İran değişir mi?

19 Mayıs 2024 tarihinde kaza mı suikast mı olduğu bilinmeyen bir nedenle düşen helikopterde hayatını yitiren İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin yerine geçecek kişiyi seçmek için yapılan seçimlerin 5 Temmuz’daki ikinci turunda, Dr. Mesud Pezeşkiyan oyların yüzde 53,7’sini alarak 9. Cumhurbaşkanı oldu. Kendisini etnik İran Türk’ü olarak tanımlayan ve daha önceki reformcu Hatemi hükümetinde Sağlık Bakanı olarak görev yapmış olan Pezeşkiyan güncel İran siyasetinde adı pek geçmeyen bir kişiydi. Rakibi ise ultra-muhafazakâr Celili’ydi. Bu nedenle ve seçimlere katılım oranı düştükçe muhafazakarların kazanma şansının arttığı gerçeği Celili’nin Cumhurbaşkanı olma şansını arttıran nedenlerdi. Ancak beklenen olmadı. Bunun sebeplerini irdelemek, İran’ın geleceğine ilişkin ipuçları da verebilecek niteliktedir.

İran’daki reform hareketleri 90’lı yıllarda baş vermeye başlamış ve 1997 ‘de Hatemi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi ile zirveye ulaşmıştı. Reform hareketinin temel amacı İran’ın ideolojik ve kurumsal yapısını günün ve dünyanın gerçeklerine göre yeniden yapılandırmaktı. Tek tip İslam ideolojisi ve “Şii din adamının yönetim yetkisi” olarak anlaşılan Velayet-i Fakih kuramı Ayetullah Humeyni’nin ölümünden sonra tartışılmaya başlanmıştı. Reformcular, meşruiyetini hem dinden hem de halkın iradesinden alan, çoğulcu, kişisel hak ve özgürlüklerin korunduğu İslami liberalizm fikirlerini savunuyordu. Ancak bu hareket uzun sürmeyecek, Anayasa tarafından kendilerine İslam Cumhuriyeti ve ideolojisini savunma görevi verilmiş Devrim Muhafızları’nın baskısı ile püskürtülecekti.

İran’ın 9.Cumhurbaşkanı olarak seçilen Pezeşkiyan, reform hareketinin temsilcisi olmakla birlikte, herhalde bu geçmişten ders alarak daha sınırlı bir gündemle işbaşına gelmiştir.

Tahran’da bulunduğum 1987-88 yıllarında daha Ayetullah Humeyni sağ ve ülke yönetiminin başında iken daha çok Şii inancının farklı yorumlarından kaynaklanan eleştirel görüşlere rastlanıyordu. Şii hiyerarşisinde en üst makamda olan bazı Ayetullahlar, din adamlarının yönetimin her kademesinde görev almalarının dine zarar vereceği görüşünü savunmaktan çekinmiyordu. Bunlar arasında şahsen gidip tanıştığım ve daha sonra Başbakan Özal’ı İran ziyareti sırasında Kum’daki evinde buluşturduğum Ayetullah Montazari de vardı. Ancak bu farklı yorumları bir reform hareketi olarak değerlendirmek zordu.

Bu kez reform hareketinin Pezeşkiyan ile seçim zaferi kazanması, sadece kendi başarılarının sonucu değil, muhafazakâr kesimin kendi içinde bölünmüş olmasının da eseridir. Muhafazakâr kesimden eski Devrim Muhafızı Komutanı ve Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibah pragmatist muhafazakarlığı savunurken, aşırı muhafazakâr Paydari Grubu tarafından desteklenen İran’ın eski Nükleer Baş Müzakerecisi Celili’nin ayrı ayrı Cumhurbaşkanlığı seçimine girmesi oyların dağılmasını sağladı. Nitekim ilk turda Pezeşkiyan 10,4 milyon oy alırken, Celili 9,4 milyon ve Kalibaf ise 3,3 milyon oy aldı. Ancak 2021 seçimlerinde Ibrahim Reisi dahil muhafazakarların 22,4 milyon oy almış olduğunu dikkate alırsak, bu seçimde muhafazaların ciddi bir oy kaybına uğradığını da teslim etmek gerekir.

Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın reform gündemi çok ihtiyatlı ve büyük vaadlardan kaçınan bir nitelik taşıyor. Belli ki, sistem içinde kalarak ve bir çatışmaya girmeden belirli bazı sorunların çözümünü hedefliyor. Bu bağlamda, kişisel hak ve özgürlüklerin korunması, zorunlu başörtüsü dayatmasının kaldırılması, internetin serbestleştirilmesi gibi vaadlar ön plana çıkıyor. Pezeşkiyan ayrıca dış politikada Batı dünyasına açılım gereğini, ABD ile nükleer müzakerelerin yeniden açılmasını ve İran’a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılacağa bir ortama girilmesini savunuyor.

Kısıtlı tutulmuş kapsamına rağmen Pezeşkiyan’ın bu programının uygulanması sisteme egemen muhafazakarların ve özellikle Devrim Rehberi Hamaney’in desteğine ve onayına bağlı. Diğer taraftan İran ekonomisini elinde tutan askeri ve dini vakıfların gücü, Pezeşkiyan’ın ekonomik reform çabalarının önünde ciddi bir engel olarak duruyor.

Bu karmaşık ortamda İran’ın geleceğini belki de en fazla etkileyecek unsur, Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney’in yerine geçecek olan kişi olacaktır. Unutmamak gerekir ki İran Cumhurbaşkanı’nın yetkileri Anayasa gereği kısıtlıdır. İbrahim Reisi’nin ölümü ile İran sadece bir Cumhurbaşkanı kaybetmemiş, aynı zamanda Hamaney’in muhtemel halefleri arasında en güçlü adaylardan birini de yitirmiştir.

Yeni Devrim Rehberi’nin kişiliği ve ideolojisi İran’da yükselen reform dalgasının boyunu ve hızını tayin edebilecek bir unsur olacakken, ABD ve Batı dünyasının Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’a ilişkin tutumu da kısa vadede İran siyasetini etkileyebilecek en önemli dinamik olarak ortaya çıkacaktır. İran’a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılması veya en azından hafifletilmesi, nükleer müzakerelerde ilerleme sağlanması Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ı güçlendirecek ve muhtemelen yeni Devrim Rehberi seçiminde kilit bir rol oynamasını sağlayacaktır.

Sonuç olarak denebilir ki helikopter olayı ve sonrası İran’da ilk kez büyük bir dönüşümün öncüsü olmaya adaydır.

Buna karşılık ilginçtir ki Türkiye de önemli bir değişim sürecinden geçiyor. Tahran’da bulunduğum zamanlarda yabancılarla ve özellikle Büyükelçilik çevreleri ile temas ve iletişimde bulunan bazı İranlı aileler vardı. Görüşmelerimizde bana Türkiye’de de İslami hareketin güçleneceği ve rejimimizi değiştireceği şeklinde beyanlarda bulunuyorlardı. Ben de ısrar ve kararlılıkla bunun mümkün olmadığını, laikliğin Cumhuriyetimizin ve demokrasinin temel taşı olduğunu, bu ilkeye bağlı sağlam kurumlarımız ve çok güçlü bir toplumsal bilinç olduğunu ifade ederdim. Bu inancımı korumakla birlikte bugün biraz naif kaçtığının da farkındayım. İran’da Şii inancının Vatkan benzeri katı ve yaygın örgütü, Şah’a karşı direnen liberal ve sol kesimlerin elinden devrimi kaçırarak İslam Cumhuriyeti’ni kurdukları gerçeği ile mukayese edildiğinde Türkiye’nin çoğulcu siyaset deneyiminin çok farklı yollardan geçtiğini söylemek gerekir. Bu farkı yaratan en önemli unsurlardan biri de toplumsal bilinç olduğu kadar demokrasinin kırılganlıklarını düzene sokan kurumların varlığı ve sağlamlığıdır.

NOT: Bu yazı için Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ezgi Uzun Teker’in Global İlişkiler Forumu için yazdığı makaleden de yararlanılmıştır.


*Volkan Vural, Tahran’da 1987-1988 yıllarında Büyükelçi olarak da görev yapmıştır.