Yeni dönemin; yani, 28 Mayıs sonrasının önceki dönemle farkı ekonomide rasyonel politikalara dönüş kararı oldu. Gayet tabii bu karar beş yıla ulaşan müzmin ve yakıcı ekonomik krizin kaçınılmaz sonucuydu. Deniz bitmişti ve Türkiye bir yandan ağır hayat pahalılığı bir yandan da makro dengelerde telafisi imkansız noktaya gelen bozulma ekonomide makul ve mantıklı olmayı zaruri kılıyordu. Bir tercih değil mecburiyetle Türkiye rasyonel yolu seçmek zorunda kaldı. Dünyanın, ülkenin ve hayatın gerçekleri beş yıl boyunca denenen ve her biri durumu daha da kötüleştiren teorileri rafa kaldırttı. Sonuçta, yeni bir keşif yapılmadı; zaten bilinen ve daha önce de denenip olumlu sonuçlar veren politikalara dönüldü. Biz de buna “rasyonelleşme” dedik...
Muhalif-muvafık büyük çoğunluk bu yeni atmosferi benimsedi çünkü mantık dışı uygulamalar ülkenin taşıyamayacağı boyutu çoktan geçmişti. Türkiye o kadar çıkmazdaydı ki hiç olmazsa bir yerinden geri dönmek bile fark yarattı. Bununla birlikte herkes, başta hukuk olmak üzere adil bir ihale yasası, liyakat, ehliyet, rasyonel dış politika ve benzeri ünitelerle desteklenmediği müddetçe sadece enflasyonla mücadele odaklı bir politikanın sonuç alamayacağı şerhini düşüyor. Ekonomik program beklenenden daha az verimli ve etkili bir performans gösterdiği için bu yöndeki talepler de artıyor. Yani, sadece faizi artırarak ve akla gelen her işlemden daha çok vergi alarak ekonomiyi ayağa kaldırmanın imkansızlığı giderek bariz şekilde görülüyor.
Türkiye’nin her alanda makul ve mantıkla politikalara dönmesi gerekiyor. Sadece ekonomi bozukmuş ve diğer bütün üniteler -hukuk, şeffaflık, eğitim, akademi, dış politika, tarım, dijital rekabet alanı vs.- yolunda gidiyormuş gibi davranacak durumda değiliz. Hepsi aynı derecede problemli ve hepsi aynı gerileme içindedir. Ekonomide yaşanan krizlerin tamamı o alanlarda da yaşanıyor. Bütün küresel endekslerde listenin en sonuna demir atmış ülke olduğumuz gerçeğinden kaçamayız. Hasılı, topyekün bütün alanlarda rasyonel yola girmeden ekonomide ayağa kalkacağımıza inanmak hiç rasyonel bir fikir değil. Yok öyle yoğurdun bolluğu...
Devasa problemlerle yorgun düşen bir ülkenin yapıp edebildiği tek şey, faiz politikasını değiştirmekten ibaret olamaz.
Türkiye, 28 Mayıs 2023’ten beri hukukun güçlendiği bir ülke değil. Eğitimde doğru yolu bulma işareti veren bir ülke değil. Daha şeffaf ve denetlenebilir bir kamu idaresi sistemine dönebilmiş değil. Demokratik hayat daha özgür değil. Başta basın özgürlüğü olmak üzere ifade hürriyetinin önünü açan bir yolda hiç değil. İhalelerini şeffaf ve denetlenebilir şekilde yapan bir ülke mi, o da değil.
Giderek daha belirginleşen tablo; ekonomide kemerleri sıkarak, yeni seçim öncesinde iktidara tıpkı önceki seçimlerde olduğu gibi dağıtabilecek yeni kaynak üretmek gayretine işaret ediyor. Bu, Türkiye’yi hak ettiğinden daha azına razı olmaya mecbur bırakacak, küresel rekabette açılan makası daha da büyütecek ve en nihayet zaman kaybettirecek bir gidişin habercisidir.
Seçilmiş milletvekilinin, düşünce suçlularının hapiste olduğu, kamu kadrolarına layık gençlerin mülakatta elendiği, büyük şirketlerin hangi kriterlerle ihale aldığının belli olmadığı, en önemli görevlere en liyakatsiz isimlerin uygun görüldüğü, pasaportunun değerini yitirdiği, hukukun adamına göre işlediği ve hatta ülkenin birinci partisinin liderinin cenaze törenlerinde konuşturulmadığı bir ülke burası... En değerli beyinlerini her yıl giderek artan sayıda kaybeden, onların valizlerini toplayıp gidişini çaresizce seyreden bir ülke. Gençleri bırakın, orta yaşlıların bile umudu yitirdiği bir ülke.
Bütün bunlara gözleri, kulakları kapatıp “Faizleri artırdık, daha ne istiyorsunuz?” deyip gerçeği görmezden gelmekle o faizlerin inmesi de işe yaramaz. Her alanda inmesi gereken faiz, kapanması gereken cari açık, uygulanması gereken yapısal reformlar var. Ve artık göstermelik, idare-i maslahat kabilinden işlerin raf ömrü bitti.
Hepsi olmadan sadece biri olmayacak. Her alan rasyonel olmadan ekonomi de Türkiye de rasyonelleşemeyecek. Yerinde sayacak...