Türkiye, Irak’taki müdahale araçlarını meşrulaştırma ya da ortaklar bulma konusunda son aylarda bazı gelişmeler kaydetti. Ankara zafer havasında lakin müdahaleci stratejinin başarısına dair anlatılar, çuvalı pörtleten dikenli telleri andırıyor. Parti kapatma ve kayyım siyasetini sınır ötesine taşımanın sonuç verdiği ve veremediği haller var.
Yeni ortaklık Ankara’nın “terörle mücadele” konseptini Irak’a yedirmeye odaklı ama Bağdat’ı yola getirmek için buna ayartıcı teşvik paketleri eşlik ediyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan’daki Bağdat ziyaretiyle açılan yeni sayfanın sahaya yansımalarına baktığımızda PKK’ye karşı bazı neticeler alındığını ama Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kerkük’le ilgili hesapların tutmadığını görüyoruz.
22 Nisan’da Bağdat’ta 27 anlaşma ve mutabakat zaptı imzalanmıştı. Erdoğan Suriye’de yarım kalan 30 km derinliğinde güvenli bölge planını Irak’tan İran sınırına kadar germe, bu minvalde sayıları artan askeri üsleri kalıcı kılma, Iraklı tarafları menzili genişleyen askeri operasyonlara ortak etme konusunda büyük beklentilerle Bağdat’a gitmişti. Güvenlik alanındaki anlaşma çıkmamıştı. Buna yönelik Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Güvenlik Mekanizması’nın dördüncü toplantısı 15 Ağustos’ta Ankara’da yapıldı. Nihayet Askeri, Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı imzalandı.
Erdoğan’ın ziyareti sırasında Irak, PKK’yi yasaklı örgütler listesine almıştı. Ankara’daki son toplantının hazırlık çalışmaları sürerken Türk tarafını memnun eden bir gelişme daha oldu: Irak Yüksek Yargısı 6 Ağustos'ta PKK’yle ilintili Ezidiler Demokrat ve Özgürlük Partisi, Demokratik Mücadele Cephesi Partisi ve Özgürlük Hareketi’nin faaliyetlerini yasakladı. Karar, mallarına el konulmasını da içeriyor.
PKK’nin siyasi yapılanması Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK), hakim Kürt partilerle mutabakat gereği pasifti. Fakat PKK’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile ilişkileri bozulurken ağırlıklı olarak Şengal, Süleymaniye ve Kerkük merkezli çalışan üç parti ortaya çıktı.
Bozuşmanın birkaç nedeni vardı: 2012 Hewler Mutabakatı’yla Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğündeki özerk yönetime katma çabaları sonuçsuz kaldı; KDP zaman zaman Fişhabur sınır kapısını kapatarak ambargo uyguladı; 2014’te peşmerge IŞİD’in Ezidileri katlettiği Şengal’den çekilirken PKK varlığını artırdı; KDP, Pençe-Kilit operasyonlarının hedeflerine uygun pozisyon aldı...
Türkiye, KYB’yi de “PKK ile ilişkiyi kes yoksa…” diye tehdit ederken, Ankara’ya istediğini veren Bağdat oldu.
***
Mutabakat zaptı iki yeni adımı içeriyor. Birincisi Bağdat'ta Ortak Güvenlik Koordinasyon Merkezi kurulacak. Bu merkez sadece terörle mücadele ve sınır güvenliği değil uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığıyla da ilgilenecek.
İkinci adım; Musul yakınlarındaki Başika üssü Ortak Eğitim ve İşbirliği Merkezi’ne dönüştürülecek.
Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin “Bu iki ülkenin tarihindeki ilk mutabakat zaptıdır" ifadelerini kullandı.
Mutabakatın önündeki anlaşmazlık konularının başında askeri üsler geliyordu. Erdoğan’ın güvenli bölge tasarımı Türk askeri varlığını meşrulaştırmayı ve kalıcı hale getirmeyi hedefliyor. Ayrıca Erdoğan, Mahmur ve Şengal’deki durumu değiştirmek istiyor. Mutabakat peşinen bu hedefleri karşılamıyor.
