Aydın Selcen yazdı: Tarihin sıfır anı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, TÜBA ve TÜBİTAK Bilim Ödülleri Töreni’ndeki konuşmasında “Şu gerçeği Suriye başta olmak üzere, son dönemde bölgemizde yaşanan her hadise bizlere hatırlatmaktadır, Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz” dedi

Büyükelçi (e.) Alper Coşkun, Carnegie Vakfı için kaleme aldığı yazısında “Ankara’nın istese de istemese de Suriye’deki halisane niyetlerini kanıtlamak yükümlülüğü taşıdığını” belirtiyor ve “Türk yetkililerin özenli davranarak, böbürlenmekten kaçınmaları ve uluslararası camiada güven yaratmaları gerektiği” uyarısında bulunuyor.

Büyükelçi Coşkun’un değerlendirmesi, geçen yazımda yer verdiğim eski Şam Büyükelçisi Ömer Önhon’un YetkinReport için kaleme aldığı yazısındaki “Fetih havası estirilmesi, şov odaklı işler yapılması, acaba ‘İran gitti Türkiye mi geldi?’ ya da ‘Türkiye domine etme peşinde mi?’ sorularına ve Suriyelilerle, ayrıca, Arap ülkeleriyle gerginliklere yol açabilir. Ayrıca, Suriye’de her şey benden sorulur izlenimi vermek, Suriye’de yaşanacak her olumsuzluğun sorumluluğunun da üstlenilmesi sonucunu doğurur” uyarısına koşut.   

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve İnsan Hakları Başkanı Hasan Basri Yalçın ise “Esed rejiminin insan hakları ihlallerini yerinde incelemek ve doğrudan belgelemek için başta Halep, Humus ve Şam olmak üzere Suriye’de çalışmalarda bulunduklarını” paylaştı.

Yalçın ve beraberindeki heyetin Suriye’deki incelemeleri devam ederken, geçici HTŞ hükümeti sözcüsü Ubeyde Arnavut’un Lübnan’dan yayın yapan Al Jadeed televizyonuna verdiği söyleşide kadınlar hakkında kullandığı ifadeler üzerine yüzlerce kişi Şam’da meydana çıkarak laiklik yanlısı gösteri yaptı.

Tarihin sıfır anı

Aydın Selcen yazdı: Tarihin sıfır anı

O arada Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler TBMM Genel Kurulu’nda, “vatan topraklarının sınır ötesinden itibaren emniyete alınması prensibi çerçevesinde, uluslararası hukuk ve meşru müdafaa kapsamında operasyon yapmak Türkiye’nin en doğal hakkı” olduğunu dile getirdi. Güler, “Türkiye’nin, Suriyelilerin geri dönüşleri için kabaca iki aşamalı bir plan öngördüğünü, ilk etapta İdlib çevresindeki kamplarda kalan Suriyelilerin dönüşleri organize edileceğini, ardından Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin dönüşü için çalışmalar yapılacağını” da açıkladı.

SDG komutanı Mazlum Abdi ise Reuters’a verdiği mülakatta “Türkiye ile uzlaşmaya varılabildiği takdirde Suriyeli olmayan muhariplerin bölgeyi terk edebileceklerini” belirtti. Mazlum Abdi daha önce de yine Türkiye’yle bir uzlaşı zemini bulmak amacıyla “Kobani’nin silahtan arındırılmış bölgeye dönüştürülebileceğini” de önermişti.  

Bu sırada Kobani’nin Türkiye tarafında Suruç’taysa TSK’nın yığınak yaptığına ilişkin haberler de paylaşıldı ve MSB tarafından SDG ile dolaylı veya doğrudan herhangi bir müzakere yürütüldüğü kesin bir dille yalanlandı.

Pentagon Basın Sözcüsü Tümg. Patrick Ryder, Suriye’deki ABD askerlerinin yaklaşık güncel sayısının sahada bin 100’ü 30 ila 90 gün geçici, 900’ü ise 9 ila 12 ay sahada görev yapan kalıcı çekirdek kadro olmak üzere toplam personel sayısının 2 bin civarında olduğunu duyurdu ve bir soruya cevaben de IŞİD’le mücadele misyonuna son verilmesinin dolayısıyla Suriye’den çekilmenin gündemde olmadığını belirtti.

Son olarak ABD, Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf başkanlığındaki heyetin Şam’ı ziyaretinin (2012’den bu yana ilk ABD diplomatik ziyareti) ardından, orada Leaf’in yüz yüze görüştüğü Ahmet El Şara’nın (Golani) yakalanması için koyduğu 10 milyon dolarlık ödülü kaldırdı. Leaf ayrıca SDG’nin örgütlenme nedeni olan koşulların ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi “dramatik biçimde” değiştiğini ve SDG ile Şam arasında doğrudan diyalog başlamasını “umut ettiklerini” de ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısında kaydetti.

Tüm bu olanlar ve söylenenler bize ne anlatıyor? Pek çok dişli aynı anda dönüyor. Dişliler dönüyor da birbirlerini bütünleyerek belirli bir amaca doğru yönelen bir (Bahçeli’nin dilimize doladığı deyişle) “muharrik güç” oluşturmuyor. Zira henüz ortada ortak bir “tasavvur” yok. “Tarihin sıfır anı” derken kastettiğim bu. Ortak bir “şuur” olup olmadığı da tartışmalı.

Dolayısıyla, oturduğumuz yerden çözümleme yapmaya kalkışırken (ki dileyen okur bu çabayı “ahkâm kesmek” olarak tanımlamayı yeğlerse pek de yanılmış olmayacaktır) iki alanı birbirinden ayırmakta yarar var.

Ayakları Ankara’ya basarak “360° ufuk” yaklaşımıyla temkinden ve ihtiyattan yanılmayı yeğleyerek ama “hiçbir şey söylemez yapmazsam, yanılmam” kolaycılığından, ipe un sermekten, 2003 Irak ıskasının tekrarından da kaçınarak değerlendirme yapmak gereği, işin bir yönü. İkinci yönü “Suriye’de bundan sonra ne olur?” sorusuna, esasen “tarihte ilk kez ‘Suriye’ diye bir ülke, “Suriyeli” diye biri olacak mı?” sorusuna yanıt aramak.   

Yukarıda ilk saydığım bizim, hepimizin; ikincisi ise Suriyelilerin işi. Her şeyin önceden planlandığını ve o plana göre ilerle(til)diğini varsaymak Suriyelilere haksızlık olur.  

Başka deyişle, bu iki etkinliği birbirlerine karıştırmak hele fetih rüyaları görmeye başlamak kuşkusuz yanlış. Ama fetih rüyaları satmak veya pazarlamak, tehlikeli de olsa içeriye dönük etkili bir propaganda yöntemi olabilir.

Fetihten anlaşılan entegrasyon, karşılıklı bağımlılık, dolaylı egemenlik ve tarihi boyunca veya Hatay’ın iltihakından bu yana Ankara’ya sorun çıkarmış Suriye’de yönetimi ve kamuoyuyla Türkiye’ye müzahir bir ortam yaratmak ise bu yaklaşım, özenli yürütülebildiği ölçüde, akılcı ve gerçekçi de olabilir.

Suriye’de bunların üzerine, Bahçeli’nin Öcalan açılımından sonuç alıp DEM’i muhalefetten ayırır, hele Trump’tan da destek görürse, Erdoğan ilkbaharda veya sonbaharda sandığı da önümüze koyabilir.