“Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyen Bahçeli, devlet aklı olarak acaba İmralı’da Öcalan’la da görüşür mü?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Bahçeli’nin Öcalan çıkışının, kadim sorun Kürt meselesinin çözüm ya da düğüm seyrini nasıl belirleyeceğine ilişkin belirsizlikler belli ki sürecek.
Zira ne AKP ne de MHP bu konuda açık bir siyaset izliyor. Zaman zaman tedavüle sokulan “Cumhur İttifakı’nda çatlak var” algısı şimdi de dolaşımda. En başından beri stratejik ortaklık olduğuna inandığım AKP-MHP fikri-idari koalisyonunu Kürt meselesi bağlamında bir kopuşa götürmeyeceğini düşünüyorum. Ama şu şerhi düşerek… Bahçeli ve Erdoğan arasında “Devletin partisi” ile “Milletin partisi” gerilimi hep var ve olacak da…
Bahçeli iktidar ortağı değil, yürütmede bir görevi yok. Ama buna rağmen Kürt meselesinde kendisini bir aktör olarak konumlamaya çalışıyor. Bu çerçevede de AKP’nin Çözüm Süreci repertuvarına bakarak başka bir yol çiziyor: “Silahları bırakın, örgütü lağvedin.”
Bu yeni bir yol haritası olmasa gerek. Oysa Türkiye’nin çatışma çözümlerine ilişkin bir hafızası ve birikimi oluştu yıllar içinde. Toplumun yeniden çağırması gereken bir hafıza…
Uzun yıllardır çatışma çözümü, Kürt meselesi, sivil toplum ve barış inşası konularında çalışan Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’in Barış Vakfı için hazırladığı “Kürt Sorunu İçin Bütünlükçü Barış Yöntemi” başlıklı raporu, yararlanmak isteyenler için böyle bir birikimi yansıtıyor.
Rapor 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Sürecine ilişkin dersler de barındırıyor.
Çelik, olası bir barış sürecinde tarafların hassas meseleleri önceden tespit etmesi önemli diyor ve Çözüm Süreci’nde böyle bir analizin yapılmadığını söylüyor.
“…müzakereler başlamadan bazı hassas meseleleri tespit etmek, süreçte çıkabilecek zorlukların daha kolay atlatılmasına yardımcı olabilir. Mesela 1998’de Nikaragua’daki Uzlaşma Komisyonu’na, süreçte yanlış anlaşılabilecek hassas konuları araştırma görevi verilmişti.”
Çelik yine olası bir müzakere sürecinin başarısını etkileyen en önemli şeylerden birinin de toplumun hazırlanması olduğunu, Çözüm Süreci’nde “Anneler ağlamasın” sloganının toplumu hazırlama açısından önemli bir dil olduğunu vurguluyor.
“Barış, yıllarca düşmanlaştırdığınız kesimle insani bir düzlemde konuşma sürecidir. O yüzden yıllarca “hain, düşman, terörist” dediğiniz kesimi toplum nezdinde insanlaştıran bir dili benimsemeli ve konuşmanın önemi topluma anlatılmalıdır. Önceki barış sürecinde bu, “anneler ağlamasın” sloganıyla toplumsal dile evrilmiştir.”
Fakat müzakerelerin topluma anlatılması konusunda genel olarak 2009-2011 dönemi başarısız sayılabilir. Habur krizi bunun en bariz örneğidir. Habur olayını Kürt kesimi “sınırdan ölülerini değil, canlı bedenlerini karşıladığımız çocuklarımız” diye görürken Türk kamuoyunun bir kısmı PKK’nin zafer nidası olarak okumuştur.2013 Ocak’ında sürecin tekrar başlatılmasında bu sefer Akil İnsanlar Heyeti kurulması, sürecin topluma daha iyi anlatılması için önemli bir adımdı. Fakat bu süreç çok kısa tutuldu ve toplumun beklentileri ve korkuları raporlandıktan sonra bu korku ve beklentileri karşılayacak adımlar atılmadı.
Mevcut hal bir barış süreci içerisinde olmadığımıza ilişkin güçlü emareler içerse de böylesi süreçlerin bir hazırlık dönemi olduğunu ve bunun da gizli yürütüldüğünü unutmamak gerekir.
Prof. Ayşe Betül Çelik güven artırıcı önlemlerin altını çiziyor ve Çözüm Süreci’nde işletilmediğini hatırlatıyor.
“En önemli güven arttırıcı mekanizmalar, insani güvenlik mekanizmalarıdır. Mesela uluslararası savaşlarda iki ülkenin anti-personel mayınlarını kullanmaması bir örnektir. Bu mekanizmalar, en çok müzakere öncesi aşamalarda etkili ve önemlidirler. Çünkü karşı tarafa değişime hazır olduğunuz sinyalini verir. Fakat bu mekanizmaların karşılıklı olması önemlidir. Bu bağlamda geçmiş barış sürecinde Kürt hareketi devletten yeni kalekolların yapılmamasını, baraj yapımlarının durdurulmasını ve askeri yolların yapımından vazgeçilmesini, devlet de Kürt hareketinden ateşkesini sürdürmesini talep etmiştir. Ne yazık ki süreçte yaşanan sorunlar bu güven arttırıcı mekanizmaları devre dışı bırakmıştır. DEM partinin barış sürecine geçiş için yapılması gerektiğini söylediği “yol temizliği” yani Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını uygulamasını ve Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılmasını istemesi de güven artıcı mekanizmalarının devreye sokulmasını istemesi olarak okunabilir.
Karmaşık, katmanlı, tarihsel bir meseleyi çözmek için siyaset üretildiğinde riskler de peşinden gelir. Zira siyasetin üretildiği toplum da karmaşıktır.
Prof. Çelik bu risklerin başında oyun bozuculara dikkati çekiyor raporunda. Bu nedenle aktörlerin, olası oyun bozucuları iyi tespit etmesi gerektiğinden söz ediyor.
Siyasetin aktörleri arasında olası oyun bozucuların kimler olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Zaten mesele urgan göstermeye, sergilemeye kadar vardı.
Kürt meselesindeki karmaşıklığın Çözüm Sürecine göre daha da arttığı açık. Çözüm Süreci’nden farklı yol ve yöntem izlendiğini yazmıştım. Bunun barışa evrilip evrilmeyeceği aktörlerin tarihten ne kadar ders çıkarıldığıyla da ilgili.
Prof. Çelik de hatırlatıyor.
“Geride bıraktığımız barış süreci aslında çok daha kolay yürüyebilecek bir süreçti. Çünkü aktörleri daha azdı. Şu an bu meselenin ulus sınırları ötesine çıkmış bir boyutu da var. Dolayısıyla artık sadece iç aktörlerle yürütülebilecek bir süreç değil. Ve bir çatışma ne kadar çok aktör ve sorun içeriyorsa o kadar zorlaştırıyor süreci.”
Burada meselenin 2011 yılından sonra Suriye’deki gelişmelerle de bağı olduğu vurgulanıyor.
Türkiye 2 Ekim’den bu yana farklı içeriklerle Kürt meselesini konuşuyor ama daha çok güvenlikçi boyutuyla... Fitili ateşleyen Devlet Bahçeli oldu. Bahçeli Türkiye’nin geleceği ile gerekçelendiriyor çıkışını. Ama tam olarak ne yapılmak istendiği belli değil. Acaba Bahçeli, iktidarın olası adımlarına karşı ön mü alıyor sorusunu buraya bırakayım ve ekleyeyim: “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyen Bahçeli, devlet aklı olarak acaba İmralı’da Öcalan’la da görüşür mü?