Türkiye, Arap Ligi’nde: Hoş geldin, yok gelmedin!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan eylem ve söylemleri arasındaki tenakuzlara son vermeden komşularla ortak cepheler oluşturmaktan söz ediyor.

Mısır’dan sonra Suriye ile ilişkileri normalleştirme hedefinin yeni harcı İsrail’in saldırganlığı.

Erdoğan, 4 Eylül’de Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el Sisi’yi Ankara’da ağırladıktan 6 gün sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı Arap Birliği toplantısı için Kahire’ye gönderdi.

Suriye’nin de rızasıyla Türkiye için Arap Birliği’nin kapısı 13 yıl sonra yeniden açıldığına göre düz bir mantıkla Ankara-Şam arasındaki sert zeminin de yumuşaması beklenir. Bir de 7 Eylül’de Erdoğan’ın İmam Hatipliler Kurultayı'nda yaptığı bir çağrı var ki ayartıcı mı, ayartıcı. Erdoğan, İsrail’in Gazze’de durmayacağını; Batı Şeria’da Ramallah'ı da işgal ettikten sonra Lübnan, Suriye, hatta Dicle ve Fırat arasındaki vatan topraklarına göz dikeceğini, bu yüzden Hamas’ın sadece Gazze değil Türkiye'yi de savunduğunu öne sürdü. Ardından yeni bir eksen teklifinde bulundu:

“Mısır ve Suriye ile attığımız yeni adımlar büyüyen yayılmacılık tehdidine karşı bir dayanışma hattı oluşturmaya yöneliktir.”

Bu tekliflere hangi inatçı bariyer dayanabilir? Dayanıyorsa sorun nedir?

***

Arap Baharı sırasında köpüren ‘Yeni Osmanlı’ hevesleriyle etrafında komşu bırakmayan Erdoğan şimdi dost sayısını artırıp Türkiye’nin manevra alanını genişletmekten söz ediyor. Ne var ki özünde yine Arapların ‘yayılmacı’ olarak göreceği yaklaşımdan sapmıyor. Fidan da Arap Birliği toplantısında akıl veren üstenci yaklaşımı tekrarladı. Arap ve Müslüman dünyasındaki bölünmelerin dış müdahalelere kapı açtığını, buna daha fazla izin verilemeyeceğini belirtti. Altında bir üst akıl ve liderlik önermesi yatıyor.

Türkiye’yi dışlayan çizgi ‘bölgesel sahiplenme’ cilasıyla güncelleniyor.

Normalleşme sonuçta bir bozuşmanın üzerine geliyor. Bozan da neden bozulduğu da belli. Suriye, Irak ve Libya’daki Türk askeri varlığı ve operasyonları, Katar ve Sudan’daki Türk askeri üsleri Arapların iç işlerine müdahale ve yayılmacılık olarak görüldüğü için Türkiye, Arap Birliği’nde İran’la birlikte hedefe konulan ülke durumuna düştü. Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları ‘işgal ve egemenliğe saldırı’ olarak yerildi. Bu dil bildirilere de yansıdı.

***

Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’la husumet dolu sayfaları çevrilip Arap Birliği’nden davet alınca buradaki normalleşmenin tek tek bütün üye ülkeleri kapsayacağı zannediliyor. Bu yargıyla hareket ediliyorsa apışıp kalacakları anlar eksik olmayacaktır. Ki Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın Fidan kürsüye davet edilir edilmez salonu terk etmesi oluşturulan bu iyimserliğe çizik attı.

Türk Dışişleri bunu bir protesto olarak algılamamayı tercih etti. Dışişleri’ne göre bu olay tepki olarak görülemez çünkü Suriye olumsuz bir tutum içinde olsaydı Türkiye’nin katılımına onay vermezdi. Sonuçta Arap Birliği’nde kararlar mutabakatla alınıyor. Rıza gösterdiğine göre doğru olan Suriye heyetine değil Türkiye’nin Arap Birliği’ndeki varlığına odaklanmaktır. Yani Dışişleri protesto için salondan çıkan bakan ve iki diplomata değil, geride bırakılan kişiye bakılmasını istiyor.

Defolu bir yaklaşım. Bu tür protestolarda illa ki salonda alt düzeyde bir memur kalır, ne olup bittiğini rapor edebilsin diye. Kalan, gidenin protestosunu örtmez. Giden bakan siyasal iradeyi temsil ediyor.

Kaldı ki Suriye devletinin tutumunu yansıtan Vatan gazetesi de bunun bir tepki olduğunu yazdı. El Hadas TV’nin kamera kayıtlarına da giren protesto çok da tevile muhtaç gözükmüyor.

