‘İttifak’ arayışı mı ‘çözüm’ mü ‘barış’ mı; akademisyen Arzu Yılmaz ‘Bahçeli süreci’ni değerlendiriyor

“21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde dünyada altüst oluşların olduğu bir geçiş döneminden geçiyoruz. Bu altüst oluşların içinde Türkiye yeniden hizalanıyor, hizalanması gerekiyor ve bunu yaparken de Kürtleri bir düşman ve tehdit görerek değil, jeopolitik hesaplamaları üzerinden, çıkarlar üzerinden ortaya bir ittifak çıkıyor”

Bir devlet aklı olduğu anlaşılan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı sürecin içeriği belirsizliğini korurken, Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘güç verdiği’ yeni paradigmayı anlamanın işin bam teli olduğunu çok kez yazmıştım.

15 Şubat 1999’da Kenya’dan Türkiye’ye getirilen Abdullah Öcalan’ın Bahçeli’nin ana aktör olduğu süreçle ilgili yapacağı çağrı da yeni paradigmayla ilişkili olsa gerek.

Öğrendiğim kadarıyla Öcalan’ın yapacağı çağrı kategorik bir çağrı olacak. Öcalan’ın silahlı mücadelenin miadını doldurduğunu, siyasetin başka araçlarla yapılması gerektiğini söylemesi süpriz olmaz. Kürt siyasetinin dönüştürülmesi yeni bir perspektif olarak deklare edilebilir.

Bu Gültan Kışanak’ın Kürt meselesinin ‘araçsallaştırılması’ dediği şeyin de önünü almak anlamına gelecek.

Tabii bu konuda devlet ve Kürt siyasetinin dili ayrı… 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Diyarbakır İl Kongresi’nde söylediği sözlerini hatırlayalım:

“… Bölücü örgütün baskısı dolayısıyla bir Türkiye partisi olma vasfını kazanamayan siyasi yapıya bu yönde kendini geliştirme fırsatı verilmesi…”

Bu ifade sivil siyasetin önünün açılması anlamına gelecek mi göreceğiz. Öcalan’ın çağrısı  sonrası gelişmelere bu perspektiften bakmak gerekiyor.

Peki bu sürece nasıl yorumlamak gerekiyor ya da paradigma değişikliği bağlamında yeni süreci nasıl okumak gerekiyor?

Bahçeli’nin “Türk-Kürt kardeşliği” dediği şey, bir Kürt-Türk ittifakına dönüşür mü ya da taraflar ittifaktan aynı şeyi mi anlıyor?

Geçen hafta sonunda Halkların Demokratik Kongresi’nin düzenlediği konferansa katılan akademisyen Doç. Dr. Arzu Yılmaz’a sordum.

İşte yanıtları…

Doç. Dr. Arzu Yılmaz

- Bahçeli “Kürt-Türk kardeşliği” dedi. Kimi entelektüel ve siyasetçiler “Kürt-Türk ittifakı” dedi. Paradigma değişikliği denilen şeyi bu tanımlar içinde nasıl yorumlamak gerekiyor?

Eğer kasıt Öcalan'ın gönderdiği mesajda referans verdiği paradigma değişikliği ise o paradigma değişikliği Bahçeli ve Erdoğan'a adreslenerek bahsedilmiş. Dolayısıyla da Öcalan'ın kendi paradigmasından ziyade Bahçeli ve Erdoğan'ın şahsında bir devlet paradigmasındaki değişiklikten söz ediliyordu. Mevcut dinamikler, parametreler üzerinden baktığımızda ve devletin bugüne kadar bu süreç çerçevesinde geliştirdiği söyleme baktığımızda, yanılıyor olabilirim ama, konunun muhatapları buna açıklık getirmediği için yoruma açık bir süreç… Benim yorumum şu: Neydi 20. yüzyılın paradigması “Kürtler Türkiye'nin bekasına karşı bir tehdittir. Ve dolayısıyla da düşmanlaştırma… İşte mümkünse asimile etme, mümkün değilse imha etme gibi… Şimdi eğer bir paradigma değişikliği varsa, Kürt ve Türk bir masanın etrafında herhangi bir şey müzakere ediyorsa bunu sadece Kürtler ve Türkler özelindeki dinamiklerden ibaret sayamayız. Çünkü onlar da küresel olanın içerisinde yeniden hizalanıyorlar. Bir barış zamanında değiliz, bir savaşın ortasındayız.

