Bir yandan Avrupa Birliği üyeliği talebimiz hala güçlü bir şekilde masada, öte yandan bu projenin zıddı BRİCS’e dahil olmak için utangaç girişimlerde bulunuyoruz. Aynı anda Avrupa ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için müzakere halindeyiz. Öte yandan Türkiye’yi -artık- Batı’ya bağlayan tek sözleşme olan NATO’dan çıkmayı bazen en üst düzeyde konuşmanın lezzetinden vazgeçemiyoruz. İsrail’e karşı bütün insani üniteleriyle direnen tek kuruluş olmasına rağmen Birleşmiş Milletler’i yerden yere vurma alışkanlığından bile vazgeçmiyoruz.
Bütün bu tablonun özeti şudur. Ne yerimizi beğeniyoruz ne de gidecek başka yerimiz var…
Kendimize anlattığımız “oyun kurucu ve vurduğu yerden ses getiren ülke” hikayesine kendimizi de inandırmanın kaçınılmaz sonucunu yaşıyoruz. Muazzam bir kafa karışıklığı ve aynı anda çaresizlik hali.
Türkiye, BRİCS’e elbette üye olabilir. Bir plan, strateji ve vizyon dahilinde adım atarsa bunun faydalarını da görebilir. Mesela, sanayisine, üretimine, tarımına güvenir. Yahut varsa dijital alanda kabiliyetlerini masaya sürer. Onlarda olmayan veya zayıf olan alanlarda gücünü pazarlık konusu yapar; iyi de olur. Ama maksat şu anda olduğu gibi AB’yi ve ABD’yi kıskandırmak ise işe yaramaz bilelim. Batı’nın ilgisini elbette çeker ama sonuçta umursamazlar.
En nihayet dış ticaretimizin yüzde 40’ını Avrupa ile yapıyoruz ve onlardan aldığımız kadar da satıyoruz. Bilanço neredeyse başa baş. Şimdilerde heves ettiğimiz BRİCS’te, iki öncü ülke Çin ve Rusya ile ticaretimiz ise benzersiz bir açık veriyor. Çin’e 38 milyar Dolar’ın üzerinde açık veriyoruz, Rusya’ya karşı açığımız da 20 milyar Dolar’ı buldu. Yani sadece bu iki ülkeden ithalatımız ile ihracatımı arasındaki fark Türkiye’nin cari dengesini sarsacak boyuttadır. Üstüne bu ekonomiyle bir de BRİCS’e üye olursak açığın nereye gideceğini varın hesaplayın.
Tablo ortada… Bu durumda mesele ticari avantaj olamaz. Siyasi olabilir derseniz; Türkiye’nin daha fazla otokrasi için Rusya ya da Çin’e Çin ihtiyacı kalmadı ki. Kendi kendimize demokrasimizi zayıflatıyoruz. Bir başkasının desteğine ihtiyaç olmaksızın hukuku, insan haklarını ve ifade hürriyetini gayet güzel geriletiyoruz!
AB, NATO, BRİCS veya başka ittifaklar. Her nerede olacaksak veya olmak istiyorsak önce bunun sahici ve güvenilir bir üyelik temelinde olması zarureti vardır. Kafa karışıklığıyla, birine gidip diğerine nazire yapmak maksadıyla diş politika olmaz. Eldeki avantajları da yitiririz. Niye gittiğimiz bilinmeden, analiz edilmeden; o gidişin başka ilişkilerden ne götüreceği hesaplanmadan yapılan fevri hamlelerin sonucu bellidir.
Yine de her ne yapacaksak yapalım ama önce dünya gerçeğini kabul edelim. Dünya siyaseti bir piknik alanı değil, sert ve acımasız oyun sahnesidir. Kimse kendi çıkarı olmadan kimseye zırnık koklatmaz. Hiçbir ülke çıkarı söz konusu olduğunda din, ırk ve hatta komşuluğu dahi unutup kimseye acımaz. “Karanlık odaklar, küresel güçler, dünyayı yöneten aileler” gibi varsayımlar palavradan ibarettir. Böylesi esrarengiz iddialar, kendi kendisini ayakta tutamayan, geçmişiyle yaşayan ülkelerin başarısızlık bahaneleridir. Aynı zamanda her ülke gücü yettiği kadar bir başkasına karşı “karanlık güç”tür, “küresel odak”tır. Çıkarlar söz konusu olduğunda ABD Avrupa’nın, Çin Rusya’nın “en karanlık dış gücü” olur. Mesele, o çıkarları üst düzeyde tutup, sahnede iyi bir rol kapabilmektir.
Bir ülkenin kalitesi, kabiliyeti ve iyi yönetilip yönetilmediği bu oyunu nasıl oynadığından anlaşılır. Üretebilen, rekabet edebilen, iyi eğitimli ve insanlarına değer veren ülkeler alıp başını gider, geride kalanlar ise komplo teorileriyle yıllarını heba eder.
Hangi grupta olduğumuzu kendimize soralım, gerçekçi bir cevap alalım. Gerçekçi; yani komplo teorilerinden arınmış, hesabı kitabı yapılmış, bir cevap bulalım. Sonra istediğimiz ittifaka katılalım.