Erdoğan “Suriye’yle normalleşmeye hazırız” diyor, ardından Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler “Suriye’nin yeni anayasayı kabul etmesini, seçim yapmasını ve sınırları güvence altına almasını” şart koşuyor.
Erdoğan “Esad’la görüşmeye hazırım” diyor, ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan şartlar sıralıyor; “BM kararı” diyor, “Önce rejimle muhalefet barışsın” diyor, “Çekilirsek daha çok sığınmacı gelir” diyor.
Üstelik Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bu süreçte, “Türkiye güçlerini çekmezse görüşmelere başlamayacağımız doğru değil” demesine rağmen!
Erdoğan ve bakanları “iyi polis-kötü polis” oynamayacaklarına göre, Suriye’yle normalleşme konusundaki bu çelişkili açıklamalarının başka nedenleri olmalı.
Açık ki iktidar Suriye’yle normalleşmeyi stratejik ihtiyaçlar için değil, taktik pazarlıklar için kullanıyor. Üstelik hem ABD’yle hem Rusya’yla hem de İran’la ayrı ayrı pazarlık halindeler.
ÖZERK BÖLGE PAZARLIĞI
İktidar önce Suriye’de Esad yönetimini devirip bir İhvan rejimi kurmak istedi, olmadı. Bunun için radikal İslamcı örgütlerden PYD’ye kadar geniş bir ağ ile hareket etmeye çalıştı. Ankara’da PYD lideri Salih Müslüm’e “Özerkliğine karışmayız, yeterki Esad’ı devirmek için ÖSO’yla hareket et” dendi.
PYD ABD’yi seçti; Washington’un “Kürt koridoru” planının aktörlüğüne soyundu. AKP bu kez Türk devletinin “koridoru engelleme” politikasını, kendisinin “ÖSO nüfuz alanı” oluşturma hedefine dönüştürmeye çalıştı.
Bu durum ise bölgede İdlib merkezli bir tıkanma doğurdu. Ancak bu tıkanma ABD-PYD stratejisine yarıyor. ABD Suriye petrolünü çalmayı, PYD’yi ordulaştırmayı sürdürüyor, PYD ise özerk bölge yönetme deneyimini geliştiriyor.
AKP’nin ABD’yle pazarlığının temelini de nesnel olarak bu zamana bırakılmış tablo oluşturuyor: ABD’nin PYD bölgesine karşı AKP’nin ÖSO bölgesi!
İÇ İÇE PAZARLIKLAR
Suriye’yle normalleşme, Moskova’nın Ankara’dan talebiyle başlayan bir konuydu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’yla savaşırken Suriye’deki İdlib merkezli sorunla daha fazla uğraşmak istemiyordu. Bunun için de bizzat Erdoğan’dan Esad’la normalleşmesini istemişti.
Erdoğan ise süreci hem iç politikanın hem de dış politikanın ihtiyaçlarına göre ağırdan aldı: Örneğin seçim sürecinde muhalefetin sığınmacı sorunu baskısına karşı kullandı. Dış politikada ise Rusya’yla çok boyutlu ilişkileri kontrollü bir dengede tutabilmenin aracı olarak görüyor.
AKP aynı zamanda konuyu, İran’la Güney Kafkasya’daki rekabet alanları için de bir pazarlık kartı olarak görüyor. AKP’ye yakın medyada İran konusunda inişli çıkışlı tutumlar alınması, hatta Suriye’deki Türk askeri varlığını İran’ı dengeleyici faktör olarak ABD’ye pazarlama çabaları, konuyu iyice çıkmaza sokuyor.
EN ACİL, EN ÖNEMLİ NORMALLEŞME
Çıkmaza düşmemenin tek yolu var: Suriye’yle normalleşmeyi stratejik düzlemde ele almak.
Zira o düzlemde Türkiye’nin çıkarları var: Sığınmacı sorununa çözüm yoluna girmek var, Doğu Akdeniz’deki enerji-politik güç mücadelesinde müttefik kazanmak var, ABD projelerini birlikte engelleme olanağı var, sınır güvenliğini en maliyetsiz şekilde çözmek var…
İktidar 15 Temmuz’un sponsoru ilan ettiği Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile normalleşti, Kaşıkçı cinayeti nedeniyle ilişkilerini kopardığı Suudi Arabistan’la normalleşti, İhvan uğruna ilişkilerini kopardığı Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yle normalleşti, “Bir gece ansızın geliriz” dediği Yunanistan’la normalleşiyor, 7 Ekim olmasa İsrail’le başlattığı normalleşmeyi sonuçlandırmış olacaktı…
Oysa Suriye’yle normalleşme bu normalleşmelerin hepsinden daha acil, hepsinden daha fazla ihtiyaç ve hepsinin toplamından daha önemlidir.