Ülkemizde muhalefet açısından siyasetin S’sine dokunmayan bir altılı masa süreci yaşandı. İlginç bir şekilde siyasetin temel meselelerine hiç dokunmadılar. İç politikada “Erdoğan gittikten sonra’’; dış politikada ise uçuk kaçık fikirler (Akdeniz’e barış getireceğiz, Mavi Vatan işgalciliktir gibi) akılları zorlayan yaklaşımlar.
Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık ilanı girişiminden sonra Türkiye ile diplomatik ilişkiler askıya alınmıştı. Bağımsızlık konusu işlevini kaybettikten sonra ilişkiler adım adım yumuşama sürecine girdi. Türkiye’den bir iki düşünce kuruluşu ve GENAR adına ben çalıştaya katıldım. Barzani hükümetine yakın çalışan RUDAV Araştırma Merkezi bir toplantı organize etmişti.
Irak’taki Kürtler, Türkler, Araplar ve Türkiye’den katılımcıların olduğu bir toplantı günü Türkiye’de Kılıçdaroğlu dış politika mesajları vermiş ve medyada hayli gündem olmuştu. Ulusal kanallardan biri konuyu müzakere etmek için yayın planlaması yaptı. Biz de tam Ortadoğu meselelerini tartışırken yayına katılmak ilginç olur diye düşündüm.
Kılıçdaroğlu’nun mesajı şu şekildeydi: “Esad’la konuşacağım ve Ortadoğu’ya barış getireceğim.’’ Sorulan soruda tam da bu noktada, “Peki beyefendiler ve hanımefendiler, bu ne kadar mümkün olur?’’ Katılımcılar imkanlarını zorlayarak yorum yaptılar. Söz sırası bana geldiğinde ise dedim ki: “İki gündür Erbil’deyiz, küçük bir bölgesel yönetimin iç içe geçmiş katman katman sorunlarını konuşuyoruz. Kılıçdaroğlu ile bir anlaşma yapalım: Önce bölgesel yönetimin sorunlarını çözsün; görece daha küçük boyutlu bir dış politika meselesi. Sonra Ortadoğu, daha sonra Akdeniz sorunlarını çözmek için kapıları aralasın.’’
Birkaç cümle ile Irak’ın içindeki karmaşadan bahsettim. “ABD Irak’ı işgal etti, İran işgali ve kaosu sürdürülebilir hale getirdi. Şiiler, Sünniler, Kürt-Sünniler olmak üzere iç içe geçmiş bir iplik yumağı gibi karışmış etkin yapılar var. İran, Şiiler üzerinde nüfuz sahibi, fakat İran’ın Irak üzerinden nüfuz sahibi olmasını istemeyen daha milliyetçi Arap Şiiler var.
Kürt bölgesinde üç nüfuz alanı var: Barzani, Talabani ve onun tarafından desteklenen PKK, ABD, Türkiye, İran ve Irak devletlerinin bölge üzerinde nüfuzu var. Konuyu daha fazla içinden çıkılmaz hale getirmeden Kılıçdaroğlu’na bir tavsiyede bulundum: ‘’Sayın Kılıçdaroğlu, Kuzey Irak’ın sorunlarını çözsün, kendisinden başka bir şey istemiyoruz.’’
Türk dış politikasının ikinci devrimi Suriye iç savaşında karşı karşıya kaldığımız zor durumdan sonra yeniden şekillendi. Soğuk Savaş bittikten sonra ABD kendisini dünyanın tek jandarması ilan etti ve yeni dünya düzeni diye bir kurgu ortaya koydu; başta BM olmak üzere bütün uluslararası kurumların içini boşalttı ve etkisiz hale getirdi. Başıbozuk bir sürece öncülük etti.
Afganistan ve Irak işgalleri, Yemen’in içine düştüğü kaos ortamı yeni dünya düzeninin ne olduğuna dair ipuçları vermeye başladı. Arap Baharı ve Suriye iç savaşı, çok kutuplu dünyanın ayak seslerinin işitildiği bir süreç oldu ve ABD’nin düzen değil kaos istediğini fark etmek çok geç oldu, bence fark edemedik. ABD yönetimi süreci bizim gözümüze soktu.
Türkiye, geleneksel müttefikliklerin ulus devletleri korumaya yetmediğini, hatta böyle bir amaçlarının olmadığını fark eden ilk devletlerden birisi oldu. Batı sömürge imparatorluğu ile çıkarları ters düşen Türkiye, Erdoğan’ın Türkiye’nin menfaatlerini öncelemesiyle birlikte topyekûn saldırıya maruz kaldı.
PKK terör örgütü, cinayetlerine yeniden başlamayı ve ülkeyi bölmek için çukur eylemleri başlatmayı denedi. DEAŞ doğrudan Türkiye’ye saldırmaya başladı. Uyuyan Gladyo ve FETÖ terör örgütü, iç savaş çıkarmak için içine sızdığı devleti yıkmaya çalıştı.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra tam bağımsız Türkiye’nin ikinci dış politika süreci başlamış oldu. NATO eliyle kurulan ve sonrasında yıkılan bütün ilişkileri, Türkiye kendi gücü ve geleneksel nüfuz tecrübesiyle yeniden kurdu.
Bugün bir istikrar adasına dönüşen ve dış politikada nüfuzu her geçen gün daha fazla güçlenen Türkiye, adım adım istikrarlaştırıcı güç olarak etkisini artırıyor. En yakın dönemde Türkiye ve Irak’ın kalkınma yolu üzerinden kurduğu yeni düzen, bölge için bir anahtar örnek düzeyinde.
Rusya, enerjisinin büyük bölümünü Ukrayna ve NATO karşısındaki süreçlere harcamak zorunda; İran ise başta ambargo olmak üzere birçok sorunla ilgileniyor. İşgalci İsrail, her an Suriye’ye saldırıp toprak işgal girişiminde bulunabilir. Bu şartlar altında, Suriye’nin bir devlet olarak var olması, devlet olarak kalabilmesi için dış politikasının merkezine Suriye’nin toprak bütünlüğünü alan, komşularını ve istikrarını kendi istikrarı sayan Türkiye ile birlikte çalışması zorunlu bir durum.
Bugünden yarına her şey toz pembe olmaz, on yılda bozulan düzen benzer bir süreçte toparlanabilir.