Bir yandan, “Nasıl olur da CHP belediyeleri kazanabilir, bu bir özeleştiridir” derken, öte yandan CHP’li belediyelere dünyayı dar etmekten geri durmamak ne kadar özeleştiri sayılır, varın söyleyin. CHP’nin belediyeleri “Nasıl olur da” yeniden kazandığı belli. İktidarın siyaset yapak yerine yargı ve idare destekli gücü ikame eden alışkanlığı devam ettiği sürece olacak olan da budur.
Millet iradesini ıskalayıp, belediyeleri kendi mülkü görmek, seçimde kaybedilince de mülkü kaybetmek psikolojisine girmenin sonuçlarını izliyoruz.
Oysa seçimle kazanılan merkezi iktidar ya da yerel yönetimler veya atamayla elde edilen bürokratik makamların hiçbirisi kimseye mülk değildir. Tamamının sahibi millettir ve seçim yoluyla direkt veya dolaylı olarak istediğini istediğine “yönetmek” kaydıyla teslim eder. İyi yönetemeyenden de yine seçim vasıtasıyla geri alır. Demokrasi en basit tabirle bunu düzenleyen rejimin adıdır. Merkezi iktidarı elde tutanın sahip olduğu gücü kullanıp, milletin yerel yönetimlerde yaptığı “tercihi” beğenmemesi de gayet tabii ki demokrasi değildir.
Sıralamaya gerek yok, iktidarın özellikle İstanbul Belediyesi’ne karşı sayısız kısıtlayıcı hamlesi oldu, olmaya da devam ediyor. Sonuncusu da kreş hadisesi… Bir anlamda iktidar, seçmenin bir belediye başkanı seçerken o başkanın kullanacağı yetkileri maç devam ederken iptal ediyor. Kendi adamları kazanacak olsa dokunmayacağı birçok imkan ve imtiyazı sadece belediyeleri muhalefet kazandığı için bir imzayla kendi uhdesine alıyor. Bu hal ne siyasettir ne de devlet idaresi.
Siyaset değil çünkü siyasetin temel kaynağı olan millet iradesine karşıtlık ve o iradeyi tanımazlık içeriyor. Oysa yargı veya imza gücü hiçbir şartta millet iradesinin yerini alamaz, alıyor gibi görünse de zerre miktar işe yaramaz.
Yapılanlar devlet idaresi usulüne de aykırı çünkü belediyeleri yönetmek, belediye hizmetlerini deruhte etmek merkezi iktidarın değil, seçilmiş belediye yönetimlerini işi ve sorumluluğundadır.
Demokrasiye ve devlet idaresi usulüne aykırılık gibi iki altın kural ihlal ediliyorsa da ortaya çıkan tabloya, Taha Akyol’un isabetli tabiriyle “görülmemiş partizanlık” denir. İçinde bulunduğumuz halin tanımı bundan başka birşey değildir.
Milletin sandıkta vermediği bir hakkı; yetkileri kısarak, belediye yatırımları için gereken imzaları atmayarak veya kayyum marifetiyle belediyeye tamamen el koyarak geri almak aynı zamanda siyasetsizliktir. Siyaset açık ve meşru rekabet yoluyla yapılır ve rakiplerinden birinin oyunun kurallarını değiştirebilmesi siyaseti dışlamak demektir. Görünen o ki iktidar, muhalefetin elindeki belediyelerin suları akıtamaması, çöpleri toplayamaması veya maaşları ödeyememesini yani çuvallamasını bekledikten sonra bunlar gerçekleşmeyince önündeki düğmelere basıyor. Artık hangi düğme işe yararsa…
Hiçbiri işe yaramaz. Partizanlığın yapana faydası olmaz aksine millet nezdinde iktidarın özgüvenini kaybettiği ve paniklediği kanaatini pekiştirir. Oyunun oynanma şekli böylesine açık hale gelmişken, devamında yargı eliyle siyasi yasak gibi hamlelere müracaat etmek de yasaklayana fayda sağlamayacaktır. Çünkü o eşik aşıldı ve iktidarın karşısında iktidar olma potansiyeli taşıyan bir güç çoktan oluştu. Yapılan her partizanca ve hukuksuz hamle o gücü biraz daha büyütmekten gayrı netice doğurmaz.
Telaşla bütün düğmelere basmak yerine, millet kime hangi düğmeye basmak yetkisi vermişse ona saygı göstermek en akıllı yoldur.