Siyaset "tartışabilmek" demektir; sorunları konuşarak çözmek, kararları müzakere ederek almak demektir.
Siyaset "iletişim" demektir…
Siyaset bir toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin belirli kurallar ve yasalar çerçevesinde karşı karşıya gelmeleri "birbirlerini etkileyerek, birbirlerinden beslenerek, birbirlerini çürüterek", kararlara zemin oluşturması demektir.
Siyaset, farklı kesim ve talepler arasındaki fikir alışverişinin ve ortak payda arayışının tek vasıtası olan "düşünce özgürlüğü" demektir.
Tartışmanın, konuşmanın, düşünce özgürlüğünün bittiği yerde siyaset de biter, anlamını yitirir.
Siyaset bitince küfür başlar, kavga başlar, kaba güç devreye girer.
Küfür ve şiddet sadece ilkelliğin ve edepsizliğin göstergesi değildir.
Farklı olanların düşüncelerini karalayan, reddeden, yok edilmesi gereken düşman ilan eden bir zihniyetin de ifadesidir.
Gönderme hep aynıdır: Siyasi alanın dar alana hapsolunması, dar alanda iç çatışmalarla dar rekabete mahkûm edilmesi ve bir savaş ideolojisine dönüştürülüp tartışmalardan arındırılması…
Kendisine demokrasi adı veren rejimlerin en büyük tehlikelerden birisidir bu.
Türlü renklere bürünür…
Unutmayalım, "Ne mozayiği ulan, böyle demokratikleşmenin yedi sülalesini..." diyen zihniyet aramızda, hatta içimizde yaşıyor...
"Kurşun atan da kurşun sıkan da bizimdir..." diyen zihniyet de öyle…
Dink'e sıkılan kurşunlara tebessümle bakanlar hâlâ buradalar…
Nitekim Türkiye''de derin gündem pek değişmez; hemen her zaman "siyaset ve şiddet ikilisi" üzerine oturur. Bu "derin gündem", gündeme ilişkin yorumları da kuşatır. "Olana ilişkin" kanaatler, gözlemler, yorumlar "olan"ın ardındaki kıvrımları sergilemekle yetinmez bu ülkede; "olanı" yeniden şekillendirir; hatta pekiştirir.
Sokaktan siyasete, siyasi tartışmalardan haberciliğe fiili ya da sembolik şiddet her yerde kol geziyor...
Şiddet "garip bir siyaset" adına yapılıyor; milli mesele, devlet işi, milli çıkarlar gibi faydacı, ideolojik söylemlerle ve ödüllendirici ya da cezalandırıcı yaptırımlarla meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Şiddet ve şerirlikle bezenmiş bu gündeme ilişkin yorumlar da işte tam bu noktada zihnimi bulandırıyor.
Bir gün gazetelerin hepsini birden alın ve okuyun; şunu görürsünüz: Her gazetenin, her kalemin doğruları diğerlerinden farklı, Türkiye''nin doğruları ise tümününkinden daha farklıdır. "Haberi silaha çeviren", "yorumu nokta atışı haline getiren", ama özünde "ağır bir çatışma ve kavgayı"yı ifade eden bu "yamalı medyatik bohça" bir bütün olarak ele alınınca tablo iyice ağırlaşır:
Televizyonlarda, gazete sayfalarında; aynı siyaset ve devlet arenasında olduğu gibi sembolik ve filli şiddet siyaset üzerinden sıradanlaştırılarak yüceltilmekte, şiddetten siyaset üretilmektedir. Siyaset, yine siyaset adına dışlanmakta ya da fiili şiddet karşıtlığı adına sembolik şiddete yapışılmaktadır...
Olaylar karşısında farklı tavırlar, zıt bakışlar, değişik düzeyler, örneğin "süfli ile ciddi" şiddet ve siyasete yönelik zihni tutum açısından öylesine bir madalyonun iki yüzü gibidir ki, durumu açıklamaya ne milliyetçilik tahlilleri ne depolitizasyon tespitleri yeter.
Peki bu yorumların ortak noktası ne, ya da bu durumun ardındaki mantık ne?
En önemli ortak noktası; "ilkelerle, değerlerle, hatta haberle benmerkezci, faydacı doğrultuda bir ilişki kurmalarıdır"...
İlke ve değerler ile milliyetlerden, kimliklerden, çıkarlardan ya da duygulardan hareketle doğrudan ya da dolaylı samimi ilişki kurmak ciddi bir zihin hastalığıdır.
Fiili ya da sembolik şiddet üretir bu hastalık.
Dışlama kültürü üretir.
Memleketteki siyasetinin böyle ciddi bir boyutu vardır.
İç içe yaşadığımız tehlike budur.