Mustafa Kemal’in Askerleri

“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı hiç şüphesiz politiktir. Yani olay mesela “Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu”, “Türk ordusu mensubu”, diye tanımlanmakla yetinmeme, “Mustafa Kemal’in askeri” tanımlamasına yeni bir anlam yükleme olayıdır. O anlam ne ise politik hüviyet de odur.

Teğmenlerin o sloganı atarak kılıç çatması da hiç şüphesiz politik bir eylemdir. Teğmen oluncaya kadar o gençlere hiç şüphesiz bir askeri eylemin politik hüviyeti de öğretilmiş olmalıdır. Kılıç evet, sembolik bir kılıçtır ama, bir askeri sembol değeri de yok değildir. O sembol ne ise tam da o mesaj verilmek istenmiştir.

29 Mayıs ve 10 Kasım’larda insanların büyük kitleler halinde Atatürk sevgisi gösterilerinde bulunmaları da “Atatürk sevgisi”nden öte politik mahiyet taşır. O sevgi gösterilerinin medyada altı çizilerek takdim edilmesi de politiktir.

Teğmenlerin gösterisini İmam Hatip Mezunları Derneği Önder’de “O kılıçlar kime çekildi?” şeklinde sorgulayarak yad eden Cumhurbaşkanı Erdoğan da olayı bütünüyle politik perspektiften gördüğünü ortaya koymuştur.

CHP lideri Özgür Özel’in, “Ne yani teğmenler ‘Atatürk’ün Askerleri değil de Trikopis’in Askerleriyiz’ diye mi slogan atacaklardı?” gibi bir tepki göstermesi de politiktir.

Milli Savunma Bakanlığı’nın ve Genelkurmay’ın alacağı tavır da kimse şüphe edilmesin ki politik nitelikli olacaktır. Eskilerin Genelkurmay’ı ve Milli Savunma Bakanlığı ile yeni zamanların Genelkurmay’ı ve Milli Savunma Bakanlığı birbirinden oldukça farklıdır. Eskiden belki farklı politik tavır alınırdı, bugün farklı politik tavır alınacaktır. Hele Cumhurbaşkanı Erdoğan “O kılıçlar kime çekildi?” sorusunu sorduktan sonra…

Bu tespitleri, öncelikle, eylemin doğruluğu – yanlışlığından bağımsız olarak netleştirmek gerekiyor.

Yani kimse birbirini aptal yerine koymasın.

Şimdilerde bu eylemin oluşumunda rol alanlar hakkında karar süreci işliyor.

Belli ki eylemin “politik” niteliği göz önünde bulundurularak karar verilecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “en sert” yerden aldı konuyu. Yani “kılıç çekme” boyutundan…Acaba onu “silâh gösterme” olarak mı okudu? “Kime karşı silâh gösterildiğini” düşündü? Sokaklarda atılan “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları ile mi bütünleştirdi? 15 Temmuz’dan bu yana askeri okullar dahil, TSK bünyesinde radikal operasyonlar yapılmasına rağmen, bu olay nasıl gerçekleşti? “Anadolu’nun içinden süzülerek gelen” ve birisinin adının “İkra” olduğu Erdoğan’ın da dikkatinden kaçmayan bu çocuklar böyle bir eylemin içine nasıl girdi?

Acaba Erdoğan sokaklara taşan “Atatürk’e bağlılık” görüntülerini politik mi okuyor? Anıtkabir’e özel çabalarla getirilen “partili” grupların “Reis’e bağlılık” gösterileri alternatif bir nitelik mi taşıyor?

Teğmenlerin karşı karşıya kalacağı muamelede en belirleyici tavrın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakışına göre belirleneceğini tahmin etmek zor değil. Milli Savunma Bakanlığının da askeri kanadın da Külliye tavrını okuyarak hareket edeceği açıktır.

Özgür Özel, keskin bir dil geliştirdi. “Göreve gelirsek şimdi gönderilenleri geri getirir, teğmenleri gönderenleri göndeririz” gibi bir tavır. Bu tavrın teğmenlerin karşı karşıya kalacağı pozisyonu daha da zorlaştırması şaşırtıcı olmaz. Bunu Özgür Özel’in görmemesi de mümkün değil. Haa, daha farklı nasıl davranabilirdi, sorusunun da cevabı kolay değil. O ana muhalefet lideri, yarın iktidara geleceğinden umutlu olmalı, o tehdidi de işlevsel nitelik kazanmalı. Ama öyle olur mu, meçhul. Yarın ana muhalefet iktidar olsa bile, bugün teğmenlerin karşılaşacağı muameleyi telafi edebilir mi, o da meçhul. Burada karar vericiler sanırım, “Bu çocuklar bir cahillik ettiler, şimdi geleceklerini karartacak bir ceza verilirse bunun toplumsal yansımaları da çok kötü olur, hafif bir ceza ile geçiştirelim” yaklaşımı ile “Bugünkü olay, yarınların habercisidir, bugün göz yumulursa yarın daha büyüğü olabilir, öyleyse benzerlerine ibret olacak bir tavır sergilenmeli” yaklaşımı arasında tercih yapacaklardır. Dışardan sürece katılanlar, öyle zannediyorum ki, ikinci tavrı besleyeceklerdir.

Burada tabii, önemli bir sorun, Atatürk isminin “Siyaset aracı” haline getirilmesinde yaşanıyor.

Mevcut iktidarın “Din” üzerinden siyaset yapmasının “Din”e ödettiği bir bedel varsa – ki bence var- Atatürk üzerinden siyaset yapmanın da Atatürk’e ödettiği bir bedel var. “İstismar”a yönelik her tür hareket, bizatihi istismara konu olan alana zarar veriyor. Ve toplum olarak biz, 100 yıldır bu kısır döngüden çıkamadık. Ne yazık ki ülkenin kaderi de bu kısır döngü alanında şekilleniyor.