Cumhurbaşkanı Erdoğan, belli ki siyasette yumuşamaya ihtiyaç duyuyor. Fakat bu, maalesef toplumda gerilim yaratan politikalarının yumuşaması değil, üslubun yumuşaması… Bunu kendisi de ifade etti:
“Biz yeni yasama yılında siyasette artık farklı bir üslup ve söylem istiyoruz…”
Bu konuda ortağı Devlet Bahçeli ile de anlaşmışlar. Zaten Bahçeli DEM’e giderek tokalaşmayı “Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmasının gereğini yaptığını” söyledi, bunu “milli birlik ve kardeşlik mesajı” olarak niteledi.
Evet, DEM kesinlikle izole edilmemelidir. Onu Kandil’e daha fazla itecek davranışlardan sakınmak, aksine, tutarlı normal siyasi ilişkiler geliştirmek gerekir. Bu DEM’i daha çok parlamento davranışlarına ve sistem içine çeker. Tarih laboratuvarının doğruladığı budur. Hangi demokratik ülkede terör kaldı?
Bahçeli’nin tokalaşması, tavrını yumuşatması doğrudur. Muhalefet partilerinin DEM ile normal ilişkiler içinde olması da elbette doğrudur. Muhalefeti terör işbirlikçisi diye suçlamak hem iftira idi hem iktidarın “gerilim” siyasetinin bir taktiğiydi… Umalım, aynı yanlışa geri dönülmez.
EKONOMİ VE GÜVENLİK
Tabii Erdoğan’ın tavrı daha belirleyici. Cumhurbaşkanı olarak da dünyada benzeri olmayan yetkilere ve siyasi güce sahiptir. Yasama ve yargıya da hakimdir.
Böylesine güçlü olduğu halde yumuşamaya ihtiyaç duymasının sebepleri var.
Ekonomideki düzelme, istenildiği hızda ve kapsamda değildir.
Çünkü Şimşek’e reform yetkisi verilmemiş, sadece “para politika” alanında yetkilendirilmiştir. Eski bakanlığı döneminde Merkez Bankası’nın bağımsızlığını, Kamu İhale Yasası’nın değiştirilmesini, Sayıştay denetimlerinin etkinleştirilmesini, AB kıstaslarını savunmuş olan Şimşek, şimdi bunları ağzına almıyor. Ağzına alsa yapabileceği bir şey yok bu alanlarda.
Önümüzdeki seçimler, enflasyon nereye inmiş olursa olsun, yapışmış fiyatlarla ve bozulmuşu gelir dağılımıyla Erdoğan için sıkıntılı olacaktır. Ayrıca kurumların aşındığı bütün toplumlarda olduğu gibi ülkemizde suç grafikleri zirve yapıyor, çocuk ve kadın cinayetleri tırmanıyor, sokakların güvenliği tartışılıyor!
Tabii ki Erdoğan da kısa sürede çözümü olmayan bu tabloda, muhalefeti yumuşatmaya, mümkünse anayasa değişikliği ile yenide aday olma yolunu açmaya çalışıyor.
CB SİSTEMİ
CB sisteminin tabiatında gerilim ve kutuplaşma vardır. Sürekli parti mücadelesi yapan, atamalarında sürekli “bizden” isimler tercih eden bu Cumhurbaşkanlığı makamı söz konusudur. Siyaset bilimci Juan Linz’in 1990’da yazdığı “Başkanlık Sisteminin Tehlikeleri”, bizde de “kutuplaşma” ve “siyasetin şahsileşmesi” olarak ortaya çıkıyor.
Tipik örnek “mülakatlar”dır; kamu kadrolarını “bizden”leştiriyor, liyakati gölgeliyor… Cumhurbaşkanı “mülakat”ı kaldırmaya söz verdiği halde devam ettiriyor. Çünkü taraftarları ödüllendirme yollarından biridir. Haksızlığa uğrayanlar da büyük tepki duyuyor tabii.
KHK mağdurları büyük bir sorun olduğu halde iktidar ağzına almıyor.
Muhalif belediyeler üzerindeki baskı ayrı bir örnektir… İktisadi reformun en kritik konusu olan Merkez Bankası bağımsızlığını yeni bir kanunla sağlama yönünde hiçbir işaret yok.
YARGI BİLE
Diğer vahim bir örnek, üyeleri tamamen siyasetçe belirlenen HSK’nın yargı üzerindeki ağırlığıdır. Osman Kavala arkadaşları, davaya bakan hakimler HSK tarafından değiştirilerek ve Cumhurbaşkanı’nın aleni müdahalesiyle mahkûm edilebildi, hiçbir delil olmadığı halde.
Cumhurbaşkanı hakimlerin böyle oraya buraya sürülmesini önlemek için “çoğrafi teminat” getireceklerine kamuoyu önünde söz vermişti. (30 Mayıs 2019)
Beş yıl geçti… Ne Cumhurbaşkanı ne de Adalet Bakanı oralı değiller! Yargıtay Başkanları bile bu sorunu ağızlarına almıyorlar!
Toplumumuzdaki vahim kutuplaşmanın tek sebebi keskin ideolojik tavırlar ve çatışmacı siyaset dili değildir. Bu yapısal ve kurumsal sorunlar devam ettikçe milletçe özlediğimiz yumuşama taktik olmaktan öteye geçemez.
Gerçek bir ihtiyaç olan yumuşamayı sağlamak için “yeni bir siyaset üslubu” yetmez. Gerilim ve kutuplaşmanın bu asli sebeplerini muhalefetle görüşerek çözme iradesini ortaya koymak şarttır.