İslamcıların iktidarından demokrasi çıkar mı?

22 yıldır test ettik ve gördük ki İslamcıların iktidarında, demokrasi mümkün olamıyor. Suriye’de neler olabileceğini, bu deneyime bakarak öngörebilirsiniz. İslamcılar ile demokrasi bir arada olamıyor!

HTŞ, Suriye’de Esad rejimini devirdiğinden beri akıllarda bu soru var.

HTŞ, insan haklarına saygılı, Suriye’deki farklı köken ve inançtan insanın temel haklarını koruyacak ve vatandaşları arasında etnik, dini, cinsi ayrımcılık yapmayacak bir rejim kurabilecek mi?

HTŞ’nin liderine bakacak olursak, evet amaçları bu.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise “bekleyelim görelim, kendilerini göstermelerine fırsat verelim” diye düşünüyor.

Suriye’de neler olup biteceğini söyleyebilmek için elbette henüz çok erken.

Ülkenin farklı yerlerinde farklı silahlı gruplar var ve bunların silahlarını bırakıp, bir ortak düzende anlaşabileceklerini gösteren bir işaret de henüz yok.

HTŞ’nin lideri bugün ılımlı konuşmalarla bir yandan uluslararası kamuoyunda pozitif bir imaj çizmeye çalışıyor, diğer yandan da Suriye’de farklı grupları kendi iktidarı etrafında birleştirebilecek bir zemin arıyor.

Afganistan gibi, İran gibi “aşırı örnekleri” bir yana bırakmak isterdik belki ama unutmayalım ki HTŞ de El Kaide kökenli ve siyasi hedefleri farklı olsa da benzer bir ideolojiden gücünü alıyor.

Öte yandan İslamcı bir ideolojiye sahip olan bir siyasi akımın gücü elinde bulundurduğu yerlerde temel insan haklarının kullanımının bile sorun yaratabileceğini biz kendi deneyimimizden biliyoruz.

22 yıldır bunu test ettik ve gördük ki İslamcıların iktidarında, demokrasi mümkün olamıyor.

Yanlış anlaşılmasın, Türkiye’nin demokrasisi 22 yıl önce de çok matah bir şey değildi ama bu 22 yılda, geçmiş 22 yılda görmediğimiz nelere tanıklık ettik, hatırlatayım:

Seçimle göreve gelenlerin, idari kararlarla görevden alınıp, yerlerine memurların tayin edildiğini ilk kez İslamcıların iktidarında gördük.

Benzeri uygulamaya sadece askeri darbe dönemlerinde tanık olmuştuk.

Bir bildiriye imza attılar diye üniversite hocalarının işten atılıp, açlığa mahkûm edildiklerine de bu dönemde tanıklık ettik.

Siyasi amaçlarla ve emirle mahkûm edilen kişiler lehindeki AİHM ve AYM kararlarının uygulanmaması da bu dönemin bir başka özelliği.

Gazetecilik yaptığı için, sosyal medyada bir mesaj paylaştığı için, şaka yaptığı için insanların tutuklu yargılandığını da gördük.

Başka partilerden seçilmiş belediye başkanlarını iş göremez hale getirmek için devletin tüm olanaklarının seferber edilmesi de bu dönemin bir “hatırası!”

İnsan hakları ihlallerinin hangi birisini sayayım, yerimiz yetmez.

Gösteri yürüyüşü yapmanın, protesto hakkını kullanmanın, devlet görevlilerince ortadan kaldırılmış çocuklarını aramanın yasak olduğu bir ülke burası.

İşkence belki sistematik bir uygulama olarak devam etmiyor ama işkence yapanların üstleri tarafından kanundan kaçırılması sistematik bir uygulama olarak yaşıyor.

Ve bütün bunlar laik bir Anayasası olan, Avrupa demokratik değerlerine uyum için çıkarılmış kanunlara sahip bir ülkede olabiliyor.

Bunların hiçbirine sahip olmayan Suriye’de neler olabileceğini, bu deneyime bakarak öngörebilirsiniz.

Adet olduğu üzere “dilerim yanılırım” diyeceğim elbette ama yanılmayacağımı da biliyorum.

İslamcılar ile demokrasi bir arada olamıyor!

* * *

Zamanın ruhuna uygun ceza

TİHEK, mesai saati içinde Cuma namazına gittiği gerekçesiyle iş akdi feshedilen bir vatandaşın şikâyetini değerlendirmiş ve işverenin “din temelinde ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine” karar vermiş. Müslüman olmayan bir T.C. vatandaşı, dini günlerini kutlamak için kiliseye, havraya gitmek için işe gelmediği takdirde işvereni tarafından cezalandırılırsa, bu kurul nasıl bir karar verir?

 

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) diye bir kurum var.

Erdoğan rejiminde “Türkiye” kelimesi ile “insan hakları ve eşitlik” kavramlarının birlikte kullanılması bir oksimoron örneği sayılır aslında ama böyle bir kurum var.

2016 yılında kanun ile kurulan TİHEK’in “misyonu” şöyle açıklanmış:

“İnsan haklarını korumak ve geliştirmek, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması için çalışmak, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek.”

Bunun için cezaevlerine habersiz ziyaretler, il istişare toplantıları gibi etkinlikler de düzenliyor.

Türkiye’nin temel insan hakları karnesine bakınca çok etkili olamamış gibi görünüyor ama böyle bir kurulun varlığı elbette önemli.

Kurul, mesai saati içinde Cuma namazına gittiği gerekçesiyle iş akdi feshedilen bir vatandaşın şikâyetini değerlendirmiş ve işverenin “din temelinde ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine” karar vermiş. Bunun için de söz konusu şirkete 141 bin 934 lira idari para cezası vermiş.

“Zamanın ruhuna uygun” bir ceza olduğu anlaşılıyor.

Bu karardan sonra benzeri taleplerin yaygınlaşacağını da söyleyebilirim.

Şunu da merak etmiyor değilim tabii:

Müslüman olmayan bir T.C. vatandaşı, dini günlerini kutlamak için kiliseye, havraya gitmek için işe gelmediği takdirde işvereni tarafından cezalandırılırsa, bu kurul nasıl bir karar verir?

Kadir gecesinde içki içtiği ve bununla ilgili fotoğrafını sosyal medyada paylaştığı için işten atılan, bununla da kalmayıp hakkında kamu davası açılan Pegasus çalışanı keşke bu kurula müracaat etseydi. Acaba nasıl bir karar alınırdı?

Bu kurulun, bu devirde, bu konularda nasıl kararlar verebileceğini tahmin edebiliriz.

Günümüz Türkiye’sinde insanlar ikiye ayrılıyor çünkü.

“AKP’nin ötekileri” bu türden haklara sahip değiller.

“Din temelinde ayrımcılık yapılmasından” zarar görenin kimliği, eylemin kendisinden önemli oluyor.

Başka dinlere inandığı ya da hiçbir dine inanmadığı için ayrımcılık görenlerin, reisin kabul etmediği türden cinsel yönelimleri olanların yararlanamayacağı haklar bunlar.

Bu yüzden, normal şartlar altında bir vatandaşın hakkının korunduğunu gördüğümüz için mutlu olmamız gerekirken, içimizden acı acı gülmek geliyor.