Düşünceye ve siyasete baskı neden giderek artıyor?

Hemen her gün “siyasi” karakterli bir soruşturma, gözaltı ya da tutuklamanın olması yahut bazı davaların Demokles Kılıcı gibi tepede sallandırılması toplum için olağanlaştıkça, bu yöntemin iktidarda alışkanlık yaptığını ifade eder. Siyaset; iktidardaki siyaset demokratik sınırlar içinde imkanlarını kullanmaktan aciz hale geldikçe yargıyı silah olarak kullanmaya daha çok ihtilaç duyar. Yargı iktidarın “siyaset yapma aracı” olunca ve yapılan da yanına kar kalınca bugün yaşadığımız tablo atmosferi esir alır.

Farklı fikre tahammülsüzlük, kendinden olmayana tepki ve en nihayet kendisini seçmeyen millet iradesiyle hesaplaşma iklimine böyle ulaştık. “Söyletmen urun” geleneği bir dirildi, pir dirildi. Bir iddiayı dile getiren gazeteci de hedefte, sıradan vatandaş da, İmamoğlu gibi belediye başkanı da, Kılıçdaroğlu gibi siyasetçi de… Kayyumculuk da revaçta, beğenmediğini tutup hapse atmak da…

Böylelikle, yargıyı siyasetin aracı yapma aşaması da geçildi ve siyaseti yargı yoluyla yapma noktasına ulaşıldı. Siyasi bir iddia, bir eleştiri veya bir kritik yapan yahut bir bilgi aktaran, cevabını siyasetle değil yargı yoluyla alıyor. Bu hal iktidar için sadece bir tercih veya güç kullanımı değil bağımlılığı da gösteriyor. Bağımlı yani başka bir yolu aklına getiremiyor, başka yolla siyasi rekabeti beceremiyor. Muhalif belediyeleri iş ve eylemleri nedeniyle siyaseten eleştirmek yerine soruşturma ya da davayla tepelemek bunun en bariz tezahürüdür. Topluma uzun uzun siyasi mesajlar vermek, gerekçeler anlatmak; yani, demokratik tartışma yöntemini kullanıp siyasi rekabeti tercih etmek tümden terkedildi. Aç bir soruşturma yaz bir iddianame… Nasılsa açan da yazan da bol. Nasılsa yapanın da yaptıranın da yanına kar kalıyor.

Fikrin, siyasetin, düşüncenin, siyasi rekabetin mahkeme kapılarına kadar geriletildiği bir dönem yaşıyoruz. Her seçimde büyük oy desteğiyle kazanan bir iktidarın asla tercih etmemesi beklenen bir tarz, tam tersine dört şeritli yol oldu, vızır vızır işliyor. İcrada, Meclis’te, bürokraside, medyada, sivil toplumda mutlak hakimiyeti tesis etmiş bir iktidarın özgüvenli ve her tartışmada kendinden emin olması gerekirken seçtiği yol güç kullanımıdır.

Bağımlılık da işte budur.

Bir noktadan sonra yargının siyasete vasıta kılınmasında koordinasyon da kalmamıştır. Zaten fikir hürriyetini yerle bir eden birçok kanun veya kanunlara eklenmiş madde varken mesela üzerine “etki ajanlığı” bahanesiyle yenilerini eklemek de planlanıyor. Ya da bir kişiyi, bir gazeteciyi, bir siyasetçiyi suçlarken başkalarının aynı fiilleri defalarca işlemiş olması umursanmıyor. Maksadın hukuk değil siyaset olduğu, adalet değil sindirme olduğu gizlenmiyor. Mesele adalet değil hedefe konulan ve haddi bildirilmesi gereken kişidir. Haddinin bildirilme eşiği de kanuna göre değil siyasete göre belirlenir. Bazısı soruşturmayla, bazısı birkaç gün yatmakla, bazısı da yıllarca hapiste kalarak haddini öğrenir! Öğrenmezse ve direniyorsa, bir daha…

Siyasetin, fikir hürriyetinin, serbest tartışma hakkının yargı tehdidi altında olduğu, yargının siyasetin emrinde çalıştığı ortamda gerçeği ve doğruyu ifade etmek daha kıymetlidir. Fikir hürriyeti refahın ve güvenliğin -bekanın- teminatıdır. Ülkenin sahip olduğu kaynakların bekçisidir ve ödenen vergileri, o vergilerin harcandığı yerleri denetlemenin en güçlü yoludur. Fikir özgürlüğü, liyakatsiz ve ehliyetsiz kadroların başının belasıdır.

Tablo tatsız olsa da yargı marifetiyle sindirme ihtiyacının bu kadar artması fikrin gücünün arttığına işarettir.