Bahçeli’nin MHP grubuna bu hafta yaptığı son konuşmanın metni için belki “ülkücü-binyılcı” veya “eskatolojik” denilebilir. Bu nitelemeler fazlaca cafcaflı bulunuyorsa, konuşmanın yarınki seçimi hedef alır gibi görünerek en az yüz yıllık bir geleceği etkileyecek olaylar zincirini tetiklemek amacı güttüğü belirtilebilir.
Bahçeli ve ardındakiler, girişini gösterdikleri bu patikayı çıkışsız, seçeneksiz, tek yön kılmak için uğraşmaktadır. Bu patikada ilerlemenin bugün veya yarın ödenebilecek olası ağır bedelini de yüzyıllık hatta yüzyılı da aşan vadede hepimiz için katlanılır, katlanılması gereken, katlanmaya değer bulduklarını dışa vurmaktadır. Bahçeli’nin sözkonusu konuşmasını ciddiye almamak; içerdiği alışageldik sözcük oyunlarına bakarak hafifseyip, dalga geçmekle yetinmek hata olur.
Ülkemizin demokrat cumhuriyetçilerinin bu konuşmanın “apokaliptik” özünü teşhir etmeleri gerekir. Bunun karşısına -tarihçilerin deyişiyle- “tanzimatçı kafaya” dayanan güçlü bir reddiye ile çıkılmalıdır. Cumhuriyetimizin gerçek tarihsel yönelimini ve organik kimliğini ortaya koyan bir alternatif “büyük anlatı” kurgulamak bence zorunludur hatta yaşamsal önemdedir.
Erdoğan ve Bahçeli’nin ortaklaşa önümüze sürdüğü “tarihsel fırsat penceresi” önermesi, demokrat cumhuriyetçi muhalefet tarafından -günümüzün moda deyişiyle- satın alınmamalıdır. Çünkü bu önerme Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin ve II. Mahmut’tan bu yana tarih akışının “doğal” gelişmesi değil, aksine onu “paranteze alma” girişiminin tamamlanması olacaktır. Önerilen bir ileri sıçrama değil karanlığa gözü kapalı bir atlayıştır.
Dışarıdan bakış birbirlerinden apayrı gözüken gelişmeler, yaklaşımlar, girişimler Ankara’dan bakışla sözkonusu pencerenin ardına dek açıldığını ve kısa bir süre için devam edecek bu durumun mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini düşündürüyor olmalı. Üstelik, Erdoğan’ın yeniden seçilme, ahiretini kurtarma, miras bırakma, ikinci (ama tersten) Atatürk olma kaygıları da olanlara zihinlerde eşlik ediyor herhalde. Bu bağlamda:
Kıbrıs’ta iki devletli çözüm dayatılarak Hatay benzeri iltihaka göz kırpılıyor.
İlelebet terörle mücadele adı altında Suriye ve Irak’ta siyasi hedefi olmayan kalıcı askeri harekâtlar yürütülen, askeri varlık bulundurulan alanların “siyasal çözüm” kisvesiyle ilhakı tahayyül ediliyor.
Aynı zamanda içeride de Öcalan eliyle DEM’i CHP’den ayırıp, Kürt sorununu siyasal boyutundan koparıp tümüyle güvenlik boyutuna tıkamak, böylece tüm ülke için gerçek demokrasi amacını olanaksız kılmak öngörülüyor.
Trump’ın senato, temsilciler meclisi, halk oylarının üçünde de çoğunluğu almasıyla aşırı güçlü olacağı ikinci başkanlık döneminde Irak ve Suriye’den toptan çekilmesi bekleniyor.
Türk dünyasına 34 harfli yeni alfabe öneriliyor.
Netanyahu’nun kuzey Gazze’yi ve güney Lübnan’ı insansızlaştırması, Batı Şeria ve Golan Tepeleri’ndeki İsrail egemenliğini pekiştirmesi, Suriye’de Şam dahil seçtiği Hizbullah ve İran hedeflerini dilediği zamanlamayla vurması, İran misillemeye kalkışırsa bu defa petrol üretimi ve nükleer enerji tesisleri dahil karşı misillemeyle yanıt verecek olması önünde cılız bir çekince dahi kalmaması, “o kurallar kitabını hepten çöpe atabiliyorsa biz neden benzerini yapmayalım” diye düşündürtüyor.
Putin’in Abhazya, Güney Osetya, Transnistriya, Kırım ve şimdi Donbas’ın üzerinde oturması ve oturduğu yerden kaldırılamaması da öyle.
Dolayısıyla, Erdoğan ve Bahçeli’nin kurduğu oyun sahnesinin asgari ücret, fındık fiyatları, atanamayan öğretmenler gibi konu başlıkları gündemde tutulmaya çalışılarak gerektiğince karşılanabileceğini ya da sözkonusu sahnenin bunlar konuşulamasın diye kurulduğunu düşünmüyorum. Aksine 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından veya 15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye’nin belirli bir patikaya zorla sokulduğu, tarih akışının yapay bir yatağa verildiği kanısındayım.
O yolda islâmcılar ülkücülerin, ulusalcıların, derinlerin sırtına bindiklerini sanarlarken, aslında bunun tam tersi mi geçerlidir onu bilemem. Bununla ilgilenmem de. Çünkü kim kimin sırtında veya kim kimi öne iterek yolculuk ederse etsin varacağımız yer aynı cehennem olacaktır. “Güvenlikçi” diye utangaçça tanımlanan politikalar aslen irredentist, ekspansiyonist, revizyonist politikalardır. “Güçlü” denilen rejimin temel nitelikleri de totaliter, kleptokratik ve nepotist olmaktır.
