2023 yılı başlarından itibaren Türkiye, Suriye ile barışma konusunda bir yandan iç kamuoyuna olumlu mesajlar verirken, diğer taraftan da bu konuda Rusya’dan açıkça yardım ve aracılık talep edilen bir süreç içerisindeydi.
14 Mayıs 2023’te yapılacak seçimler öncesi Erdoğan’ın Suriyeli sığınmacıları geri göndermeye yönelik hamleleri olarak da yorumlanan bu gelişmelerin temel esprisi, Cumhurbaşkanı’nın seçimleri kazanmak için kullanılan kozlarından biri olmasıydı. Zaten, Erdoğan sorunlu olduğu tüm liderlerle barışan ve bu konuda cesur adımlar atan bir lider konumundaydı. O nedenle, Esad ile barış hamlesi de olumlu karşılandı.
Seçim öncesi Erdoğan’ın Esad’la tokalaşırken bir fotoğraf verilmesi için ciddi çabalar sarf edildi. Ancak, Esad bu sürecin Erdoğan’ın bir seçim hamlesi olup olmadığı konusundaki endişesini dışa vuracak açıklamalar yaparak, bu kareye girmemeyi başardı. Erdoğan, Putin ile kişisel dostluğunu da kullanarak baskıları sıklaştırırken, Esad da bu süreçte, üzerindeki Putin baskısını hafifletebilmek için İran kartını masaya sürdü. Astana sürecinin bir tarafı olan İran’ın şimdi Türkiye- Suriye barış sürecinin de tarafı olmasını istedi ve bunu başardı.
Türkiye’nin dış politikadaki sorunlarının anası sayılan Suriye konulu dörtlü barış müzakerelerinin 10 Mayıs 2023’te Moskova’da yapılmış olması, zamanlama açısından dünya diploması tarihinde eşine güç rastlanacak bir gelişmeydi. Zira, sadece dört gün sonra Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacaktı. Evet, nihayet kamuoyuna bir fotoğraf karesi verildi. Gerçi o, istenilen kare değildi ancak yine de hiç yoktan iyi bir fotoğraf karesiydi, fotoğrafın iş gördüğünü söyleyebiliriz.
Toplantı sonrası medya bilgilendirmesi başlığıyla kısa bir açıklama yapıldı. Açıklamada dikkat çeken ilk husus, daha önce Astana sürecindeki tüm toplantıların sonuç bildirisinde yer verilen ifadelerin aynen kullanılmış olmasıydı:
“Katılımcılar, 2254 sayılı BMGK Kararı ve “Astana Formatı” çerçevesinde yayınlanan resmi bildiriler uyarınca, Suriye’nin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadeleye olan bağlılıklarını teyit ettiler. Suriyelilerin ana vatanlarına gönüllü, güvenli ve onurlu dönüşlerinin sağlanması ve ihtilaf sonrası yeniden inşanın kolaylaştırılması bakımından, Suriye’ye yönelik uluslararası yardımın artırılmasının taşıdığı önemin altı çizildi.
Katılımcılar ayrıca, Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin ilerletilmesine yönelik olarak Dışişleri Bakan Yardımcılarını dört ülkenin Savunma Bakanlıkları ve İstihbarat birimleri ile koordinasyon halinde bir yol haritası hazırlamaları hususunda talimatlandırmayı kararlaştırdılar.”
Açıklamadaki en önemli husus, barış sürecine ilişkin bir yol haritası hazırlanması konusunda mutabık kalınmasıydı. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılmasıyla birlikte, Erdoğan’ın Suriye ile barış sürecini sürdürmekte ne kadar kararlı olduğunun da anlaşılacağı günler gelip çatmıştı.
Haziran ayında Astana’da düzenlenen toplantıya paralel olarak, Türkiye, İran, Rusya ve Suriye Dışişleri Bakanlıkları arasındaki Dörtlü Süreç‘in ikinci teknik toplantısı yapıldı.
Görüşmede taraflar, Suriyelilerin ülkelerine güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşlerini kolaylaştırmak için Suriye içinde gerekli koşulların yaratılmasının gerekliliğine dikkat çekerek, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı Kararı uyarınca Suriye ihtilafında siyasi çözüm sürecinin ilerletilmesi yönündeki kararlılıklarını teyit ettiler.
