Geçen haftaki yazımın başlığı “Yeni düzen arayışı”ydı. Ortadoğu’da yaşananlar sonrası, Birleşmiş Milletler (BM) düzeninde değişiklik ihtiyacının artık önünde durulamadığını ancak bunun da o kadar kolay olmadığını anlatmaya çalışmıştım.
Hal böyle olunca, bugün artık ülkelerin çok kutuplu, çok merkezli yeni küresel düzende kendi çıkış yollarını bulması gerekiyor. Bu sebeple bu yazıda ‘fırsatlara’ odaklanmak istedim. Türkiye’nin imkânlarını, geçen hafta sonu 20’nci ‘Yuvarlak masa toplantısını’ yapan Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) Direktörü Sinan Ülgen ile konuştum.
‘Hindistan değiliz’
Ülgen, sözlerine “BM’de artık üretilecek bir istikrarın kalmadığını” söyleyerek başladı. ABD’nin uluslararası sistemde gücünün zayıflamasıyla başta Çin olmak üzere Batı karşıtı aktörlerin güç kazandığını hatırlattı ve yeni düzeni üç kutupla tanımladı:
1- Liberal demokrasiler, 2- Rusya ve Çin’in dahil olduğu liberal olmayan ülkeler, 3- Zaman zaman birinci, zaman zaman da ikinci grupla hareket edenler.
Ülgen, örneği Hindistan’dan veriyor:
“‘Bir taraftan dış siyasetini Çin’e karşı dengelemeye çalışırken ABD’ye yanaşıyor, diğer taraftan BRICS (çekirdek haliyle Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) içinde Batı karşıtı bir söylem içine girebiliyor.”
Dedik ya, her ülke kendi çıkış yolunu bulmaya çalışıyor. Sinan Ülgen de burada Türkiye için yapılabilecek en büyük hatayı şöyle tanımlıyor:
“Kendisini Hindistan veya Brezilya sanması.”
Ülgen’e göre Türkiye’nin en büyük farklılığı geçmişte Batı kurumlarıyla kurduğu entegrasyon. Yani güvenlik alanında NATO, insan hakları-hukuk alanında Avrupa Konseyi, ekonomik alanda ise Gümrük Birliği ve AB ile işbirliği. Ülgen bu sebeple Türkiye’nin dünyanın yükselen güçleriyle yakınlaşma stratejisini, ‘patika bağımlılığının bilinciyle’ kurması gerektiği görüşünde.
Rusya ve Çin ile yakınlaşma
Hem Batı’ya ‘çıpalanıp’ hem de Çin ve Rusya gibi aktörlerle ilişkinin dengesini kurmak zor ve maharet istiyor. Sahadaki gerçeklere bakınca ‘bu ne kadar mümkün’ sorusu ortada. Örneğin Rusya’dan alınan hava savunma sistemi S-400’ler sonrası ABD’nin Türkiye’yi F-35 programından çıkarması bu tercih sıkıntılarının bir yansıması.
Sinan Ülgen, bundan sonraki yol haritasını şöyle çiziyor:
‘‘Türkiye’nin bağlı olduğu kurumsal yapı içindeki tereddütleri ortadan kaldırması gerekiyor. Bu da içeride hukuk, demokrasi ve temel özgürlükler alanındaki tercihlerle ilgili. EDAM toplantısındaki sunumlarda ‘Türkiye’nin, yatırımı kendisinden daha ileri ülkelerden çekmesi gerektiğine’ dair mesajlar verildi. Bizim, içinde bulunduğumuz ittifakla ilişkiyi hem siyasi hem ekonomik anlamda güçlendirip, bunun yaratacağı kaldıraçla Rusya ve Çin ile ilişkiyi derinleştirmemiz gerekiyor.”
Yeni düzenin fırsatları
Türkiye için yeni dünya düzeninde aralığından girebileceği kapı ekonomi gibi duruyor. Zira büyük şirketler daha önce yatırım planlamalarını kâr-zarar dengesi ve etkinlik üzerinden yapıyordu. Yatırımlarını da üretim maliyetleri düşük olduğu için Çin’e kaydırıyorlardı.
Ülgen’e göre bu denkleme artık ‘jeopolitik risk’ faktörü de eklendi. Ülgen, ‘‘Batılı şirketler Ukrayna savaşı, salgınlar ve gelecek vadede olası bir Çin-Tayvan ihtilafı yüzünden yatırımlarını Çin’den ‘de-lokalize’ (üretim altyapısını başka ülkelere kaydırmak) etmeye başladı. Yeni dinamiğin en büyük kazanımı Türkiye olabilir. Çünkü Almanya’dan Çin’e giden coğrafyaya baktığımızda, Türkiye gibi sanayi kapasitesi gelişmiş, yetkin bir işgücüne sahip başka bir güç yok. Rekabet avantajını yaratacak insan kaynağına sahip olduğumuzu göstermek gerekiyor, bu da eğitimli bir nesille olur’’ diyor.
Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin ‘AB’nin rekabet gücünü nasıl artırabileceğine’ dair raporunu dikkate almak bu açıdan önemli. Türk yetkililerinin de vurgu yaptığı bu rapordaki ihtiyaçları bulup, somut adımlar atmak gerekiyor.