Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’ye gidecek ve uzun süredir hayalini kurduğu namazı Emevi Camii’nde kılacak. Allah kabul etsin.
Gitmişken camide yüz yıllardır saklanan Vaftizci Yahya ile peygamberin torunu Hüseyin’in kuru kafalarını da görecek mi, ruhlarına bir dua okuyacak mı, bilmiyorum. Kim bilir, belki de Esad ile “kankiş” oldukları yıllarda Şam’a gittiğinde de görmüş olabilir.
Esad’ın Suriye’den kaçmasının ardından uzun süredir kapalı bulunan elçiliğimiz de açıldı ve akademisyen Burhan Köroğlu, “geçici maslahatgüzar” olarak Şam’a atandı.
Köroğlu, geçtiğimiz yılın kasım ayında Moritanya’nın başkenti Nuakşot’a büyükelçi tayin edilmişti. Büyükelçilikteki deneyimi tam bir yıl yani!
Moritanya gibi bir ülkede bu tecrübesizlik önem taşımayabilir, bu yüzden de büyükelçiliğin AKP “arpalığı” olarak kullanılması dönemin zihniyetine uygun da düşebilir ama Suriye farklı bir ülke.
Kendisi meslekten diplomat değil. Erdoğan’ın bahşiş gibi dağıttığı unvanlardan birini kapmış bir kişi. Akademisyen olarak önemini, bilgisini tartışmak bana düşmez. Ama diplomasi farklı bir alan.
Suriye gibi ilişkilerimizi son derece hassasiyetle yürütmemiz gereken bir ülkeye meslekten bir diplomat bulunup da tayin edilememiş olması tuhaf.
Adına bakarsanız “geçici maslahatgüzar” ancak Suriye’deki “geçiş” sırasında daha “kalıcı” tecrübeli bir diplomatın olması daha doğru olurdu.
Nitekim Burhan Bey’in acemiliği paçalarından akıyor.
Burhan Köroğlu, TVNET’e yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın Şam ziyareti ile ilgili olarak şunu söyledi:
“Suriye ile Osmanlı dönemindekine benzer bir ilişkiye sahip olacağımızı da takdir ediyorum.”
Cümlenin sonundaki “takdir ediyorum” ifadesindeki kibirli vurguyu geçiyorum, dedim ya kendisi diplomaside çok acemi.
Ama “Suriye ile Osmanlı dönemindeki benzer bir ilişkiye sahip olmak” önermesi, bu cümleyi duyan her Arap milliyetçisinin tüylerini diken diken etmeye yetmiş olmalı.
Buna bir de Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometre kare ile sınırlayamayız” sözleriyle ifade ettiği “vizyonu” ekleyelim.
Memleketimizin siyasi İslamcılarının dinmek bilmez bir Osmanlıcılık hayalleri var.
Farkında olmadıkları şey şu ki Osmanlı bu coğrafyada yayılırken “milliyetçilik” diye bir kavram yoktu. Aynı dinden insanlar olmak yeterliydi.
Bugün yeterli değil!
Türkler, Arapların ağabeyi değil.
Arap ülkeleriyle ilişkilerimize Osmanlıcılık hayalleriyle yaklaşırsak alacağımız yanıtın ne olabileceğini Suudi boykotu sırasında almış olmalıyız.
BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in, “Osmanlı’nın hırsızlığı” ile ilgili sosyal medya mesajını da unutmayalım.
Araplar, Osmanlı denilince başka bir şey ve dönem hatırlıyorlar, biz başka bir şey hatırlıyoruz.
O işler artık geçmişte kaldı.
Suriye gibi yeniden ayağa kalkabilmek için yolun başında olan bir ülkeye, daha ilk günden Osmanlı güzellemeleri yapmak, akıllı bir dış politika değildir.
Burhan Bey unutmasın ki Suriye’de “maslahatgüzar” olarak bulunuyor, müstemleke valisi olarak değil!
Tuhaf sevinçler ülkesi
Şu son yaşadıklarımızın benzerlerini sadece darbe dönemlerinde yaşadık! Üniversite hocalarını işten atmak, gazetecileri kelepçeyle gözaltına almak gibi durumlara sadece darbe dönemlerinde ve AKP iktidarında tanık olduk
Nevşin Mengü, Özlem Gürses
Memleketin hali malum, ekonomi sıkıntılar falan derken mutsuz olmamız için çok neden var.
Bu durumu iyi tahlil eden Erdoğan rejimi, vatandaşlarımıza küçük mutluluklar tattırmak için en iyi yolu da bulmuş görünüyor.
Mesela geçen gün Nevşin Mengü gözaltına alındı.
Bu durum, ülkenin AK troller tarafından bilinçlendirilen bir kesiminde mutluluk yarattı.
Böyle bir kitle var: Kendileri gibi olmayanların tutuklanmasını, pataklanmasını istiyorlar.
“Bu mevsimde Silivri soğuk olur” gibi aforizmaları kullanırken neredeyse ağızlarının suyu akıyor.
Onlar böyle durumlarda çok mutlu oluyorlar.
Nevşin Mengü gözaltında diye sevinçten bir davul çalmadıkları kalıyor.
Ama her mutluluk gibi bu da geçiyor ve mutlu olma sırası bize geliyor: Yaşasın Nevşin’i bırakmışlar diye seviniyor, mutlu oluyoruz.
Bu sevinç dalgası sönümlenirken bu sefer Özlem Gürses’i gözaltına aldılar.
Onun gözaltına alınması yine Ak troller tarafından bilinçlendirilen kesimde tatlı bir mutluluk dalgasının yayılmasını sağladı.
Elleri kelepçelendi, sabahın köründe gözaltına alındı filan diye çok mutlu oldular.
Sonra sıra bize geldi, bu sefer biz sevindik: Yaşasın Özlem’i serbest bıraktılar diye!
Hayata daha pozitif yaklaşanlar daha da çok sevindi: Yaşasın Özlem artık bir süre evinin tadını çıkaracak, İstanbul trafiğinde perişan olmayacak diye!
Bu arada Ayşenur Aslan’ın mahkemesi de başlıyor, sevinme sırası yine AK trol ekibinde.
Sonra sıra bize gelecek; “yaşasın Ayşenur’u mahkûm ettiler ama hapiste yatmasına gerek kalmayacak” diye!
Böyle mutlu mutlu yaşayacağız!
Bu arada Cumhurbaşkanı da nutuk atacak: “Darbe Anayasası kamburundan kurtulmamız şart!”
“Kamburu falan boş ver” diyeceğim izniyle.
Şu son yaşadıklarımızın benzerlerini sadece darbe dönemlerinde yaşadık!
Üniversite hocalarını işten atmak, gazetecileri kelepçeyle gözaltına almak gibi durumlara sadece darbe dönemlerinde ve AKP iktidarında tanık olduk.
Darbe kamburundan kurtulmasına kurtulalım da önce kendinize bir çeki düzen verseniz nasıl olur?