Sedat Peker’in itiraflarını izlerken detayını öğrendiğim, 1996’da Kıbrıs’ta suikasta uğrayan ve “faili meçhul” olarak kayda geçen gazeteci Kutlu Adalı cinayeti yıllar öncesine götürdü beni.
23 Nisan 1962’yi 24 Nisan’a bağlayan gece, faili meçhul cinayetlere kurban giden iki Kıbrıslı gazeteciyi, Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’i hatırladım. Hikmet yatağında, karısının gözü önünde, Gürkan ise arabası içerisinde infaz edildi. Gazeteciler, 24-25 Mart 1962’de, Bayraktar Cami ve Ömeriye Cami’nde patlatılan bombaların izlerini sürüyorlardı. Yıllar yıllar sonra, emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun “Kıbrıs’ta cami yaktık” cümlesini ağzından kaçırması Kıbrıs’ta da gündem olmuştu.
Kıbrıs’ta 1931 yılında İngiliz yönetimine karşı ilk bağımsızlık gösterileri gündeme geldi. Kıbrıslı Rumların başlattıkları ayaklanmaya karşı İngiltere, temel güç olarak Kıbrıslı Türklerden oluşturulan birlikleri kullanarak, Ada’da iki toplumun karşı karşıya getirilmesini sağlayacak ilk tohumları atmış oldu. 1 Mayıs 1931’de Kıbrıs Türklerinin ilk siyasi faaliyeti olan “Kıbrıs Türk Milli Kongresi” de toplandı. Tesadüf, 1930’lu yıllarda, Enosis (ilhak) mücadelesi verenlerin mücadele merkezi de Londra’daydı.
Kıbrıslı Rum Albay George Grivas genç bir subayken 1920–1922 yılları arasında Türk-Yunan savaşında yer almıştı. II. Dünya savaşında da Yunan Ordusu’nda görev yapan Grivas savaştan sonra Kıbrıs’a dönerek yaşamının geri kalan kısmını Enosis’e adadı. Böylece, Grivas ile Makarios arasında liderlik mücadelesi başladı. Enosis için takip edilecek yöntem konusunda anlaşamıyorlardı. Makarios, Grivas’ın aşırı politikalarının çözüm getirmeyeceğini düşünerek diplomatik çabalarına Birleşmiş Milletler’in dâhil olmasını istiyordu. Grivas 1954/55’de Kıbrıslı Savaşçıların Millî Örgütü’nü (EOKA) kurdu. 1 Nisan 1955’de EOKA İngiliz yönetimine karşı bir şiddet kampanyası başlattı ve İngiliz askeri hedeflerine ve Lefkoşa, Mağusa, Larnaka ve Limasol’daki kamu kuruluşlarına karşı saldırılara girişti. Ayrıca Lefkoşa’daki radyo istasyonu havaya uçuruldu. Daha sonraki süreçte EOKA, İngiliz ve Türklerin yanı sıra, İngilizler için çalışan Kıbrıslı Rum sivillere karşı da silahlı saldırılar düzenlemeye başladı.
Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) siyasi gelişmeler karşısında daha çok Kilise ile iş birliği halindeydi.Hatta, İngilizler Makarios’u “Akdeniz’in Castro”su olarak tanımlıyorlardı. Kıbrıslı Türkler de 1954’ten itibaren gerginleşen ortamda kendilerini savunmak için Ada’da çeşitli örgütler kuruyorlardı. Nihayet, Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), 23 Kasım 1957 akşamı, Lefkoşa’da, Türkiye’nin Kıbrıs’taki Büyükelçiliğinde görevli Mustafa Kemal Tanrısevdi’nin evinde, Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından kuruldu ve Kıbrıs Türk toplumunun Ada’da taksim hedefini gerçekleştirmek için faaliyete başladı.
İngiltere, Kıbrıs’taki kendi sorununu farklı bir boyuta taşıyarak, Türkiye ve Yunanistan arasında da bir gerilim yaratılmasının peşindeydi. 1955’de Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında bir toplantı düzenlendi. Türkiye ilk kez bu toplantıda Kıbrıs’ta taraf olarak yer aldı. Bu tarihe kadar Türkiye için ne bir Kıbrıs Adası ne de bir Kıbrıs sorunu vardı. Hatta, hatırlanacaktır, TBMM’de, “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi olmadığı” yönünde sözler de sarf edilmişti. Bahsettiğim Londra toplantısının tarihi 29 Ağustos–6 Eylül 1955’dir. Büyük bir tesadüf eseri, 6-7 Eylül olayları dediğimiz kara lekenin tarihine denk düşmektedir. Aynı kişi, Sabri Yirmibeşoğlu, bu olayı anlatırken, “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” diyecek kadar gururluydu ama aynı zamanda itirafçı olmuştu. 6-7 Eylül’ün önemli sloganlarından birisi de “Ya taksim ya ölüm”dü. Üzücü olaylardan sonra iki NATO müttefiki arasındaki ilişkiler gerildi. Ancak, İngiltere açısından maksat hasıl olmuştu.
Sonrasını zaten biliyorsunuz, olaylar, olaylar…