKİYE’NİN SURİYE KÜRTLERİNE İLİŞKİN POZİSYONU VE İÇERDE ÖCALAN İLE GÖRÜŞMELER DE BÖLGEYİ ETKİLEYECEK’
2024’e mercek tuttuğumuzda sanıyorum üzerinde durulması gereken bölgelerden biri Ortadoğu. İsrail’in Gazze’de yaptıkları ve Suriye’de Esad’ın gidişi bir anlamda yıla damga vurdu. Buradaki durumu ve Türkiye’nin tutumunu nasıl değerlendirmek lazım?
Evet, haklısınız Ortadoğu’ya mercek tutmak da önemli. Bana kalırsa, İsrail’in özellikle Gazze’de yaptıklarının, Ortadoğu’da değişen dengelerin yeni bir yorumuna ihtiyaç duyuluyor. Batı’da ‘değerler üzerinden siyaset yaptığını ifade eden pek çok ülkenin’ burada olanlara göz yumması bazen destek vermesi başta yaşam hakkının bile ‘yakınlıklara-ittifaklara’ göre gözden çıkarılabileceğini göstermesi açısından sorunlu bir alan yaratıyor.
Türkiye’nin de yakından ilgilendiği, müdahil olduğu Suriye’ye ve 8 Aralık’ta Esad’ın devrilmesine gelince. Bir zamanlar terör listesinde olan HTŞ’nin 11 günde Şam’a ulaşmasıyla değişen rejimin nasıl şekilleneceği önemli. Farklı etnik ve dinsel yapılara sahip Suriye’de her kesimi kapsayabilecek bir yönetim ya da anayasa oluşturulabilecek mi sorusu her geçen gün büyüyor. HTŞ Lideri Colani’nin ya da kendisine hitap edilmesini istediği şekliyle Ahmet Şara’nın seçimlerin düzenlemesi için dört yıl, Anayasa yapımı için üç yıl süre gerektiğine’ dair cümleleri kafaları karıştırdı. İlan edilen geçici hükümetin yapısı da soruları artırdı. Özellikle kadınların sosyal hayatta, kız çocuklarının okulda olmasıyla ilgili kimi endişeler de dile getiriliyor. Şam’ın Emevi Meydanı’nda ‘özgür kadınlar olmadan özgür ulus olmaz’ dövizleriyle yapılan gösteriler bu endişelerin bir sonucuydu. Türkiye’de Suriye’deki yeni yönetim ile yakın durmayı hatta Neo-Osmanlı bir çizgide gitmeyi isteyenlerle aralarında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın olduğu ‘Türkiye’nin Suriye’de herhangi bir tahakküm peşinde olduğu tarzında bir izlenim doğmasını istemiyoruz’ diyenlerin bir mücadelesi de yaşanıyor. Türkiye’nin Suriye içindeki Kürtlerle ilişkili pozisyonu, ülke içinde Öcalan ile başlayan yeni görüşme trafiğinin de katkısıyla bölgeyi de etkileyecek şekilde değişebilir.