AK Parti çarşamba günü 23. yılını kutladı. Mekan olarak herhangi bir spor salonunun değil de AK Parti Kongre Merkezi’nin seçilmiş olması daha baştan çok da iddialı bir program olmayacağına işaret ediyordu. Çok sıkı bir akreditasyon uygulamasıyla “güvenilmeyen” medya kuruluşları ve gazeteciler salona alınmadı. Mesela medyascope olarak bizim onca uğraşmamıza rağmen kutlamayı yerinden izlememize izin verilmedi.
AK Parti yöneticileri çarşamba günü iki milletvekili ve 15 belediye başkanının partilerine katılacaklarını açıklamıştı ama nedense belediye başkanları 13 ile sınırlı kaldı. Bunların ikisi bucak 11’i ilçe belediye başkanıydı. Yani değil büyükşehir, il belediye başkanı bile yoktu. Ve çoğu Yeniden Refah Partisi’nden. Milletvekilleri de beklendiği gibi İYİ Parti listelerinden İstanbul’dan, Meral Akşener kontenjanından seçilmiş olan Seyi̇than İzsi̇z ile Ahmet Ergasun Yücel. Sonuçta parti kurmaylarından Efkan Ala’nın iddia ettiği gibi “dominant” bir partiye karşılaşmadık.
31 Mart’ın şoku sürüyor
Kutlamayı ekranlardan izlerken ilk aklıma gelen “hazin” sıfatı oldu. Refah Partisi’nde Erdoğan liderliğindeki harekete “yenilikçi” adını takmış, AK Parti’nin, kuruluş sürecinden itibaren ülkenin dört bir tarafında düzenlediği kapalı salon toplantıları ve mitinglerini izlemiş biri olarak son kutlama gibi sönük ve iddiasız olanına pek rastlamadığımı söyleyebilirim.
Peki neden böyle? İlk aklıma gelen gerekçe, AK Parti’nin kurulmasının ardından girdiği ilk seçimde tek başına iktidar olması, ardından girdiği tüm seçimlerde birinci parti olma özelliğini koruması, referandumlardan istediği sonucu elde etmesi, fakat 31 Mart yerel seçimlerinde ilk kez ikinci parti olması. Diğer bir deyişle ne Erdoğan ne de partisi 31 Mart’ın şokunu atlatabilmiş değiller. Ve bu son organizasyona baktığımızda atlatmaları da kolay gözükmüyor.
Erdoğan da “değişim” diyor
Erdoğan bu şoku atlatmak için partisini değiştirmek istediğini şöyle ifade etti: “Önümüzdeki aylarda başlatacağımız Büyük Kongre sürecimizi sadece bir ‘vitrin yenilenmesi’ olarak değil, milletimizin bizden beklediği kapsamlı değişimin ana zemini olarak görüyoruz.”
Tabii burada ilk dikkat çeken husus Erdoğan’ın “değişim” diyerek Ekrem İmamoğlu’nu taklit etmesi. İlk bakışta bu anlaşılır bir şey. İkisi de seçim yenilgisinin ardından “değişim” talebini dile getirdi. Fakat burada iki önemli fark var: İmamoğlu yenilginin ertesi günü “değişim” derken Erdoğan epey bekledi. Daha önemlisi İmamoğlu “değişim” derken öncelikle -haklı olarak- yenilginin sorumlusu olarak gördüğü genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişimini adını koymadan talep etti ve bunu başardı. Ardından da 31 Mart zaferi geldi.
Erdoğansız AK Parti mümkün mü?
Erdoğan ise 31 Mart yenilgisinin sorumlusu olarak tabii ki kendisini görmüyor, açıkça olmasa da bundan partisini sorumlu tutuyor. Aslında bu Erdoğan’ın birçok konuda izlediği tutum: Bütün artıları bizzat sahiplenirken, bütün eksilerin faturasını “öteki”ne kesiyor.
Fakat ortada çok ciddi bir sorun var: Erdoğansız bir AK Parti var mı? Olması mümkün mü? Siyasi bir partiden çok bir aile şirketini andıran AK Parti’de Erdoğan’dan habersiz ciddi bir olayın, mesela il, hatta ilçe yönetimlerinin belirlenmesi söz konusu olabilir mi?
AK Parti’de herhangi bir kişinin küçük çaplı da olsa bir “özgül ağırlığı”ndan bahsetmek mümkün mü? Örneğin TBMM grubunda çok sayıda sokak hayvanlarıyla ilgili düzenlemeden ya da Can Atalay’ın milletvekilliğinin gasp edilmesinden rahatsız milletvekili olduğu bilinirken herhangi birinin ses çıkardığına tanık olduk mu?
Parti içi “rahatsız” kesimin önde gelenlerinden olduğu söylenen TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un cuma günü düştüğü “hazin” durum her şeyi açıklamıyor mu?
Erdoğan ne vaat ediyor?
Erdoğan partisinin kongresini çok önemsiyor ama onun il kongrelerinde özgür bir yarışa izin vereceğini herhalde beklemiyoruz. Bunun yerine görevlendirdiği bazı isimlere taramalar yaptırıp AK Parti teşkilatında köşe başlarını tutacak isimleri yine kendisi saptayacak, atayacak ve kongrelerde de bunları oylatacaktır. Yarın yeni bir seçim yenilgisi olursa sorumluluğu yine üstlenmeyip bunların yerine yeni isimler bulmaya gidecektir.
Hal böyle olunca, yani örgütte sahici bir değişim pek muhtemel olmayınca söyleme bakmak gerekiyor. Erdoğan’ın çarşamba günkü konuşmasında bu konuda altı çizilebilecek pek bir şey yoktu. Hem “kimsenin yaşam tarzına karışmadık” deyip hem LGBTİ’yi bir “sapkınlık” olarak hedef gösteren Erdoğan’ın konuşmasının son bölümündeki şu cümle dikkat çekiciydi: “Ezana, bayrağa, camiye, Kur’an’a, cami cemaatine, kutsal değerlerimize saldırmayı aklının ucundan geçirenin gözünün yaşına bakmayız.”
Sanki böyle bir şey varmış gibi. Muhtemelen kendi bakanının “bilgisayar oyunlarından etkilenmiş” dediği Eskişehir saldırganı Arda Küçükyetim’in Tepebaşı Cami’nin bahçesinde oturanlara saldırmış olmasına atıfta bulunuyor.
İnsanları heyecanladırmak yerine korkutmaya devam
Doğru ya da yanlış, Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” olarak adlandırdığı “vizyon”dan ileriye yönelik ve insanları heyecanlandıran hedefler çıkmadı. Bunun yerine Erdoğan yine en iyi bildiği şeyi yapacağa, insanları “ürkütecek”, “korkutacak” şeylerle iktidarını korumaya çalışacağa benziyor.
Konuşmasında “Bundan 23 sene önce yola revan olurken milletimize verdiğimiz sözleri tutmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz” diyen Erdoğan’ın bu söylediklerini teyit etmek için AK Parti’nin kuruluş bildirgesine ve bugünün Türkiyesi’ne hızlı bir bakış yeterli. Sokak röportajında söyledikleri nedeniyle tutuklanan genç kadın ve TBMM kürsüsünde saldırıya uğrayan TİP Milletvekili Ahmet Şık, AK Parti’nin geldiği “hazin” durumu bize gösteriyor.
Bugün AK Parti denilince akla Erdoğan’dan sonra Alpay Özalan gibi “biri”nin geliyor olması aslında çok da fazla konuşmaya gerek olmadığını gösteriyor.