Daha sonra, yine Haziran ayı içerisinde Putin’in Suriye temsilcisi Aleksander Lavrentyev’in aşağıdaki açıklaması gündeme düştü:
“Tüm taraflar genel olarak ilişkilerin normalleştirilmesi sürecini ilerletecek bir yol haritası kavramı üzerinde mutabık kaldılar ve görüş ve önerilerini dile getirdiler. Şimdi bunların sistematik hale getirilmesi ve koordine edilmesi gerekiyor” diyen Lavrentyev, ancak sürecin gerçekleşmesinin biraz zaman alacağını kaydetti:
“En önemli şey sürecin ilerliyor olması ve ilerleme kaydedilmesi. Daha fazla geciktirilemez, herkes bu konuda hemfikir.”
Özellikle Arap medyasına sızan bilgilere göre, Lavrentyev hazırladığı taslak yol haritasını taraflara sundu. Hatırlanacağı üzere, süreçle ilgili olarak Esad’ın olmazsa olmaz iki şartı vardı:
1-TSK’nin Suriye topraklarından çekilmesi
2-Türkiye’nin İdlib’teki terörist gruplara verdiği desteğin kesilmesi
Lavrentyev’in yol haritasında, TSK’nin Suriye’den çekilmesiyle ilgili olarak bir takvim üzerinde durulduğu da yine basına sızan bilgiler arasında yer aldı. İdlib’de ise Rusya’nın önerisinin ne olduğu konusunda medyaya herhangi bir bilgi sızmadı. Elbette, sığınmacıların geri dönüşüyle ilgili konuda da. Ankara’nın bu konudaki açmazı aslında şu tezden kaynaklanıyor:
Türkiye her zaman, sığınmacıların, Suriye’de barış ve istikrar sağlandıktan, seçimler yapıldıktan sonra dönebileceğini belirtiyor. Sayıları milyonlarla ifade edilen sığınmacılar Türkiye’deyken, Suriye’de yapılacak bir seçimden “kim, nasıl bir sonuç bekler” bunun izahı oldukça güç. Zaten teknik olarak da anlamsız bir açıklama bu.
Erdoğan seçimi kazanmış, rahatlamış ve elde ettiği zaferle Suriye ile barış sürecinin getireceğini siyasi ranta ihtiyacı kalmadığı için ilgisini de kaybetmişti. 2023 ikinci yarısındaki tüm çabalar sonuç vermeyince, Lavrentyev 2024 Ocak ayında yaptığı açıklama ile sürecin kesintiye uğradığını itiraf etti. “Artık, bir yol haritası yok” dedi.
2024 yılı içerisinde Türkiye, Suriye konusunda iki önemli gelişme yaşıyor:
Bunlardan birincisi Türkiye’de hüküm süren ekonomik krizin ulaştığı seviye ile ilgili. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra sözde rasyonel bir ekonomi politikası izleyen ve resmen ekonomide bir enkaz devraldığını dahi vurgulamakta tereddüt göstermeyen Mehmet Şimşek’in kamu bütçesindeki Suriye faturasının büyüklüğü karşısında uğradığı şok. Şimşek, zaten öteden beri, gölge dışişleri bakanı gibi hareket ettiğinden, Erdoğan’ın ve Fidan’ın önüne Suriye faturasını koymuş olmalı. Şimşek’in tasarruf tedbirleri kamu personelinin servislerine kadar uzanmışken, Suriye’de katlanamaz ölçüde büyüyen mali fatura, tercihine göre, Şimşek’e “Bu ne perhiz…” veya “Ayranı yok içmeye…” gibi veciz sözleri açıkça kullanma imkanı sağlamış olmalı. Şimşek’in sözleri elbette kamuoyuna değil, Erdoğan’a ve Suriye sorununun mimarlarından Fidan’a karşı kullandığı söylenebilir. En azından ben söyleyebilirim. Zaten sonunda, Erdoğan “Esad ile yeniden ailecek görüşebiliriz” yolunda ifadeler kullanarak hepimize “nereden nereye” dedirtmeyi başardı.
İkinci konu ise, Suriye sahasındaki gelişmeler. Öncelikle bir konuya açıklama getirelim: Suriye’nin ve Türkiye’nin terörist tanımları farklı. Sadece Suriye için değil, Rusya, İran, ABD, AB için de Suriye’deki terörist gruplar BMGK’nin 2254 sayılı kararında isimleri zikredilen gruplardır. Bunların arasında PKK ve YPG yoktur, bulunmamaktadır.
