Zaten sadece adı kaldı

AKP dün kuruluşunun 23. yıldönümünü kutladı.

Töreni izlemedim ama şampanya patlatılmadığını, pasta kesilmediğini tahmin ediyorum.

Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan bir konuşma yapmıştır, canlı olarak dinlemeye tahammülüm olmadığı için neler söylediğini daha sonra okur, belki üzerine birkaç kelime de yazarım.

Partinin 23. yaş kutlamaları için belirlediği slogan şu: Adı Ak Parti!

Bunu okuyunca yıldönümü kutlamasını organize etmek için görevlendirilen partililerin bu cesaretine şapka çıkarmak istedim.

Bir gerçeği, olanca çıplaklığıyla hem de kuruluş yıldönümü törenlerine yansıtmalarındaki zekâ pırıltısını takdir etmemem mümkün değil.

Çünkü bu partinin kuruluşundan bu yana geçen 23 yıl içinde köprülerin altından o kadar çok su aktı ki dere bile kurumuş durumda.

Ve artık o parti, kuruluşundaki parti değil.

Erdoğan, partinin kurucularının önemli bölümünü de tasfiye etti, parti de kuruluşunda açıkladığı programı ve vaatleri çoktan unuttu.

Partinin sadece adı kaldı ve aslına bakacak olursanız adının da değişmesi daha doğru olurdu: Recep Tayyip Erdoğan Partisi.

Başarıdan da başarısızlıktan da sadece o sorumlu, çünkü partideki diğer isimler sadece “esami listesinde” yer alıyorlar.

Troçki, 1904’te yazdığı bir risalede Leninist parti anlayışını eleştiriyordu.

“Parti örgütünün yerini merkez komitesinin, merkez komitesinin yerini de bir diktatörün alacağına” dikkat çekiyor ve “Halk dilsizleşirken, komiteler, politikalar koyacak ve kaldıracak” diyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra o partinin ve ülkenin, Stalin’in elinde nerelere gittiğini artık tarih kitapları yazıyor.

AKP’nin başına gelen de aynısı oldu.

O partide artık bir tek kişi var: Recep Tayyip Erdoğan. Merkez Yönetim kurulu da o, hükümet de o, milletvekili de o, il, ilçe başkanı da o.

Bekir Bozdağ, Ahmet Davutoğlu’na yapılan saray darbesinin ardından düzenlenen kongredeki konuşmasında bu durumu çok güzel ifade etmişti:

“AK Parti, Tayyib’in partisidir ve var oldukça da Tayyib’in partisi olacaktır. Size sadakatle, açtığınız yolda, gösterdiğiniz istikamette bu kutlu yolda, yolculukta yürümeye azimle devam edeceğiz.”

Bozdağ’ın bu konuşması “yağcılık” değildi, AKP’de bir tek adam kültünün oluştuğunun ve artık bunun kolay kolay değiştirilemeyeceğinin itirafıydı.

Halkımızın karizmatik ve otoriter lidere tapınma eğilimi, bu kez Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında vücut bulup, AKP’yi teslim aldı.

Aynı kongrede Erdoğan’dan gelen mesaj okunurken, bütün salonun İstiklal Marşı’nı dinler gibi ayağa kalktığını da hatırlayalım.

24. yılına girerken AKP’nin serencamı işte bu.

Onun için bu yılki kutlamalarında “Adı Ak Parti” sloganının tercih edilmesini çok doğru buldum.

Artık sadece adı var, gerisi Recep Tayyip Erdoğan’dan ibaret.

* * *

23 yıl öncesinden bir anı

Milliyet'in Genel Yayın Müdürü idim. Hasan Cemal 2001 yılında Anadolu izlenimlerini aktarırken, “Tayyip paldır küldür geliyor, ister inan ister inanma” deyince Milliyet'te bir yazı dizisi yapalım diye karar verdik. Yazı dizisinin birinci bölümünün yayınlandığı gün öğlen saatlerinde gelen satış raporunu görünce gözlerimin büyüdüğünü söylemeliyim. 50 küsur binlik bir satış artışı görünüyordu...

