Türkiye'ye ve Erdoğan'a haksızlık

Pek çok meselede siyasi partiler farklı düşüncelere ve görüşlere sahip olabilir. Siyasetin doğası bunu gerektirir. Ayrıca farklı görüşlerin getirdiği zenginlik her zaman değerlidir. Bu görüşlerin değerini ve saygıya değer olmasını sağlayan kriterler son derece açıktır. Gerçeğe dayanması ve ortaya konulduğunda insana, topluma ya da ülkeye bir katkısının olması. Siyasetin aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu dikkate alırsak, sadece gerçeğe dayanmayı değil, onunla aramızdaki engelleri kaldırmayı da görev edindiğini varsayarız.

Türkiye, 7 Ekim sonrasında ortaya çıkan tabloda, gerek Gazze’de, gerekse işgal altındaki tüm Filistin topraklarında ortaya çıkan katliam ve soykırıma en net tavrı gösteren, bütün bölgesel ve uluslararası zeminlerde bunu dile getiren, insanlık adına asla vazgeçmeyen ülkelerin ilk sırasına yazılabilir. Bunun siyasi bedelinin öyle kolayca göze alınamayacak düzeyde olduğunu aklı başında herkes görebilir.

BAŞINI ÇEVİRMEK KOLAYDI

Gayet rahat ve konforunu bozmadan, olup bitene dair üç-beş açıklama yapıp durumu idare etmeyi de pekala tercih edebilirdi Türkiye. Nitekim yakın coğrafyamız böylesi politikaları soğukkanlı ve kafasını çevirerek uygulayan ülkelerle dolu. Mümkün olduğunca görmemeye çalışıyorlar. Bir şekilde yaşadığımız coğrafyaya dair yeni “düzenleme” gerçekleşirken paylarına düşecek olanı bekliyorlar.

Onların aymazlığı ve vurdumduymazlığıyla Filistin bugünlere geldi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kendilerine bahşedilen topraklarda “devlet” olduktan sonra, dünya sisteminin patronlarını rahatsız etmemek için büyük çaba sarfettiler. İkinci Savaş’ın ardından İsrail’in adım adım ilerleyişi karşısında ne denli çaresiz oldukları da malum.

HEDEFTE NEDEN TÜRKİYE VAR?

Hal böyleyken ve bu tablo herkesin canını yakacak kadar açıkken, Türkiye’yi sürekli hedef tahtasında tutmak, işbirlikçi olmakla itham etmek nasıl bir aklın ürünü? Eğer bu iç siyasetin koridorlarında ses çıkarmak için yapılıyorsa yankısı çok tatsız.

Türkiye’nin Filistin konusundaki hassasiyeti bugünle sınırlı değil elbette. Nadir zamanlar dışında Ankara, Filistin davasını yalnız bırakmadı.

Bugün ortaya çıkan manzara karşısında hassasiyeti en yüksek ve çabası en fazla takdir gören ülkelerden. Gerçekten bunu anlamak, destek olmak ve yeri geldiğinde ufuk açıcı olmak bu kadar zor mu? Hele de geçmişi Filistin konusunda emek ve gayretlerle dolu bir siyasi gelenek tarafından.

GÜÇLÜ TÜRKİYE NEDEN ÖNEMLİ?

Bu yaklaşımın ve gerçeklerden uzak ithamların, ne ülkemize, ne de Filistin’e zerre kadar faydası yok. Güçlü ve bölgesinde söz sahibi bir Türkiye’nin, sadece Filistin’e değil, yakın coğrafyamızdaki tüm mazlumlara sahip çıkmakta bir an bile tereddüt etmeyeceğine hep inandım. Bugün daha fazla inanıyor ve güveniyorum.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da bu konuda istismara kapı aralamayan, bölgedeki değişim dayatması karşısında kendi duruşumuzu temsil eden liderliğini, Gazze için de, Filistin ve Lübnan’da yaşanan acılar için de değerli buluyorum.

O yüzden gerek Cumhurbaşkanına, gerekse hükümete Filistin konusunda yapılan “işbirlikçi” gibi suçlamaları büyük bir haksızlık olarak görüyorum. Dün bu konu kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada Erdoğan’ın da gündemindeydi:

“Türkiye'nin, Filistin halkının haklı mücadelesine verdiği güçlü desteğin en yakın şahidi, bizzat Filistinli, Gazzeli kardeşlerimizdir. Böyle insani bir meseleden siyasi rant devşirmeye çalışan siyaset tüccarlarını, bugüne kadar muhatap almadık, bundan sonra da almayız. Şahsımıza, partimize ve iktidarımıza işbirlikçi iftirası atanlar, önce gitsinler, Filistin direnişine terör yaftası vuranlarla kurdukları işbirliğini sorgulasınlar.”

TEHDİTLER İÇ POLİTİKA MALZEMESİ Mİ?

Yeri gelmişken şunu da ifade edeyim. Son dönemde sıkça karşılaşıyoruz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bölgede yaşananlar üzerinden ortaya koyduğu tehdit tanımının, “iç politikaya yönelik bir korkutma hamlesi” olduğu tezini gülünç buluyorum.

Bugünün çatışma şartlarında yeterince göremesek bile, ülkemizin karşılık geldiği ciddi boşluklar var küresel sistemde. Arabuluculuk ve müzakere alanımız sanıldığından çok geniş ve bunun vazgeçilmez olduğu alanlar artacak.