2015’te IŞİD’e karşı operasyonlar sırasında Türkiye’nin üslendiği Başika restleşme noktasıydı. Irak tarafı defalarca boşaltılmasını istedi. Erdoğan üste ‘terör örgütü’ dediği Haşd’ül Şaabi’ye karşı Sünni bir güç olarak Haşd’ül Vatani’yi örgütlemeye kalkıştı. Bu Sünni milislerle Musul’a girme planı elinde patladı ama Başika’dan da çekilmedi. Bunun üzerine Haşd el Şaabi grupları defalarca üsse saldırdı. Erdoğan 2016’da şunu söylüyordu:
“Irak ordusu kimlerden oluşuyor? Kahir ekseriyetiyle Şia’dan oluşuyor. Bunlar Musul’a geldikleri zaman kimlerle vuruşacaklar? Sünnilerle. Oraya kimi sokacaklar? Haşdi Şabi’yi. Karşılarında kim var? Haşdi Vatani. Haşdi Vatani kim? Musul’un yerli insanları. Haşdi Şabi nereden geliyor? Dışarıdan.” Şimdi Haşd el Şaabi, Türkiye’nin karşısında masada ve mutabakat için rızası alınan taraf.
Peki, Başika meselesi nereye bağlandı?
Hüseyin yeni statüye biraz açıklık getirdi: "Başika, Irak eğitim karargahına dönüştürülecek. Sorumluluk Irak silahlı kuvvetlerinde olacak."
Bu çerçeve Türk askerinin çekilmesini gerektirmese de kontrol Irak’a geçiyor.
El Arab gazetesi mutabakatın Türk askerlerinin varlığını meşrulaştırdığını ve kontrolsüz hareket kabiliyeti sağladığını öne sürdü. Kürt kaynaklardan da benzer yorumlar geliyor. Pratikte Türkiye bildiğini okuyor ama ne olacağını görmek için beklemeli.
***
Bağdat’taki dirence rağmen Türkiye’ye gösterilen esnekliği neye bağlamak lazım?
Karmaşık bir denklemle kuşatılan Başbakan Muhammed Şiya el Sudani manevra alanı arıyor. İran-Amerikan bilek güreşinin ortasında. Kendisini başbakan yapan Şii Koordinasyon Çerçevesi’ne karşı eli zayıf. Amerikan üslerine saldıran Haşd el Şaabi gruplarını kontrol edemiyor. ABD’yi memnun edemiyor, İran’la da bozuşamıyor. İki yakası kavgalı Kürdistan’la ilişkileri de iyi tutmak gerekiyor. 2025’teki seçimlere façasını çizdirmeden girip koltuğunu korumak istiyor. Pek çok şeyi birbiriyle dengelemesi şart. Böylesi bir ortamda Ankara ile al-ver ilişkisine girdi.
Şii partilerin itirazlarını geriletecek bazı faktörler var: Fırat ve Dicle’den bırakılan suyun miktarı ve suyun yönetimi konusunda beklentiler yaratıldı. Su Alanında İşbirliğine İlişkin Çerçeve Anlaşması’na göre altyapı, çevre ve su kaynaklarının kullanımına ilişkin projeler geliştirilecek. Siyasi irade şart. Fakat Irak tarafında irade bir var bir yok. Beklentiler askıda kalabilir. Türkiye’nin daha fazla su bırakacağını sananlar da yanılabilir. Türk tarafı basitçe diyor ki; “Su yok, kaynaklar azalıyor; o yüzden yağış mevsimlerinde suyu tutacak barajlar yapalım, kayıplara yol açan kanalları yenileyelim, sulama tekniklerini geliştirelim.”
İkinci teşvik paketi Kalkınma Yolu Projesi. Irak açısından cazibesi yüksek. Tabii Türkiye bunu güvenlik koridoru olarak tasarladığı için karşıda itirazlar yükselebilir. Yine de Bağdat’a 1990’dan beri kontrol edemediği Kürdistan bölgesinde daha fazla varlık gösterme kanalları açılıyor. Bu süreç sınır güvenliğinde ortaklıkla başladı, Kalkınma Yolu ile genişleyebilir. Başika’da yetki devri de itiraz cephesini geriletebilir.
Bir diğer faktör vize muafiyeti. 15 yaş altı-50 yaş üstü grup için vize serbestisi 1 Eylül’de başlıyor.