***

Arap Birliği’ndeki normalleşmeyi ya da esnekliği doğru okumak lazım. Taraflar hem Ankara’nın politikalarında değişim beklentisine yatırım yapıyor hem de belli konularda rezervlerini koruyor. Arap Birliği ile normalleşme Suriye ile normalleşmenin garantisi olmadığı gibi üye ülkeler Ankara’nın Suriye, Libya, Irak ve Somali gibi yerlerde askeri boyut kazanmış politikalarını yakından izlemeye devam ediyor.

Erdoğan’ın şiddetle ihtiyaç duyduğu normalleşmeye verilen olumlu karşılık Türk dış politikasını satın alma girişimi olarak da okunabilir. En azından muhatapların bakışı bu yönde.

Esasen Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşüyle ilgili de benzer bir yaklaşım sergileniyor. Katar’ın maharetiyle elinden alınmış koltuğu geçen yıl iade edilen Şam’ın durumu hala nazik. Döner dönmez çıban başı durumuna düşmekten kaçınıyor. Mayısta Gazze odaklı Manama zirvesinde Suriye lideri Beşşar el Esad’ın konuşma yapmaması da bazı hassasiyetlerin gözetildiğine işaret ediyordu. Suriye’nin diğer üyelerle ters düşmemek için Türkiye’nin davet edilmesine kerhen ‘Evet’ demesi kendisiyle ilgili hassas konumdan kaynaklanıyor.

Suriye’ye koltuğunu iade eden aktörler bazı ev ödevlerinin yerine getirilmesinin yanı sıra Şam’ın İran’dan uzaklaşması ve tam anlamıyla Arap kalbine dönmesini umuyor. Benzer şekilde Türkiye’den de iyi komşuluk bekleniyor. Arap sokağı için iyi komşuluğun çerçevesi aşağı yukarı belli: İşgal ve askeri operasyonların sonlandırılması, vekil güçlerin kullanılmaması, iç işlerine müdahaleler ve nüfuz savaşlarından kaçınılması. Bu hassasiyetler Şam’dan Kahire’ye geçerken değişmiyor.

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebul Ğayt 2019’da BM Güvenlik Konseyi’ne “Türk saldırganlığın sonlandırılması ve Suriye topraklarından derhal çekilmesi için gereken önlemlerin alınması” çağrısı yapmıştı. Kahire-Riyad ekseninin hassasiyetlerini yansıtan Ğayt hala koltukta. Türkiye’yi hedef alan bildirilere son verilse de bu bakış açısının terk edildiği söylenemez.

Maksadım Arap Birliği’nde daimi gözlemci statüsündeki normalleşmeyi önemsizleştirmek değil. Bu adım ilişkilerin gelişmesi yönünde havayı değiştirebilir. Türkiye'nin Arap devletlerinin içişlerine müdahalesi hakkındaki bakanlar komitesinin lağvedilmesi de yeni sayfanın bir gereği. Fakat bütün bunlar güven veren tertemiz bir sayfa açıldığı anlamına gelmiyor. Kestirmeden söyleyelim; kavga ederek varamadıkları sonuca diplomatik iştigalle varmayı umuyorlar.

Ayrıca Suriye-Türkiye normalleşmesi bir Arap inisiyatifi sayesinde gerçekleşirse bu durum hem Şam hem de Ankara’nın birlik içinde rahatsızlık yaratan politikalarını etkileyebilir. Her halükarda Suriye yakından izlenen dosya olacaktır.

***

Ayrıca Suriye, Arap Birliği içindeki en direngen ve inatçı üye. Bu gerçek, diğer Arap başkentleriyle yakalanan olumlu havanın otomatik olarak Şam’da dostluğu garantilemeyeceğini söylüyor.

“Suriye, Arap Birliği’ne döndüğüne göre İran’ı kapı dışı eder” diye ezberden sonuç çıkaranlar nasıl yanılıyorsa Kahire, Riyad ve Abu Dabi’nin Şam üzerindeki etkisine bel bağlayanlar da yanılabilir.

Buradan hareketle “Esad önkoşulları geri çekti” gibi temelsiz argümanları içeride tüketmek yerine Mikdad’ın Kahire’de RT’ye verdiği demeci bir kez daha okumakta fayda var.

Evvela Mikdad, Ankara-Şam-Kahire arasında ‘dayanışma ekseni’ çağrısının gerçek ve samimi olmasını umduklarını söylüyor. Yani çok heyecana kapılma gereği duymuyor.

İkincisi, Mikdad normalleşme koşulunu tekrar ediyor:

“Türkiye ilişkilerin normale dönmesini istiyorsa Suriye'nin kuzeyinde ve Irak'ın batısında işgal ettiği Arap topraklarından çekilmelidir.”

Mesele Arap Birliği zeminine gelmişken Irak adına da konuşuyor.

