Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Tarih, 2 Mart 2013.

Milliyet gazetesindeki

köşemin başlığı şöyle: 

Sayın Başbakan,

tarihin eli yine omzunuzda,

tarih bazen yaşarken de

yakalanır!

Yazım şöyle devam ediyor:

Evet, barış zamanıdır,

silahlara veda zamanıdır.

Silah ve şiddetin kullanım süresi

çoktan beri dolmuştur çünkü.

Bundan ötesi çıkmazdır.

Çıkmaz sokak olduğu içindir ki,

bugün artık barış koşulları olgunlaşmıştır.

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır.

Daha çok acı çekilmesin.

Daha çok insanımız ölmesin.

İnsan hayatından daha kutsal ne olabilir ki.

Onun içindir ki:

Bundan sonrası artık savaşın değil,

barış ve demokrasinin derinleşmesidir.

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı

gerçek barış ve demokrasiden geçer.

Bundan böyle hedefe kilitlenmek lazım.

Hedef de tek kelimedir:

Barış!

Hedefe kilitlenmek yerine yan yollara saparsak, ormanda ağaçların arasında kaybolursak,

resmin bütününü gözden kaçırırsak

yazık olur, yanlış olur.

“İmralı haberini Milliyet’e kim sızdırdı?”

sorusunun peşinden koşturmanın

herhangi bir yararı yok ki.

"Sabotaj"ı da geçelim, "provokasyon"u da...

Bu tavır her şeyden önce gazeteciliğe,

mesleğimizin özü olan haberciliğe

hiç yakışmıyor.

Şu da söylenebilir:

Bir gerçeği olduğu gibi yansıtan büyük bir haberle ilgili olarak sabotaj diyenlerdir,

asıl ‘sabotajcılar’ın değirmenine su taşıyanlar...

Gazete yapmak ayrıdır,

devlet yönetmek ayrıdır.

İkisi birbirine karıştırılmasın.

Kimse de kimsenin işine öyle karışmasın.

Biliyorum, ikisinin arasından geçen çizgi

bazen incelir, bazen bu yüzden kıyametler kopar.

Amerika’da Domuzlar Körfezi çıkarması,

Vietnam Savaşı, Pentagon Belgeleri

ve Watergate Skandalı yüzünden

ne kıyametler kopmuş,

gazeteci milletinin birçok değerli ferdi

kaç kez "vatan hainliği"yle suçlanmıştı.

Ama sonra o gazeteler ve gazeteciler

tarihe geçtiler, haber ve yorumlarıyla

barış ve demokrasiye sahip çıktıkları için...

Bu konuyu şimdi bir yana bırakıyorum.

Çünkü hedefin adı barıştır.

Ve bugün tek yol barış hedefine kilitlenmektir.

Daha fazla acı çekilmesin,

analar daha çok ağlamasın diyorsak,

bu konuda hakikaten samimiysek,

o zaman yan yollara sapmayalım

ve barışa kurulabilecek tuzakların kaynağına

bilerek bilmeyerek su taşımayalım.

Hiç unutmayın.

Tarih, barış yapanları yazacak.

Tarihin sayfalarına büyük harflerle geçen

onlar olacak. Buna karşılık,

bugün bin bir dereden su getirerek

ve cılkı çıkmış klişeleri çığırtarak

her Allah’ın günü muhalefet yaptıklarını

sananlar ise kendilerine ancak tarihin çöplüğünde

yer bulacaklar.

Sonunda hep savaş değil barış kazanmıştır.

Çünkü kutsal olan insan hayatıdır.

2011 genel seçimlerinden sonra yazmıştım,

“Sayın Başbakan tarihin eli omzunuzda!”

diye. Barış konusunda almış olduğu

siyasal risk ve sergilemiş olduğu siyasal cesaret dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ı kutlamıştım

o tarihlerde.

Bugün de temkinliyim. Ama risk ve cesaret konusunda

kendisini yine kutluyorum.

Şimdi geçmişe dönmenin bir yararı yok.

Ama son iki yıllık kan ve gözyaşı dönemini

keşke yaşamasaydık.

Biliyorum, keşkelerle tarih yapılmıyor, yazılmıyor. Tarih yaşanıyor.

Acılarıyla sevinçleriyle yaşanıyor. Sayın Başbakan;

Tarih bazen yaşarken de yakalanır.

Tarihin eli bir kez daha omzunuzda.

Barış fırsatı bu kez kaçmasın!

* * *

Tayyip Erdoğan,

13 yıl önce bu fırsatı kaçırdı.

Kendi dar siyasi çıkarları,

oy hesapları uğruna

bir kalemde harcadı gitti "barış"ı...

Gerçek bir barışın altyapısı olan

demokrasiden, hak hukuk

ve adaletten Türkiye'yi uzaklaştırdı.

Tek adam oldu,

zamane diktatörü oldu.

Şimdi bunca tecrübeden sonra 

tekrar kalkmış, üstelik bu defa

yanında Devlet Bahçeli'siyle birlikte

"barış oyunu"nu yeniden sahneliyor.

İnandırıcı mı?..

Benim gözümde değil.

Tayyip Erdoğan'ın

inandırıcı olabilmesi için

önce demokrasi ve hukuk

yolunda ciddi adımlar atması,

kayyım siyasetine

son vermesi lazım.

Nokta.