PKK ile ilgili önlemleri kolaylaştıran bir gerekçe de çarşı-pazar kundaklama eylemlerinden sepete girdi. 1 Temmuz’da Irak İçişleri Sözcüsü Mikdad Miri ile Kürdistan İçişleri Divanı Genel Müdürü Dr. Hemin Mirani, Kerkük, Duhok ve Erbil çarşılarındaki yangınlarla ilgili yakalanan üç zanlının PKK bağlantılı olduğunu açıkladı. PKK suçlamaları reddetti. Zanlılardan birinin 70. Peşmerge Birliği’nden, diğerinin Süleymaniye Terörle Mücadele Birimi’nden olması KYB üzerinde baskı kurulmasına yetti.
***
Türkiye, PKK’ye karşı stratejide KDP’yi kendine ortak etti. KDP’li Irak Dışişleri Bakanı Hüseyin de Kandil, Mahmur ve Şengal’deki PKK varlığının Irak için tehlike arz ettiğini söyledi. Yasaklanan partileri de “PKK’nin paravanları” diye niteledi. Ankara aynı ortaklığı göstermediği için KYB’yi hedefe koydu. KYB’nin Kerkük’te valiliği almasını önleme girişimleri de bundan kaynaklandı.
İşte Türkiye’nin tutmayan hesaplarından birisi burada yatıyor. Hesap neydi? KDP, Irak Türkmen Cephesi (ITC) ve Arap partileri bir araya getirip KYB’yi açığa düşürmekti. Fakat Bağdat’ta 10 Ağustos’ta düzenlenen meclis oturumunda valilik makamı KYB’ye gitti; Rebwar Taha koltuğa oturdu. 16 üyeli mecliste KYB 5, KDP 2, Arap İttifakı 3, Gıyade 2, Urube 1, ITC 2 koltuk kazanmıştı. Bir koltuk da kotayla Hıristiyanlara ait. KDP, ITC ve eski atanmış Vali Rekan Cuburi’nin Arap İttifakı, Bağdat’taki toplantıya katılmadı. Yüksek mahkemeye giden bu tayfa, oturuma katılan üç Arap üyeyi Süleymaniye’de birer villa, 3'er milyon dolar para ve birer lüks araç aldıkları iddiasıyla itibarsızlaştırıyor. Olayın aslını bilmesek de Kerkük’te bir hakikat var: Seçimin galibi KYB’yi dışlayıp Türkmen Cephesi’ni dönüşümlü formülle koltuğa oturtma girişimi zorlamaydı. Hatta Türkiye rahat bıraksa Türkmenler Arap milliyetçisi blokla değil Kürtlerle birlikte hareket edebilir. Ankara Müslüman Kardeşler’den Hasan Turan’ı ITC’nin başına geçirerek Türkmenleri gerçeklikten kopuk politikalara zorlayıp duruyor.
Burada kendilerini “Kerkük Kürdistan mı, Türkmeneli mi” tartışmasına kaptıranları ters köşeye gönderecek bir başka durum var. Bağdat’ta Araplar neden KYB’yi tercih etti? Yanıtını Asaib Ehl’ül Hak lideri Kays el Hazali veriyor:
“KYB'yi Kerkük'ün Iraklı kimliğini kabul etmesi koşuluyla desteklemeye hazır olduğumuzu bildirdik. Şehrin kimliği Iraklı olarak kaldığı sürece valinin etnik kökeni önemsiz. Arap tarafının huzurunda KYB, Kerkük'ün bir Irak şehri olduğu konusunda taahhütte bulundu. KDP, Kerkük'ü Kürdistan Bölgesi'ne dahil etmek istiyor. Ancak bizim niyetimiz Kerkük'ü Musul ve Diyala gibi bir Irak şehri olarak muhafaza etmektir. KDP asla Kerkük'ü bir Irak şehri olarak tanımayacak.”
Eski Meclis Başkanı ve (Sünni) Tagaddum’un lideri Muhammed el Halbusi de KYB’den yanaydı. Hatta Türkmen Milletvekili Garip el Asker de ITC’nin boykot ettiği oturumdaydı. Ankara Sünni blok üzerindeki etkisini yitirdi. Şii Türkmenler de İran’ın oyun alanında.