Suriye’nin doğusunda ve kuzey doğusunda ağırlıklı olarak Kürtlerin düzenlemeyi planladığı yerel seçimlerle ilgili süreç dikkatlice incelendiğinde, şaşırtıcı bir şekilde, tepkinin sadece Türkiye’den geldiği ve Erdoğan’ın “Sınırlarımızın ötesinde bir teröristan devletine izin vermeyiz” açıklamasından başka ne Putin’den ne de Esad’tan bir tepki geldiğine şahit olduk. Zira, Rusya öteden beri, Suriye’deki Kürt grupları Esad yönetimine yaklaştırırken, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri harekâtına yeşil ışık yakmak suretiyle hep TSK kartını kullanmıştır. Bu defa da, aynı şekilde davranarak, Türkiye’nin dolaylı olarak ABD’nin Suriye’deki varlığıyla karşı karşıya gelmesi olasılığına oynamıştır. Keza, Esad da öyle. Bazı Rus analistlerin Suriye’de Kürtleri “Türk sopasıyla” terbiye etme kurgusu da ayrıca işin bonusudur.
Geçen Mayıs ayının sonlarına doğru ABD, başına gelecekleri hissetmiş olmalı ki, aniden devreye girip, Kürtleri seçimlerden vazgeçirmeye çalıştı ve ikna etti. Rusya artık Suriye’deki ABD varlığı sona erdirilmeden, Kürtlerin Esad’la barıştırılmasının mümkün olamayacağını ve Suriye’de kalıcı bir barışa giden yolda, Türkiye’nin Şam’la barış sürecinin de ABD’nin bölgeden atılması için mutlak bir gereklilik olduğunu iyice anladı. ABD’nin başkanlık seçim sürecine girmesi ve dikkatlerin Ukrayna ve Gazze üzerine yoğunlaşması Rusya’ya Suriye’de yeni bir oyun kurması için uygun bir ortam sağlıyor.
Kürtlerin seçimleri Ağustos ayına ertelemesini fırsat bilen Rusya derhal işe koyuldu. Bizim medyada, “Irak, Türkiye ile Suriye arasında arabuluculuk yapıyor” haberlerinin yer aldığı sırada, Rusya’nın Şam ve Ankara arasındaki normalleşme sürecini yeniden başlatma girişimine şahit olduk. Rusya Himeymim Askeri Üssü’nde Türk ve Suriyeli yetkililer arasında bir toplantı düzenlemeyi başardı.
Kısaca süreç, bazı analistlerin ifade ettiği gibi Hakan Fidan’ın Putin ile görüşmesinden sonra değil, önce başlamıştı. Fidan-Putin görüşmesinin nedenlerinden birisinin de bu olduğunu söyleyebilirim. Zira, Fidan da Putin gibi Suriye dosyasına vakıf birisi. Bu konu şüphesiz 3-4 Temmuz yapılacağı ilk defa Rusya tarafından açıklanan Erdoğan-Putin görüşmesinin de ana gündem maddelerinden biri olacak.
Daha sonra bazıları için sürpriz olarak değerlendirilen Esad– Lavrentyev görüşmesi gündeme geldi. Esad, bu defa, muhtemelen Rusya Dışişleri’nin önerdiği kelimelerle yukarıda belirttiğim iki şartını farklı bir şekilde ifade etti. İçerik aslında aynıydı ancak ifade farklıydı. Türk kamuoyuna adeta “Esad barış istiyor” mesajı verdirtildi. Bunun için fazla çabaya zaten gerek yoktu. Medyamız bu konuda mahirdi!
Ve sonra Cuma namazı çıkışı Erdoğan’ın yaptığı açıklama üzerine medyada estirilen rüzgara muhalefet de dahil oldu, sanki daha önce Kılıçdaroğlu ve Akşener, Esad ile görüşmeyi gündeme getirmemişler gibi…
Suriye iç savaşının başından beri, Esad ile masaya oturulması fikrini savunan, bu nedenle Erdoğan tarafından “zavallı” olarak nitelenen birisi olarak, bu süreçle ilgili iyimser olmak için elimden geleni yapıyorum.
Bu noktada güvendiğim tek kişi Mehmet Şimşek. Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ekonomik ambargolara uymak konusunda Erdoğan’ı ikna eden Mehmet Şimşek’e çok güveniyorum. Ancak, yine de bunun ihtiyatlı bir iyimserlik olduğunu belirteyim. İşimiz çok zor. Suriye konusunda Erdoğan’ın ayrı, muhalefetin ayrı çözüm üretme çabaları anlamsız. Hiç olmazsa bu konuda, tüm aktörlerin katılacağı bir arama konferansı yapılması ve ortak akıl oluşturulması gerekiyor. Bunu yapmak tercih değil, zorunluluk. Şunu da unutmayalım ki, artık bu dörtlü sürece İran da resmen taraf oldu. Bu da Türkiye’nin işini ayrıca zorlaştıran bir başka gelişme.
ABD’nin Suriye’deki konumu ise görüşmelerin geleceğini etkileyebilecek bir diğer faktör olarak yerini korumaya devam ediyor.