- Bu bağlamda Orta Doğu’da, Ukrayna’da gördüğümüz savaş ve çatışmalar kurucu bir savaş mı?

Bu benim kişisel analizim değil. Uluslararası literatüre referansla söyleyecek olursak genel bir ortak kanaat ortaya çıkmış görünüyor. O kanaat de şudur ki, çoklu krizin içerisinden geçtik. İşte bu normlar krizi, siyasi meşruiyet krizi, ekonomik kriz ve kural temelli uluslararası sistemin çözülmesi gibi böyle bir krizli ortamdan geçtiğimiz süreçte artık biz bugün geldiğimiz aşamada işte Batı'nın dünya üzerindeki hakimiyetini sonuna gelindiği konusunda uluslararası ilişkiler literatüründe genel bir kabul anındayız. Kimilerine göre eskinin yıkıldığı ama yeninin daha inşa edilmediği diye tarif edilir. İşte biz bu anı nasıl tarif edeceğiz diye baktığımızda şöyle bir gerçeklik var ortada. Artık politika yapıcılara ya da politikanın nasıl şekillendiğine baktığımızda aktörlerin siyasi meşruiyet arayışında olmadığını, güç temelli politikaların belirlediğini görüyorum.

- İsrail’in Gazze’de yaptıkları güç temelli politikaların somut örneği galiba…

İsrail bunun somut örneği, Rusya'nın Ukrayna işgali bunun somut örneği, Türkiye'nin son 10 yıldır dış politikası bunun somut bir örneği. Geldiğimiz noktada kurucu şiddet kavramı, zamanın ruhunu ve dolayısıyla savaş zamanı ruhunu ya da zamanımızdaki politikayı, yani bugünün siyasetini anlatan en kullanışlı, en açıklayıcı kavram.

Sorunuza dönecek olursak; 20. yüzyılın sonuna geldiysek, eski paradigmanın en önemli aktörlerinden biri çıkıp başka bir şey söylüyorsa o zaman bu paradigmadaki değişiklik nasıl tarif edilebilir? Eskiyle karşılaştırmalı tarif etmek icap edecekse ve söylediklerine baktığımızda… O zaman tehdit olarak görülen ve düşmanlaştırılan Kürt’e karşı jeopolitik çıkarlar çerçevesinde ortaklık ya da Bahçeli'nin terminolojisinde ‘kardeş’ olan Kürtler… Sırrı Süreyya Önder’in “devletin kafası henüz net değil” dediği şey de, yorum tabii ki bizimkisi, bunun içinden çıkabilir. Bu bağlamda çıkarı, jeopolitik üzerinden tanımlamamın nedeni de küresel olup bitene ilişkin analizlerden kaynaklanıyor.

- Nedir o?

Liberal dünya düzeninde ekonomik çıkarların diğer bir tüm hesapların önüne geçtiği ve politikaların ekonomik çıkarlar üzerinden şekillendiği bir dönemi geride bırakırken artık jeopolitik hesaplamalar ekonomik çıkarlarının önüne geçtiği gibi… Ki bunu da uluslararası ilişkiler literatürlerine referansla söylüyorum, birtakım çıkarsamalar var. Dolayısıyla Türkiye de bugün geldiğimiz aşamada bu paradigma değişikliğini olmakta olana karşı Türkiye'nin Kürt politikasında bir paradigma değişikliğine gittiği… Bu Öcalan'ın iddiası…

Halkların Demokratik Kongresi’nin düzenlediği konferans

- Ki Öcalan’la yapılan ilk görüşmeden çıkan 7 maddelik açıklamada şöyle bir detay vardı, Öcalan orada “Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigma”  demişti. Biz bu cümleden o paradigmanın başka bir yerde oluşturulduğunu anlıyoruz.