Üstelik Türkiye’nin müdahaleleri Kürtler arasındaki gerilimi büyüttü. Kerkük’te seçime girerken bölündüler, valiliği belirlemeye sıra gelirken de ayrı düştüler. Sonuçta krize Bağdat el koydu; vali Kürt, meclis başkanı Arap oldu. Kerkük idaresinde 19 makam Araplara, 18 makam Türkmenlere ayrıldı. Kerkük’ün dört kaymakamlığından birinde ve üç nahiyede yönetim Kürtlerde olacak. ITC kesinlikle yeni yönetimle çalışmaktan yana değil. Ankara öyle istiyor! Halbuki Necmeddin Kerim zamanında Kürtleşmeden yakınan Türkmenler, 2017’den sonra atanmış Arap valiyle tekrar Saddam dönemine savrulduklarında Kürt valiyi arar hale gelmişti. Irak Yüksek Yargısı, Kürdistan’da KDP’ye yarayan ve 5 Türkmen’in seçilmesini garantileyen azınlık kotasını da kaldırmıştı. Bu da KYB lehine bir müdahaleydi. KYB Kerkük’te de istediğini aldığına göre Bağdat’ın hassasiyetlerine daha da duyarlı olabilir. Bu hassasiyet duruma göre Türkiye’nin taleplerini de yansıtabilir.
Özetlersek bazı hesaplar Bağdat’tan dönebiliyor.
Ankara yeni sayfayla bir şeyler aldı ama hedeflerinin hâlâ çok gerisinde. Şu aşamada ne büyük bir hezimetten söz edilebilir ne de büyük bir zaferden. Siyasi dengeler alabora olabilir ve anlaşmalar kâğıt üzerinde kalabilir.
Türkiye has made some progress in recent months in legitimizing its means of intervention in Iraq or finding partners. Ankara is in a triumphant mood, but narratives about the success of the interventionist strategy resemble barbed wire protruding from the sack. There are situations where shutting down parties and taking the trustee policy across borders yield results, and there are situations where it does not.
The new partnership is focused on convincing Iraq of Ankara's "fighting terrorism" concept, but is accompanied by tempting incentive packages to woo Baghdad.
When we look at the reflections on the field of the new page opened with President Tayyip Erdoğan's visit to Baghdad on April 22, we see that some results were obtained against the PKK, but the plans regarding the Patriotic Union of Kurdistan (PUK) and Kirkuk did not come true.
On April 22, 27 agreements and memoranda of understanding were signed in Baghdad. Erdogan went to Baghdad with great expectations of extending the unfinished 30 km deep safe zone plan in Syria from Iraq to the Iranian border, making the increasing number of military bases permanent, and involving the Iraqi parties in military operations with an expanding range. There was no agreement on security. To this end, the fourth meeting of the Türkiye-Iraq High Level Security Mechanism was held in Ankara on 15 August. Finally, the Memorandum of Understanding on Military, Security Cooperation and Counter-Terrorism was signed.
During Erdoğan's visit, Iraq had included the PKK on its list of banned organizations. While the preparations for the last meeting in Ankara were continuing, there was another development that pleased the Turkish side: On August 6, the Iraqi Supreme Judiciary banned the activities of the Yazidi Democratic and Freedom Party, the Democratic Struggle Front Party and the Freedom Movement, which are affiliated with the PKK. The decision also includes the confiscation of their property.
The PKK's political structure, the Kurdistan Democratic Solution Party (PÇDK), was passive by agreement with the dominant Kurdish parties. However, as the PKK's relations with the Kurdistan Democratic Party (KDP) deteriorated, three parties emerged, mainly based in Shengal, Sulaymaniyah and Kirkuk.
There were several reasons for the discord: Efforts to include the Syrian Kurdish National Council in the autonomous administration led by the Democratic Union Party (PYD) with the 2012 Hewler Memorandum were unsuccessful; KDP imposed an embargo by closing the Fishhabur border gate from time to time; In 2014, as the peshmerga withdrew from Sinjar, where ISIS was massacring Yazidis, the PKK increased its presence; KDP took a position in line with the objectives of the Claw-Lock operations...
