Kürt meselesinde hiçbir şey olmasa bile…

Siyasi klasikler arasına giren “hiçbir şey olmadıysa bile, bir şeyler oldu.” cümlesini kullanmanın yeridir.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında “Şayet terörist başının tecriti kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin.” sözleri ile Kürt meselesindeki tartışma çıtasını çok yüksek bir noktaya taşıdı.

Bu saat itibarıyla çözüm yolunda herhangi bir adım atılmasa, bu tartışma ülke gündemini meşgul eden birçok başlık gibi 2-3 ay sonra yerini başka konulara bıraksa bile daha önce ‘Öcalan’a ev hapsi’ talebinin cesaret istediği bir ortamda çok daha ileri bir ihtimal telaffuz edilmiş oldu.

Öncelikle Bahçeli’nin Öcalan’ın mecliste konuşması önerisini sözlük anlamıyla alıp meseleyi sadece bu ihtimale indirgemek süreci basitleştirmek olur. MHP lideri bu teklifi ile aslında bu noktaya kadar çok geniş bir esneklik alanının tartışılabilmesinin zeminini oluşturdu.

Bugünün psikolojisi daha çok kimin konuştuğu üzerine yoğunlaşmış durumda. Bir süre sonra ne söylendiği ve ne söylenmediği üzerinde durulduğunda daha sakin bir ortamda süreci değerlendirme şansı olacak.

Elbette Bahçeli’nin böyle bir hamle yapması çok belirleyici. Ama unutmayalım birinci çözüm süreci Bahçeli muhalefet ettiği için başarısız olmamıştı. İç ve dış dengelerin ya da dengesizliklerin kümülatif bir çıktısı olarak PKK silah bırakmaktan vaz geçti.

Bahçeli’nin dün konuşulmayan bir hadiseyi bu kadar ciddi bir şekilde gündeme taşımış olması kendisinin siyaset kurucu rolünü gösteriyor. Ancak muhtemel bir sürecin başlaması –ki daha başlamış bir süreçten bahsetmek zor, onun başarı ile nihayetleneceği anlamına gelmiyor.

Bahçeli konuşması ile meselenin en popüler, en tartışmalı, en sembolik başlığına değindi. Ancak Kürt meselesini Öcalan ve çağrısına indirgemek ve sadece bu denklem ile sorunun nihayetleneceğini düşünmek aceleci ve yanlış olur. Eğer açılan bu gündemin içi siyasi bir paket ve vizyon ile dolarsa işte o zaman sahici bir süreçten bahsetmek mümkün hale gelir.

Toplum olarak benzer olaylarda hemen bir ‘devlet aklı’ ve onun kapsamlı, detaylı ve kusursuz planlarından bahsetmek kolayımıza geliyor. Halbuki o akıl siyasilerden, çevrelerindeki dar elitlerden ve bürokratlardan oluşuyor.

Aksi takdirde o her şeyi düşünen devlet aklı Türkiye teröre bu kadar maliyet öderken köy yakmaktan başka neden bir çözüm üretemedi ya da ülke muhafazakarların sancıları ile boğuşurken post-modern darbeden başka bir alternatif neden bulamadı, burnumuzun dibinde jeopolitik kırılmalar yaşanırken neden yıllarca oturup bekledi diye sormak gerekir.

Konu uzun. Bugüne dönersek Bahçeli’nin hamlesine siyasi bir ruh üflenmesi gerekiyor. Bunu yapabilecek ana aktör ise iktidarın büyük ortağı AK Parti ve elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan.

AK Parti birinci çözüm sürecinin tecrübesi ve o sırada aktif olan isimlerin önemli bir kısmını içinde barındırması sebebiyle bunu yapabilecek potansiyele sahip. Mesele 2015’ten bugüne ülkenin ve iktidarın içinden geçtiği süreç sonunda AK Parti’nin siyasi kaslarının aynı kuvvete sahip olup olmadığı.

Dün akşam saatlerinde Ankara’da TUSAŞ’a gerçekleşen saldırı aynı önceki süreçlerde olduğu gibi sağlam sinirlere ve güçlü bir iradeye sahip olunması gerektiğini ortaya koyuyor. Muhtemel bir süreci baltalamak isteyenlerin sadece örgüt içinde olabileceğini de düşünmeden kapsamlı ve risk haritası oluşturulmuş bir plan gerekiyor.

İki gün öncesine kadar sadece söz olarak duran bir süreç silahların yeniden konuşması ile sahici bir tehdit ve fırsat alanının kapısını açmış durumda.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Diyarbakır’dan başlattığı ziyaret trafiği ve dün yaptığı açıklamalar ilk süreçte olmayan bir artı olarak değerlendirilebilir. Gensorular ve şiddetli muhalefet ile ilk çözüm sürecine karşı çıkan, bugün ise birinci parti konumunda olan CHP’nin konjonktürel olarak ve muhtemel oy hesapları ile değil sahici bir söylemle yola çıkması bir avantaj olur.

Kürt seçmen nezdinde hala soru işaretleri cevaplardan fazla olan CHP’nin liderinin Diyarbakır’daki “Kürt’ün sorununun olup olmadığına Kürtler karar verir, devlet karar veremez. Kürtlerin sorunu Kürtler ‘Sorunum kalmadı’ diyene kadar vardır ve çözülmesi gerekir. Birisine ‘Senin sorunun yok.’ demek otoriterliktir. … Ülkede bütün vatandaşların istediğini konuşabildiği, istediği dilde konuşabildiği, kamuda temsil edildiği, siyaset yapma haklarının olduğu, ayrıştırılmadığı, hukuki öngörülebilirliği olduğu bir ülke olana kadar CHP çalışmaya ve mücadeleye devam edecektir.” sözleri Türkiye’nin ve CHP’nin meseleyi ele alma biçimi açısından önem taşıyor.

AK Parti, CHP, MHP, DEM Parti bu konuda en azından birbirini reddetmeyen konumlara gelmiş ise bu kolay yakalanabilecek bir fırsat olarak görülemez. Ancak dünkü saldırının da gösterdiği gibi mesele sadece Öcalan’a sadece MHP’ye ya da bir siyasi aktöre indirgenemeyecek kadar ciddi bir sorun. Tam da burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderler zirvesi yapması ya da sürece katkı verecek aktörlerle temas etmesi ülkenin önündeki mayınlara karşı bir güvenlik alanı oluşturabilir.

Madem bir yola çıkıldı, sonuç ne olursa olsun sürecin doğru yönetilmesi için siyasi bir aklın ve güçlü bir iradenin ortaya konulması büyük önem taşıyor. Bölgemiz süreçlerin akışına bırakılmasına izin vermeyecek bir sicile sahip ve hepimiz bu hafızayı bireysel yaşamlarımızda tecrübe etmiş durumdayız.