Milliyet'te 4 Temmuz 2001'de başlayan beş bölümlük 'Kasımpaşalı' başlıklı yazı dizisinin birinci bölümü

AKP’nin kuruluş yıldönümü ile ilgili haberlere göz gezdirirken 23 yıl öncesine gittim.

O günlerde Milliyet’in Genel Yayın Müdürü idim.

Hasan Cemal, senede iki kez Anadolu turuna çıkar, döndükten sonra edindiği izlenimleri bir yazı dizisi hâlinde köşesinde yazardı.

O sene yaz tatiline çıkmadan önce daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan bir tura çıkmıştı.

Erbakan’a bayrak açan “yenilikçilerin” bir parti kurarak siyasete devam edecekleri ile ilgili haberler gündemde önemli yer tutuyordu.

Recep Tayyip Erdoğan ile şu anda partinin internet sitesindeki kurucular kurulunda isimlerinden hiç söz edilmeyen, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener gibi isimlerin kuracağı partinin şansının ne olabileceği merak konusuydu.

Hasan Cemal geziden döndükten sonra benim odamda Yayın Koordinatörü Emre Oral, Haber Müdürü Doğan Akın ve Ekonomi Servisi Müdürü Murat Sabuncu’nun da katıldığı bir değerlendirme toplantısı yaptık.

Hasan Ağabey’in izlenimleri içinde en büyük yeri tutan şey Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik olağanüstü ilgiydi.

“Tayyip paldır küldür geliyor ister inan ister inanma” dediğini hatırlıyorum.

Bunun üzerine bir yazı dizisi yapalım diye karar verdik. Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçek bir portresini çıkarmak üzere.

Fehmi Çalmuk, Erdoğan’ın hayatından ilginç ve önemli kesitleri derledi.

Ruşen Çakır da Erdoğan’ın siyasi geçmişinden hareketle liderliğindeki yenilikçi hareketin geleceğini, Türkiye ve dünyadaki İslami hareketler ekseninde tartışan bir çerçeve yazdı.

O günlerde gazeteler arasında içerik ve haber rekabeti de önemliydi.

Bir gün önce televizyonda Erdoğan ile ilgili bir yazı dizisinin Milliyet’te başlayacağı ile ilgili reklamları yayınladık.

Yazı dizisinin birinci bölümünün yayınlandığı gün (4 Temmuz 2001) öğlen saatlerinde gelen satış raporunu görünce gözlerimin büyüdüğünü söylemeliyim. 50 küsur binlik bir satış artışı görünüyordu.

Milliyet gibi daha çok sosyal demokrat eğilimli okuyucunun okuduğu bir gazetenin, böyle bir yazı dizisiyle aldığı ekstra tiraj, kurulacak partinin geleceği hakkında da sinyaller veriyordu.

Bunun üzerine yazı dizisini birkaç gün daha uzatmanın yollarını da aradığımızı hatırlıyorum.

Yazı dizisinin ilk bölümünün başlığı şuydu:

“Babası küfür eden Tayyip’i tavana astı.”

Reis Kaptan ismiyle maruf rahmetli babası çok otoriter bir adammış. Dizide şöyle anlatılıyordu:

“Denizcilik kurallarını evine de taşımıştı; cezalar bile deniz kurallarına göreydi. Bir gün Recep Tayyip’in ağzının bozuk olduğunu bilen kapı komşuları Müşerref Abla, ona yine küfrettirmiş, katıla katıla gülmüş, sonra da poposuna vurarak cezalandırmıştı. Bunu duyan Reis Kaptan, beş – altı yaşındaki oğlunu tavana asarak cezalandırdı. 15 – 20 dakika sonra dayısı küçük Tayyip’i indirdi.”

Erdoğan’ın otoriter kişiliğinin ve bazı durumlarda diline hiç hâkim olamadığının ip uçları o dizide vardı, sizin anlayacağınız.

Rahmetli babası sağ olsaydı da bugünleri görseydi en azından “oğlum ağzını bozma” derdi.