“Bu pazar seçim” yok!

Neredeyse her gün bir “bu pazar seçim olsa” anketiyle ilgili haber okuyorum.

Oysa “bu pazar seçim” yok.

Gelecek pazar da sonraki pazar da.

AKP – MHP koalisyonu, CHP’yi ikna edecek bir yol bulamazsa seçim 3,5 yıl sonra.

Ortada sandık yokken, adaylar belli değilken, partiler bir program ortaya koymamışken bu araştırmalar sadece o anki fotoğrafı ve eğilimi gösterebilir.

Bunlara bakarak seçimi kimin kazanacağını söylemek ile fal açmak arasında çok fazla bir fark olmaz.

Onun için bazı CHP’lilerin bu anket sonuçlarına bakarak seçimi kazanacakları garantiymiş gibi davranmalarının garanti edeceği bir tek şey var: Seçimi kaybetmek!

Bir seçimi kazanan, bunu kendi marifeti ve kaybedenin yapamadıklarının toplamıyla başarır.

Seçimi kazanmak, rakiplerinizin yapamadıklarından da yararlanmayı gerektirir.

Kaybetmek için ise sadece kendi kifayetsizliğiniz ve yetersiz performansınız yeterlidir. Bakınız: Kemal Kılıçdaroğlu!

Anketlerin gösterdiği en önemli eğilim bu seçimi herkesin kaybedeceği!

Açık görünüyor ki parlamentoda tek başına çoğunluk sağlayabilecek bir parti yok.

AKP – MHP koalisyonunun gelecek seçimden sonra da bozulmayacağını varsaysak bile bu kez TBMM’de çoğunluğu elde etmeleri kolay görünmüyor.

CHP ile AKP’nin birbirlerine 1 – 2 puan fark yapabilecekleri bir seçimde ikili koalisyonlar bile TBMM’yi kontrol etmeye yetmeyebilir.

AKP oylarındaki erimenin, CHP ya da diğer partilere aynen yansımadığı da görülüyor. Hatırı sayılır bir kararsız kitle var ve o kitle daha çok AKP’ye oy verenlerden oluşuyor.

Ekonomi ve toplumsal yaşam bu haldeyken bile o kişiler partiler arasında kararsız kalıyorlarsa, diğer partileri kendileri için yeni bir adres olarak görmüyorlar demektir.

Çoğunluğu muhafazakâr ve milliyetçi bu kitleyi ikna edecek bir ekonomik ve siyasi program ortaya koymadan kimse “kararsızlar dağıtılınca” çıkan sonuçlara güvenmesin.

Bugün “kararsızım” diyen seçmen, oy verme kabinine girene kadar kesin bir karar vermediyse, eski seçimlerdeki davranışlarından, geçmişte o oyu vermeye iten toplumsal ve bireysel nedenlerden, korkularından, hayattan beklentilerinden yola çıkarak bir karar verir ve mührü basar.

O korkuları yenecek, hayattan beklentilerine yanıt verecek bir programınız yoksa o seçmen döner ve yine bildiği partiye oyunu verir.

CHP’de böyle bir hazırlık yapıldığını görmüyorum.

Geçen seçimdeki CHP yönetiminin tek başarısı bir ittifak kurarak Türkiye’yi yönetmeye talip olmasıydı.

Gerçi Kılıçdaroğlu, bu ittifakı bol keseden dağıttığı milletvekillikleri ile kendi adaylığı için kullandı ama en azından bir toplumsal uzlaşma peşinde olduğunu da gösterdi.

CHP Genel Başkanı, “iyi, geçimli insan” görüntüsüyle kendisine “oy verilebilir politikacı” imajı çizmeye çalışıyor ama bu bir politika değil.

Ve unutmayalım ki karşısındaki politikacının böyle bir derdi de hiç olmadı.

Kaldı ki böyle bir ortamda “normalleşme” herhâlde politikacıların birbirlerinin yüzüne karşı küfretmemesi de olmamalı.

Hukukun, ekonominin, eğitimin, savunmanın kısacası akla gelen her şeyin “anormal” olduğu bir ülkede normalleşme bir plan ve programı da gerektirir.

Kamuoyuna açıklanmış, rakip siyasi partilere teklif edilmiş böyle bir plan ve program da yok.

AYM ve AİHM kararlarını uygulamayan hâkimlerin ödüllendirilerek yeni görevlere atanmalarının üzerinden daha bir hafta geçmedi.

Sadece bu bile gösteriyor ki Erdoğan rejiminin “normalleşmeye” ihtiyacı da yok, niyeti de.

Öte yandan “Cumhurbaşkanlığı” için vatandaşın önüne aynı partiden üç aday koyup, sonra aldıkları yanıtları yüzdelerle altlarına yazmanın da araştırma sonucu olarak bir anlamı yok.

Seçimde aynı partiden üç kişi birden aday olmayacak.

Birisi aday olacak ve yüzde 50’den 1 oy fazla almayı başarabilirse seçilecek.

Ayrıca Recep Tayyip Erdoğan’ı da aday olarak bu araştırmalara koymak, “Erdoğan işini bilir” demekten başka bir anlam taşımıyor.

Erdoğan’ın aday olması elbette mümkün olabilir ancak bunun için CHP’nin “kandırılması” şart.

“Erdoğan’ı sandıkta yeneceğiz” gibi hiçbir anlam ifade etmeyen bir gerekçeyle Erdoğan’a dördüncü kez Cumhurbaşkanı adaylığının yolunu açmak, politika yapmak değil.

Kendisi şu anda aynı saçma fikirden yararlanarak, Anayasa’ya aykırı olarak girdiği seçimi kazanarak o koltuğu muhafaza ediyor.

CHP’nin politika yapmaktan anladığı şey, “Erdoğan’ın durumunu normalleştirmek” midir?

Bir karar verse iyi olacak

Bizler bugün söylediğinden yarın vazgeçmesine alıştık ama dışardan bakanların kafaları çok karışıyordur, eminim

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM toplantısı için gittiği New York’da NBC News kanalı muhabirinin sorularını yanıtladı. 25 Eylül 2024 tarihinde!

Muhabirin Ukrayna’nın NATO üyeliği ile ilgili sorusunu şöyle yanıtladı:

“Amerika, Ukrayna’nın her şeyden önce NATO’ya üye olmasını istemiyor. Birçok NATO ülkesi bir defa Ukrayna’nın NATO’ya üye olmasını istemiyor. Bu gerçeklere baktığımız zaman bu işler heyecanla adım atılacak olan konular değil. Bizler de bu konularda kararlarımız verirken tabii ki bütün NATO üyelerinin duruşunu masaya yatırıyoruz ve kararlarımızı ona göre veriyoruz. Şu an itibarıyla tüm NATO ülkelerinin duruşu, benim için, diğer ülkeler için nedir ne değildir bu gelişmeleri takip ederek nihai kararımızı veririz. Heyecanla bu kararlar verilmez.”

Muhabirin “bu konuda karar verdiniz mi?” sorusunu ise “hayır” diyerek yanıtladı.

Oysa daha önce bu konuda çok kararlı görünüyordu.

Zelenski’nin Türkiye ziyaretinin sonunda yapılan basın toplantısında şunu söylemişti:

“Şüphesiz Ukrayna NATO'ya üyeliği hak ediyor.” (7 Temmuz 2023) 

Gördüğünüz gibi meselelere son derece hakim, kararlı bir lider tarafından yönetiliyoruz.

Bizler bugün söylediğinden yarın vazgeçmesine alıştık ama dışardan bakanların kafaları çok karışıyordur, eminim.