Mikdad ortak zorluklara karşı birleşik cephe oluşturmak için Türkiye’nin mevcut politikalarını terk etmesi gerektiğini de vurguluyor. Ve bu yüzyılın başında kurulan stratejik ilişkiler, işgal altındaki Arap topraklarının kurtarılması için Türkiye'nin Suriye'nin yanında durmasını öngörmüşken Ankara'nın tersini yaptığını hatırlatıyor. 

2011’de Şam’la dostluk ilişkilerini gömen Türkiye vekalet savaşıyla başlayıp doğrudan müdahalelerle devam eden politikasıyla en fazla İsrail’e hizmet etti. Şimdi Erdoğan petrol akışını bile kesemediği ve diplomatik ilişkileri koruduğu İsrail’e karşı üçlü eksen önerirken muhatapları güven ve samimiyet sorununa parmak basıyor.

***

Beri tarafta normalleşme için Arap kanalı işlevsellik kazanırsa Moskova’daki dörtlü masaya gölge düşeceği yönünde çıkarımlar yapılıyor. Doğrusu bu mesele çok fazla iyimserlik kaldırmaz. Henüz ortalıkta olmayan, şimdilik bir potansiyel olarak ele alınan Arap inisiyatifi kolayca Moskova-İran ikilisini denklemden düşüremez. Rusya, Irak ya da başka ülkelerden gelecek girişimleri ‘yardımcı rol’ olarak görmeyi tercih ediyor. Daha da önemlisi Şam’ın çekilme konusunda garantör olarak devrede olmasını isteyeceği ülke Rusya. Hiçbir Arap ülkesi Rusya’nın vereceği güvenceyi sağlayamaz.

Buradan Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un açıklamasına gidelim; bir süre önce RT’ye verdiği demeçte dedi ki "Türkiye Suriye'den askerlerini çekmeyi görüşmeye hazır ama henüz parametreler üzerinde anlaşmaya varılmadı."

Yakında yeni bir dörtlü toplantının olacağını belirten Lavrov, Şam’ın normalleşme için Türk askerlerinin çekilme sürecine ilişkin net bir karar beklediğini vurguladı. El Vatan gazetesi 3 Eylül’de bir Arap diplomatik kaynağa dayanarak Lavrov’un bahsettiği toplantının eylül sonunda olabileceğini yazdı. Diplomatik kaynak aşamalı bir gündemden bahsediyor:

- Önce teröristlerin kim olduğu belirlenecek.

- İkinci olarak terörle mücadele ve ortak sınırların korunmasına yönelik işbirliği mekanizması tanımlanacak. Bu çerçevede Adana Mutabakatı’nın güncellenmesi de ele alınabilir.

- Ardından Türk ordusunun Suriye’den çekilmesine ilişkin bir takvim belirlenecek.

Ruslar nihai hedefin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tesisi olduğunu belirterek müzakereleri çıkmaza sokacak şekilde önkoşullarla masaya gelinmesini istemiyor. Suriye tarafı da önkoşul değil müzakerenin sonunda gerçekleşecek koşuldan söz ediyor. Yani yazılı taahhüt, uluslararası garantörlük ve takvime bağlı bir çekilme sürecinin olabileceği konusunda esneklik gösteriyor.

Rus tarafı son zamanlarda biraz daha olumlu hava estiriyor. Fakat Ankara’nın silahlı isyanla başarılamayan rejim değişikliği konusundaki takıntılı hedefleri araya sokuşturması normalleşme arayışının ciddiyetine dair şüpheleri artırıyor. Fidan’ın 24 Temmuz’da Sky News Arabia’ya verdiği röportajda “rejim ile muhalefetin bir araya gelmesi” ve “BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına göre siyasi çözüm bulunması” gibi koşulları tekrarlamıştı. Daha sonra TRT Haber, Dışişleri’ne dayanarak Ankara’nın 4 koşulundan söz etti:

- Suriye’nin terör unsurlarından arındırılması

- 2254 sayılı karar çerçevesinde gerçek bir ulusal uzlaşının sağlanması.

- Güvenli ve onurlu geri dönüşler için gerekli koşulların oluşturulması.

- İnsani yardımların kesintisiz şekilde sürmesi.

Özelikle 2254 dayatmasıyla sadece müzakerelerde tıkanmayı garantileyebilirler, başka bir şeyi değil. 2254, Esad’ı anlaşmalı bir yolla indirmek isteyenlerin düşüydü. Erdoğan hem bu düşten çıkmak istemiyor hem de Suriye lideriyle kucaklaşmak için sabırsızlanıyor. Hem Esad’ın egemenlik ve toprak bütünlüğü konusunda beklediği garantileri vermiyor hem de “Hadi gel Sisi ile birlikte üçlü bir eksen kuralım” diyor. Müthiş!