O başka bir yer, bence devlet… Cengiz Çiçek bu konferansta ifade etti. Öcalan'ın her zaman, Oslo ya da İmralı sürecinde olsun, spesifik olarak iktidardaki siyasi aktörlerden ziyade muhatap olarak devleti telaffuz ettiğini söyledi. Muhtemelen ‘o başka’ yer, buna özellikle açıklık getirmemin nedeni, Türkiye'de ‘o başka yer’ hep bir üst akıl ya da dış akıla göndermeyle söyleniyor. Ama benim anladığım Öcalan'ın kendi artikülasyonunda ve Öcalan'la yakın çalışma imkânı olan insanların altını çizdiği üzere, o başka yer en fazla devlet olabilir ki zaten işin açıkçası bu sürecin en başından beri bu bir devlet projesidir ön kabulü sıklıkla başkaları tarafından da dile getirildi. Dolayısıyla ben bu paradigma değişikliğini 20. yüzyılın sonuna gelindiğini idrak ettiğimiz, 21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde dünyada altüst oluşların olduğu bir geçiş döneminden geçiyoruz. Bu altüst oluşların içinde Türkiye yeniden hizalanıyor, hizalanması gerekiyor ve bunu yaparken de Kürtleri bir düşman ve tehdit görerek değil, jeopolitik hesaplamaları üzerinden, çıkarlar üzerinden ortaya bir ittifak çıkıyor. Bunu kendimce böyle analiz ettiğim zaman bundan da ‘barış’ çıkmıyor, bundan çıkan ‘ittifak.’ Eğer bir savaş anındaysak zaten bu savaş anında mümkün olan da ittifaktır. Barış bundan sonra, çözüm bundan sonra… Bunlar aslında parça parça birçok insanın başka türlü söylediği şeyler. Tutarlı ve bütünlüklü, analitik bir bakış açısıyla bir perspektife oturttuğum zaman bu mevzudan Kürt sorununa çözüm bulalım, Kürtlerin eşit haklarını tanıyalım vs çıkmaz. Bu ittifakla birlikte yeni bir hukuk, yeni bir toplumsal sözleşme, çünkü kurucu şiddet dediğimiz şey böyle bir şeydir, bunun nihayetinde yeni bir sözleşme çıkacaksa bu savaşın sonunda o toplumsal sözleşme Kürt ve Türk barışına zemin hazırlayabilir. Evet bu mümkündür. Şu anda olan şey an itibariyle bir ittifaktır. Ne bir çözüm ne bir barıştır.

- ABD’nin Suriye sahasında yaptıklarını nasıl anlamlandırmamız gerekiyor?

Amerikan yönetimi yeniden maksimum baskı politikasına dönüyor. Dolayısıyla da bu maksimum baskı politikasına döndüğünde Türkiye'ye buradan yine bir ekmek çıkabilir. Fakat şu nüansı unutmamak gerekiyor. İsrail’in 90'larda ve 2017 döneminde İran'a karşı kafadan pozisyon aldığı bir dönem yoktu. İbrahim anlaşmaları gibi, Körfez ülkeleri ve İsrail yan yana geldiği bir durum yoktu. İran'ın Lübnan, Gazze, Suriye'de kolunun kanadının kesildiği bir dönem var bugün. Dolayısıyla da yenecek ekmek pek öyle karın doyuracak bir ekmeğe benzemiyor diyebiliriz bundan dolayı. İkinci önemli konu ise Batı ittifakının kendi yarasına merhem olacak bir durumda olmaması,  bunun ötesinde de Amerika'nın da zaten spesifik olarak Trump ikinci döneminde Orta Doğu’ya açıkça hiçbir ilgi duymaması. Sıklıkla acaba Amerika'nın politikası ne olacak konusunda ABD’deki meslektaşlarımla konuşuyorum. Şunu söylüyorlar; Washington’ın gündeminde Orta Doğu yok, Kürtler yok. Bu yeni bir durum değil, Biden döneminde de büyük ölçüde böyleydi. ABD 90’larda bütün gövdesiyle, Trump’ın ilk döneminde de IŞİD’le savaş nedeniyle Orta Doğu’daydı. Şimdi o da yok. Dolayısıyla bu farkları göz önünde bulundurduğumuz zaman Türkiye'ye burada bir alan açılacak öngörüsünde bulunmanın bir yanı ile yeri varsa da bundan faydalanma kapasitesinin değişen parametreler ve dinamikler bağlamında eskisiyle karşılaştırıldığında çok daha az olacağını eklememiz gerekiyor.

- Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e dönük olarak “Bu terör devleti durdurulamazsa gözünü er ya da geç Anadolu'ya dikecektir” sözlerini hatırlarsak, yeni Orta Doğu denkleminde Türkiye-İsrail karşı karşıya gelebilir mi? Ya da İsrail-Türkiye arasındaki denge Kürt meselesi bağlamında nasıl şekillenebilir?

İsrail’in doğduğundan beri Orta Doğu’da dış politikasına yön veren temel prensip neydi, bir Arap muhalefetine karşı Arap olmayan ülkelerle ilişkiler. Bu bağlamda İsrail uzun yıllar İran ve Türkiye'yi ilişkilerinde önceledi. İsrail-Türkiye ilişkilerinin kurucu bir tarafı vardır. Türkiye Orta Doğu’da tek NATO ülkesi ve İsrail’in Batı ile ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda bu sözünü ettiğimiz İsrail dış politikasının Türkiye’yle bağlarını güçlendiren bir de böyle ikinci bir tarafı oldu. Bir de 90’lar sonrası Amerika'nın yeni dünya düzeni ve yeni dünya düzenini Orta Doğu üzerinden dönüştürme projeksiyonunda İsrail ve Türkiye’yi, tabii bu arada İran'ın denklemden düştüğünü de hatırlatmamız lazım, İsrail ve Türkiye üzerinden bu yeni düzenin kurulması gibi ki o onun içinde de Öcalan’ın yakalanıp Türkiye'yi teslim edilmesinde Amerikan İsrail ve Türk istihbaratının üçlü çalıştığı da herkesin malumu olan bir şeydir. Ve dolayısıyla da 90’lar sonrası yeni dünya düzeninde Orta Doğu’nun dönüştürülmesi çerçevesinde yeniden bu ilişkiler perçinlendi. Ama biz bugün geldiğimiz aşamada bu ilişkileri anlamamıza yardımcı olan faktörler, dinamikler, parametreler değişti.

- Türkiye-İsrail ilişkilerinin doğası değişti demek istiyorsunuz?

Tüm Arap dünyasının İsrail’e karşı olduğu dönemin çok uzağındayız. İkinci parametre NATO… O da değişti. Orta Doğu da değişiyor. Bunu ben uzun zamandır söylüyorum. ABD’nin Irak’ın işgalinde yaşanan travmadan sonra Amerikalı politika yapıcılar Orta Doğu ile yeni politika üretmekten vazgeçti. Yani bunun üzerine Çin, Asya’yı koyunca… Zaten yapmaya çalıştıkları bir işe yaramadığı noktada bir de jeopolitik yeni dinamikler ilgiyi Orta Doğu’dan Asya'ya yönlendirmeye zorunlu kıldığı durumda, 2009 ilk çekilme kararından, ilk Obama döneminden beri Amerika'nın Orta Doğu politikası falan yok. Hatta en fazla şu söylenebilir. Obama döneminde nükleer anlaşmayla İran'ı da sisteme entegre edebilir miyiz, off shore balancing dedikleri, yani bizim bir projemiz yok ama siz kendi aranızda bir denge yeni bir güç dengesi oluşturun, biz de size destekleyelim. Böyle bir pozisyon. Türkiye'nin o sözünü ettiğim İsrail'le ilişkilerinde bir de böyle bir bir oyun kurucu projesi de yok. İsrail-Türkiye ilişkilerine odaklanan uzmanlar var. Haddimi aşmak istemem ama sorduğunuz için söyleyeyim. İsrail Türkiye ilişkileri konusundaki uzmanları okuyarak bu analizi yapıyorum. İsrail- Türkiye ilişkilerini şekillendiren dinamiklerin doğasında bir değişim var. Biz bunların sinyallerini görüyoruz Mavi Marmara’dan beri… Eski düzendeki ilişkilerin yürümesinin zorluğuna işaret eden birçok emare var. Bunu teslim ettikten sonra şunu bilmiyoruz. Bu ilişkilerin yeniden restore edilmesi, yeni dinamikler üzerinden yeniden bir dengeye oturtulması mümkün olacak mı olmayacak mı? Bunu da sanıyorum gösterecek olan Suriye sahası. Bugün Orta Doğu’da iki revizyonist politika izleyen bölgesel güç var. İran da onlardan biriydi ama şu anda denklemden düşmüş görünüyor. Dolayısıyla o iki revizyonist ülke İsrail ve Türkiye. Bunu da ekledikten sonra o değişen doğasının ötesinde bir de revisionist politikaları izleyen bir dış politik tercihleri de göz önünde bulundurduğumuzda farklı şeyler de olabilir. Farklı olanın neye benzeyeceğini de Suriye sahasında göreceğiz diye düşünüyorum. Bunun tabii ki sadece Suriye değil aynı zamanda Doğu Akdeniz'le de alakası var. Çünkü Avrupa'nın güvenliği bugün Doğu Akdeniz'den başlıyor. Bu sadece göç meselesiyle değil enerji hatlarıyla da ilgili. Dolayısıyla Türkiye uzun yıllar, tariflemeye çalıştığım 20. yüzyılın dengesi içerisinde jeostratejik önemini bir enerji koridoru olarak değerlendirdi, kıymetlendirdi AKP döneminde…