While Turkey threatened the PUK by saying "Stop relations with the PKK or...", it was Baghdad that gave Ankara what it wanted.
***
The memorandum of understanding includes two new steps. First, the Joint Security Coordination Center will be established in Baghdad. This center will deal not only with the fight against terrorism and border security, but also with drug, weapon and human trafficking.
Second step; Bashiqa base near Mosul will be converted into a Joint Training and Cooperation Center.
Iraqi Deputy Prime Minister and Minister of Foreign Affairs Fuad Hussein said, "This is the first memorandum of understanding in the history of the two countries."
Military bases were one of the main points of disagreement before the agreement. Erdogan's safe zone design aims to legitimize and make permanent the Turkish military presence. In addition, Erdogan wants to change the situation in Mahmur and Shengal. The agreement does not meet these objectives in advance.
Bashiqa, where Turkey was based during the operations against ISIS in 2015, was the showdown point. The Iraqi side has repeatedly asked for evacuation. Erdoğan attempted to organize Hashd al-Watani as a Sunni force against Hashd al-Shaabi, which he called a 'terrorist organisation' . His plan to enter Mosul with these Sunni militias exploded in his hands, but he did not withdraw from Bashiqa. Thereupon, Hashd al-Shaabi groups attacked the base repeatedly. Erdoğan said this in 2016:
“Who consists of the Iraqi army? Kahir consists mostly of Shia. Who will they fight with when they come to Mosul? With Sunnis. Who will they put in there? Hashd al-Shaabi. Who is against them? Hashd Watani. Who is Hashd Vatani? Native people of Mosul. Where does Hashd al-Shaabi come from? From outside." Now Hashd al-Shaabi is at the table opposite Turkey and is the party whose consent for the agreement has been obtained.
So, where is the Bashiqa issue connected to?
Hussein clarified the new status a little: "Bashiqa will be transformed into an Iraqi training headquarters. The responsibility will be with the Iraqi armed forces."
Although this framework does not require the withdrawal of Turkish soldiers, control passes to Iraq.
Al Arab newspaper claimed that the agreement legitimized the presence of Turkish soldiers and provided them with uncontrolled mobility. Similar comments come from Kurdish sources. In practice, Türkiye is doing what it wants, but must wait to see what happens.
***
To what should we attribute the flexibility shown to Turkey despite the resistance in Baghdad?
Surrounded by a complex equation, Prime Minister Mohammed Shia al-Sudani is looking for room to manoeuvre. In the middle of an Iranian-American arm wrestle. He is weak against the Shiite Coordination Framework that made him prime minister. It cannot control the Hashd al-Shaabi groups that attack American bases. He cannot please the USA, nor can he quarrel with Iran. It is also necessary to keep good relations with Kurdistan, which has two conflicting sides. He wants to enter the 2025 elections without a scratch and protect his seat. It is necessary to balance many things with each other. In such an environment, it entered into a give-and-take relationship with Ankara.
There are some factors that will reduce the objections of the Shiite parties: Expectations have been created regarding the amount of water released from the Euphrates and Tigris and the management of the water. According to the Framework Agreement on Cooperation in the Field of Water, projects related to infrastructure, environment and use of water resources will be developed. Political will is essential. But on the Iraqi side, the will is intermittent. Expectations may remain suspended. Those who think that Turkey will release more water may also be mistaken. The Turkish side simply says; “There is no water, resources are decreasing; Therefore, let's build dams to hold water during rainy seasons, renew the channels that cause losses, and improve irrigation techniques.”
The second incentive package is the Development Path Project. It has a high appeal for Iraq. Of course, since Türkiye designed this as a security corridor, objections may arise. Still, channels are being opened for Baghdad to have a greater presence in the Kurdistan region, which it has not been able to control since 1990. This process started with partnership in border security and can be expanded through the Development Path. Transfer of power in Bashiqa may also reduce the opposition front.
Another factor is visa exemption. Visa liberalization for the age group under 15 and over 50 begins on September 1.