Demokrasiyle taçlanacak cumhuriyet ülküsü ise yakınlaştıkça uzaklaşan bir serapa dönüşmüştür. “Tabuta çakılan son çivi” benzetmesi de kuşkusuz yoruldu. Hem çakılan çivi sayısı, hem çivilerin çakılma hızı öyle sersemletici bir hızla arttı ki toplumda umarsızlık, bezginlik, bitkinlik derinleşti ve yaygınlaştı. Ord. Prof. Dr. Kalaycıoğlu’nun sürekli dikkat çektiği üzere torba yasalar ve KHK’lerle yönetim cumhuriyetin temellerini dinamitledi.
Noter yasası torbasına doldurulan “etki ajanlığı” düzenlemesi de son çivilerden başlıcası olacak. Suç tanımı uydurma ama yasalaştığında iktidarın cephaneliğine ölümcül bir silâh eklenecek. O zaman yukarıdaki noktaları alt alta sıralamak da ihanet sayılacak. Belediyelere kayyum atamalarıyla at başı yürüyen bir “yurttaşa kayyum atama” uygulaması bu.
Bu ortamda “Erdoğan seçim, Bahçeli çözüm düşünüyor” yahut “Bahçeli barış getirecek ama Erdoğan el freni çekiyor” yollu yaklaşımları alabildiğine sığ buluyorum. Sanki alınacak ders kalmış gibi halen dahi “Kolombiya, Güney Afrika, Kuzey İrlanda…” diye söze girilmesinin de niyet iyi dahi olsa aymazlık olduğunu düşünüyorum. Unutmayalım BAAS esinli, Kondor Harekâtı benzeri, operet veya “pronunciamiento” tarzı türlü türlü darbeler yaşadık. Ancak “başarısız” olan girişim denli köktenci etki yapanını görmedik.
İlla çıkaracak ders arıyorsak İspanya’nın 1975-82 deneyimine bakmayı daha anlamlı buluyorum. Bu döneme bakarken de anlatıya ETA odaklı yaklaşmadan, büyük demokratik dönüşümü, atlatılan 1982 darbe girişimi badiresini ve adı konulmadan varılan “Özerklikler Devleti” son durağını mercek altına almayı öneriyorum. Tüm bu sürecin dümeninde bulunan eski Frankocu başbakan Adolfo Suarez’in özellikle incelenmeye değer bir merkez sağ siyasetçi karakteri olduğunu düşünüyorum.
Şuur ve tasavvur gerekiyor bize. Önümüze sürülen yamuk tasarımın, merdivenaltı üretilmiş çakma kimlik, yönelim, tarih ve gelecek anlayışının karşısına bambaşka, gerçeklere dayandığı için doğru olan organik bir büyük anlatı gerekiyor. “Büyük Türkiye” ülküsünü, büyüklükten anladığımızı güncelleyerek sahiplenmemiz gerekiyor. Topraklara toprak katarak büyümüş, Batı’dan temelli kopmuş, kendi içine kapanmış, parti-devlete dönüşmüş bir ülke değil bu.
Çerçeveye kafasını sokabilmek için kimsenin kimseyle itişmeden kendine rahatça yer bulabildiği bir Türkiye. Bir yandan tarımıyla hayvancılığıyla öz değerlerine dönmüş, bir yandan ileri teknolojisiyle çağı yakalayıp aşmış bir ülke. Bilimiyle, eğitimiyle, hukukuyla, özgürlüğüyle, eşit yurttaşlığıyla hem yapay zekâ çağına hem iklim felaketine hazırlıklı; canlı, diri, bilinçli, umutlu bir toplum.
Girişte değindiğim “tanzimatçı kafayla reddiye” davetimi “kavak ağacında balina arayanlara, deniz dibinde sincap araştıranlara, totoloji batağında biteviye çırpınanlara benzeyerek” yinelemiş olayım: Sarıkamış ile Dumlupınar, gözükaralık ile gözüpeklik, hamle yapmakla kaçıncı katta olduğunu dahi bilmeden koşup camdan atlamak, tasarlamak ile düş kurmak aynı şeyler değildir. Anlaşılmadıysa: Dimyat’a pirince gitmeye yeltenen çoğu zaman evlerindeki bulgurdan da olur.
Özetle “tarihsel fırsat penceresi” denilen, esasen hepimizi yutacak bir kara deliktir. Bilindiği üzere, kara deliğin olay ufkuna bir kez giren maddesel oluşum ve ışınım artık o çemberden kaçamaz. Kara deliğin olay ufkuna girmek üzereyiz.
Işıkların hepten sönmesine çeyrek kala gelin silkinelim, alacakaranlıkta el yordamıyla da olsa birbirimizi bulalım. Cumhuriyeti savunmak ve onu demokrasiyle taçlandırmak için gelin canımızı dişimize takalım. Günbatımını tanyerine döndürelim. Çoğulcu laik yeni cumhuriyet düşüncesini birlikte örelim, karşısına en azından şimdilik kimliklerimizle çıkmayalım.
Duymak isteyenlere, duyarlarsa dinleyeceklere, dinlerlerse alınmayacaklara içten çağrım direksiyonda uyumamak, gözleri yoldan ayırmamak, zinde ve cüretkâr olmak. Zaman hızlanarak daralıyor. Kimileri kendi karanlık ve kirli tasarımları için bir pencerenin açıldığını varsayarken, çelik kapılar bizim ortak geleceğimizin üzerine artık temelli kapanıyor.