Dün Mevlid Kandili’ydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan sosyal medyadan vatandaşların kandilini kutlamadan kısa bir süre önce uzun bir metin paylaştı. Bu metin de tamamen dinsel içerikliydi.
Sözlerine “Millet olarak son iki asırdır çok yönlü bir kuşatmayla karşı karşıyayız” diye başlayan Erdoğan, Türkiye’yi şöyle ikiye böldü: Bir yanda “milletin iman kalesini çökertmek isteyenler”, karşılarındaysa bu kalenin “muhafızları”. Erdoğan’ın muhafızlardan kastının Diyanet personeli -onun deyimiyle “hocalarımız”- olması bana ilginç geldi.
“Tek parti faşizmi”
Erdoğan isim vermiyor ama belli ki CHP’li birine çok kızmış:
“Kendini bilmezin birisi çıkıyor, hem de bu ülkenin muhalefet partisi adına, doğru düzgün bilgisinin olmadığı dinî konularda ahkâm kesiyor; Diyanet Teşkilatımıza, hocalarımıza utanmazca had bildirmeye kalkıyor. Buram buram tek parti faşizmi kokan bu ilkellik karşısında maalesef mensubu olduğu parti içerisinden akıl, vicdan ve biraz feraset sahibi hiç kimse itiraz etmiyor, genel başkan dâhil hiç kimse tepki göstermiyor.”
Öncelikle bir not düşmekte yarar var: Diyanet, Mart 1924’te, yani tek parti döneminde kuruldu. Mehmet Rifat Börekçi, Mehmet Şerafettin Yaltkaya, Ahmet Hamdi Akseki gibi dönemlerinin önde gelen din alimleri sırasıyla tek parti döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı yaptılar. Her birinin bugünkü başkan Prof. Ali Erbaş’tan birkaç gömlek üstün olduğu açıktır. Yani Diyanet eleştirisini kestirmeden “tek parti faşizmi” olarak yaftalamaya kalkmak hiç inandırıcı değil. (Bu arada Erdoğan başta olmak üzere iktidarın önde gelen isimlerinin son dönemde birbirinden farklı konularda mücadele ettikleri kişileri/kurumları faşistlikle itham etmeleri size de ilginç gelmiyor mu?)
Diyanet’e yardım eli
İşim gereği gündemi olabildiğince yakından takip etmeye çalışan biriyim. Erdoğan’ın bu metnini görene kadar CHP’den birinin, ülkenin cumhurbaşkanını açıklamaya sevk edecek kadar Diyanet’i rahatsız edecek şeyler söylediğinden haberim yoktu.
Anladığım kadarıyla bunun fazla bir önemi de yok. Zira Erdoğan’ın bu metni birine cevap yetiştirmenin ötesinde anlamlar taşıyor.
Öncelikle her yönüyle tel tel dökülen Diyanet’e yardım eli uzatmak istediği anlaşılıyor. AKP iktidarının ilk Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu Mart 2003-Kasım 2010 arasında siyasetten alabildiğine uzak bir çizgiyi benimsedi. Yerini alan ve Prof. Bardakoğlu gibi yedi yıl bu görevde kalan Prof. Mehmet Görmez’in siyasetle daha fazla haşır neşir olduğunu gördük. Fakat 16 Eylül 2017’den bu yana bu görevi yürüten Prof. Ali Erbaş’ın bir din adamından ziyade bir siyasetçi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
“Din elden gidiyor” mu?
Prof. Erbaş döneminde maddi olarak altın yıllarını yaşayan Diyanet’in manevi olaraksa tam bir çöküş içinde olduğuna tanık oluyoruz. “Manevi” derken, özellikle gençler, hatta dindar aile çocukları arasında deizm, ateizm, agnostisizm gibi akımların tırmanmasını ya da en azından bu gençlerin sorgulamasalar bile dine mesafeli durmalarını, Diyanet’in de bu gidişatı engellemek bir yana hızlandırıcı bir rol oynamasını kastediyorum.
Erdoğan’ın söz konusu metnine bir kişi şu cevabı vermiş: “Hep din, iman, başka laf yok. Yetmedi mi? O kadar İmam-hatip açtınız, her yere camiler yaptınız, hâlâ iman tehlikedeyse, niye yaptınız?”
Gerçekten de Erdoğan’ın iktidarı döneminde zaten dindarlık seviyesi hayli yüksek olan toplumu devlet eliyle daha da İslamileştirme yolunda attığı adımların bütünüyle değilse bile önemli ölçüde geri teptiğini, tam tersi sonuçlara yol açtığını söyleyebiliriz.
“Dindar ve kindar nesil”
Erdoğan’ın Kara Harp Okulu’ndaki “korsan yemin”den ilk aleni şikayetini İmam Hatipliler buluşmasında dile getirmesi hiç de tesadüf değildi. Konuyu yakından takip edenler, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından gerek öğrencilerin askeri okullara kabul sürecinde, gerekse de eğitim hayatlarında Erdoğan iktidarının son derece hassas davrandığını, amacın büyük ölçüde “dindar subaylar” yetiştirmek olduğunu söylüyorlar. İşte o yemin olayı “dindar ve kindar nesil” yetiştirme hedefinin tutmadığının açık bir ilanıydı.
CHP’yi din minderine çekmek
Evet, bir iflas söz konusu ve bunun esas sorumlusu siyasi iktidarın kendisi. Ama Erdoğan bu gerçeği kabullenmek ve onunla yüzleşmek yerine sorumluluğu başkalarına yüklemek istiyor ve tabii aklına ilk olarak muhalefet, daha çok da CHP geliyor.
Lakin Kemal Kılıçdaroğlu döneminden beri CHP din ve dindarları karşısına alacak söz ve davranışlardan özel olarak kaçınıyor. Son yerel seçim zaferinde bu stratejinin payı olduğu da muhakkak.
Ve Erdoğan tabii bu durumdan hiç memnun değil. Bu nedenle harıl harıl kavga edecek “din düşmanı” arıyor, bulamayınca da kendisi yaratmaya çalışıyor.
Çünkü Erdoğan’ın gözünde, kendisinden uzaklaşan seçmenini kazanmak için en kestirme yol “Din elden gidiyor!” önermesiyle onları yanında tutmak.
Aklıma yıllar önce AKP’nin kuruluş sürecinde, İç Anadolu’da bir vatandaşın kendilerine uzun uzun din anlatan siyasetçiye “Biz dinimizi biliyoruz, anlatmanıza gerek yok, bize ekonomiyi nasıl düzelteceksiniz, onu anlatın” demiş olduğu geliyor.