Another reason that facilitated the measures against the PKK was the bazaar-market arson actions. On July 1, Iraqi Interior Spokesperson Mikdad Miri and Kurdistan Internal Affairs Council General Director Dr. Hemin Mirani announced that the three suspects caught in the fires in Kirkuk, Duhok and Erbil bazaars were affiliated with the PKK. PKK denied the accusations. The fact that one of the suspects was from the 70th Peshmerga Unit and the other was from the Sulaymaniyah Counter-Terrorism Unit was enough to put pressure on the PUK.
***
Türkiye made KDP a partner in the strategy against PKK. KDP's Iraqi Foreign Minister Hüseyin also said that the PKK presence in Qandil, Makhmur and Shengal poses a danger to Iraq. He also described the banned parties as "fronts of the PKK". Ankara targeted the PUK because it did not show the same partnership. This was also the reason for the attempts to prevent PUK from taking over the governorship in Kirkuk.
Herein lies one of Turkey's failed calculations. What was the account? The aim was to bring together the KDP, Iraqi Turkmen Front (ITC) and Arab parties and expose the PUK. However, in the parliamentary session held in Baghdad on August 10, the governor's office went to the PUK; Rebwar Taha sat on the couch. In the 16-member parliament, PUK won 5, KDP 2, Arab Alliance 3, Gıyade 2, Urube 1, ITC 2 seats. One seat belongs to Christians with a quota. KDP, ITC and former appointed Governor Rekan Juburi's Arab Alliance did not attend the meeting in Baghdad. This crew, who went to the Supreme Court, discredits the three Arab members who attended the session with the claim that they bought a villa in Sulaymaniyah, 3 million dollars each and a luxury car. Even though we do not know the truth of the incident, there is a truth in Kirkuk: The attempt to exclude the PUK, the winner of the election, and put the Turkmen Front in the seat with the rotational formula was coercion. In fact, if Türkiye left alone, Turkmens could act together with the Kurds, not with the Arab nationalist bloc. By appointing Hasan Turan from the Muslim Brotherhood as the head of the ITF, Ankara continues to force Turkmens into policies that are disconnected from reality.
Here is another situation that will send those who are caught up in the "Kirkuk Kurdistan or Turkmeneli" debate into the opposite corner. Why did Arabs choose PUK in Baghdad? The answer is given by Asaib Ahl al-Haq leader Qays al-Hazzali:
“We stated that we are ready to support the PUK on the condition that it accepts Kirkuk's Iraqi identity. The governor's ethnicity is irrelevant as long as the city's identity remains Iraqi. In the presence of the Arab side, PUK made a commitment that Kirkuk is an Iraqi city. KDP wants to include Kirkuk in the Kurdistan Region. However, our intention is to preserve Kirkuk as an Iraqi city like Mosul and Diyala. “KDP will never recognize Kirkuk as an Iraqi city.”
Former Speaker of the Parliament and leader of (Sunni) Tagaddum, Mohammed al Halbusi, was also in favor of the PUK. Even Turkmen Deputy Garip el Asker was also at the session boycotted by the ITC. Ankara lost its influence on the Sunni bloc. Shiite Turkmens are also on Iran's playing field.
Moreover, Turkey's interventions increased the tension among the Kurds. They were divided when it came to the elections in Kirkuk, and they fell apart when it was time to decide the governorship. Ultimately, Baghdad took control of the crisis; The governor became a Kurd and the speaker of the parliament became an Arab. In the Kirkuk administration, 19 positions were reserved for Arabs and 18 positions were reserved for Turkmens. Kurds will rule in one of Kirkuk's four district governorships and three townships. ITC is definitely not in favor of working with the new administration. Ankara wants it that way! However, the Turkmens, who complained about Kurdification during the time of Necmeddin Kerim, began to look for the Kurdish governor after 2017, when they were thrown back into the Saddam era with the appointed Arab governor. The Iraqi Supreme Judiciary also abolished the minority quota, which benefited the KDP in Kurdistan and guaranteed the election of 5 Turkmens. This was an intervention in favor of the PUK. Since PUK got what it wanted in Kirkuk, it may be even more sensitive to Baghdad's sensitivities. This sensitivity may also reflect Turkey's demands, depending on the situation.
To summarize, some accounts may come back from Baghdad.
Ankara has gained something with the new page, but it is still far behind its goals. At this stage, there can be neither a great defeat nor a great victory. Political balances may topple and agreements may remain on paper.