- O kıymet azaldı mı?

Evet. Çünkü yeni başka şeyler oluyor. Trump işte Gazze’yi turistik yer yapacakmış. Hani onlar mı bizi aptal zannediyor ya da onlar o kadar aptal olsa bile dünyanın geri kalanının o kadar aptal olmadığını varsayabiliriz. Bugün Avrupa jeopolitiğinin merkezi olan Doğu Akdeniz’e kıyısı olan bir Gazze’den söz ediyoruz. Yok oraya güzel apartman dikermiş otel yaparmış! Suriye'nin Akdeniz'e kıyısının olması bir avantaj. İsrail, Mısır, Yunanistan, Kıbrıs… Zaten Türkiye'nin dışında bırakıldığı bir durum var. Bir de bunun üzerine Suriye yeni paylaşım alanı olarak ortaya çıktı. Türkiye bugüne kadar ne yapıyordu? Kürt meselesi üzerinden İran'a karşı bir çevreleme oradan kendine vazife çıkarıp Kürt meselesi üzerinden o vazifeyi ifa ediyordu. Şimdi de Kürt meselesi üzerinden yeniden oluşan Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik mimarisi dışında olma halini yine Kürt meselesi üzerinden aşmaya çalışıyor. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda Suriye Suriye’den ibaret değil. Doğu Akdeniz'in bir parçası olarak gördüğümüzde İsrail-Türkiye ilişkisinin çatışma ya da uzlaşma, ne olacaksa, bunun müzakere edileceği mekân Suriye olacak gibi görünüyor. Suriye sahasında İsrail ve Türkiye arasında olup bitenler bu her iki ülkenin, en başta da Doğu Akdeniz'deki çıkarları ve Orta Doğu’nun yeniden şekillenmesinde nereye oturacağını dengenin hangi noktada kurulacağına ilişkin bize önemli bilgi verecek diye düşünüyorum. Türkiye’nin Soğuk Savaş boyunca Yunanistan’la kendisi arasında Batı ittifakının parçası olarak sürekli Yunanistan’la bir mütekabiliyet prensibi içerisinde oldu. Benim görebildiğim kadarıyla yeni 21. yüzyıl Orta Doğu denkleminde İsrail’le Batı’nın geleneksel ve kadim mütefikleri olarak, İsrail'le böyle bir müteakkabiliyet mümkün olabilir mi diye zorlayacak. Bunun da Türkiye-İsrail ilişkilerinde takip edilmesi gereken bir başka dinamik olduğunu eklemek isterim.