2010 yılında yapılan KPSS sorularının çalındığının anlaşılmasından hemen sonra, her pazartesi günü Hürriyet'teki köşemde soruşturmanın akıbetini sordum. O yazılarda sorduğum sorulardan biri de Bülent Arınç'a suikast konusuydu. O suikast iddiası bahane edilerek TSK'nın "kozmik odası" da aranmıştı.
Her iki olayın ucu da doğrudan doğruya Fetullahçı çeteye çıkıyordu.
Bu işlerin failinin Fetullahçı çete olduğunu devletin içinde bana gizli bilgiler taşıyan casuslarım olduğu için öğrenmemiştim.
Açık kaynaklarda yayımlanan haberler, neyin ne olduğunu açıkça gösteriyordu.
Soruların çalındığının belli olmasının hemen ardından 10 Eylül 2010 tarihinde Milliyet'te, Tolga Şardan ve Türker Karapınar imzasıyla bir haber yayınlanmıştı.
2010 KPSS sorularının çalınmasındaki kilit isimlerden biri olan Ispartalı Baki Saçı, savcılığa verdiği ifadede cemaat bağlantılı bir arkadaşının "Sana bir hediyem var" diyerek soruların yanıtlarını kendisine gönderdiğini anlatıyordu.
Sadece KPSS değil, ALES, YGS sorularının yanıtlarının da örgüte mensup kişilere dağıtıldığını açıklıyordu.
Saçı, ifadesinde, üniversiteye hazırlanırken gittiği bir dershanede Fethullah Gülen cemaati mensuplarıyla tanıştığını, "Sana imkânlar sunarız" diyen cemaate ait evlerde 4 yıl boyunca kaldığını ve cemaati bu şekilde tanıdığını anlatıyordu.
Ankara'ya getirilerek savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Saçı, daha sonra serbest bırakılmıştı.
O günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bugün Dışişleri Bakanı olan MİT Müsteşarı'nı ve sonradan milletvekili de yapacağı zamanın Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal'ı makamına çağırmış, "soruları çalanları bulun ve dosyayı da önce bana getirin" talimatı vermişti; hatırlarsınız.
O dosyayı daha sonra gören olmadı.
Erdoğan, soruları çalanların Fetullahçı olduğunu görünce "aynı menzili maksuda gidiyoruz" diye düşündü ve dosyayı unutuluşa terk etti.
Oysa o gün o dosyanın gerekleri yerine getirilmiş olsaydı, 15 Temmuz darbecileri yıllar önce açığa çıkartılabilir, TSK'da yuvalanmış Fetullahçı çete mensupları temizlenebilirdi.
O yıl KPSS sorularının verildiği öğretmen adaylarının ikisinin eşi albay, 14'ünün eşi yarbay, 40'ının eşi binbaşı, 40'ının eşi yüzbaşı ve dördünün eşi üsteğmen rütbelerindeydi.
Bunlara ulaştıktan sonra çetenin TSK'daki uzantılarına ulaşmak son derece kolay olacaktı.
Üç yıl boyunca bu konuyu sordum, tınmadılar bile.
Bundan cesaret alan FETÖ'nün daha sonra tam 60 sınavda soruları çalarak, yandaşlarını devlet içindeki kadrolara yerleştirdiğini de hatırlayalım.
Sinan Ateş cinayetiyle ilgili tutumuna baktığımda aradan geçen bunca zaman ve olaydan hiç ders çıkarmadığını düşündüm.
Maktülün eşi Ayşe Ateş ve çocuklarını Saray'da kabul eden Cumhurbaşkanı, yanına Adalet Bakanı'nı da alıp göz yaşı döktü.
Sonra da "sonuna kadar gidilsin" talimatı verdi.
Davanın seyri, bu talimatının da tıpkı KPSS hırsızlığında verdiği talimat gibi olduğunu gösteriyor.
Cinayeti planlayan, katilleri sevk ve idare eden gizli yapının, aynı menzili maksuda gidiliyor düşüncesi ile görmezden gelinmek istendiğini düşündüren çok şey var.
O tarihteki göz yummanın bedelini Türkiye ödedi, hâlâ da ödüyoruz.
Kendisini uyarmak isterim ki bu göz yummasının da bir bedeli mutlaka olacak.
O gün de "Rabbim de milletim de bizi affetsin" mi diyecek?
* * *
İyi bir şey yapmama kararlılığı!
Kredi kartı ile bahşiş ödenmesi ile ilgili düzenleme "torbadan" çıkarıldı.
Buradan şu sonucu çıkardım: AKP'de iyi bir şeyler yapmak isteyenlerin işi o kadar da kolay değil.
Nasıl oluyorsa oluyor ve arada bir doğru bir iş yapmak isteyen çıkarsa, onu hemen engelleyecek görünmez bir mekanizma partinin içinde harekete geçiyor.
Lokantalarda bahşişin kredi kartı ile ödenebilmesi her şeyden önce artık iktisadi bir zorunluluk haline gelmişti.
Erdoğan'ın kendisini iktisatçı zannetmesinin sonucu olarak enflasyon azdı ancak piyasadaki en büyük kâğıt para hâlâ 200 lira!
Cebinizde bir deste para taşımalısınız ki bu tür nakit ödemeleri yapabilesiniz.
Maliye Bakanı'nın bu konudaki açıklaması son derece tatmin ediciydi.
Bahşiş olarak ödenecek paradan KDV gibi bir kesinti yapılmayacak, servis personeline net olarak aktarılması sağlanacaktı.
Elden ödenen bahşiş tutarının böylece kayıt altına alınması da mümkün olabilecekti ki çalışanlar açısından bunun da ne kadar önemli olduğu çok açık.
Dünyada daha önce bu sisteme geçmiş ülkelerde, yıllar içinde bahşiş olarak ödenen rakamın büyüdüğü de biliniyor.
Pandemide en büyük zararı gören lokanta çalışanlarının, geçmiş zararlarını telafi edebilecek bir uygulama olacaktı bu.
Medyadan takip edebildiğim kadarıyla bu uygulamaya işveren kuruluşlarının ve bir sendika dışında kalan işçi sendikalarının bir itirazı yok.
Biz vatandaşlar için de hayatı kolaylaştırıcı bir uygulama.
Peki neden son anda torba kanundan çıkarıldı?
Buna "iyi bir şey yapmama kararlılığı" mı demeliyiz?
* * *
"Ötanazi" değil, kendi istekleriyle ölmeyecekler!
Sokak köpeklerini toplayıp, öldürmeye kararlı olan iktidar, önce bunu kamuoyuna "uyutma"diye sundu.
"Uyutma" kavramını kullanarak, yapacakları işin gerçek adının telaffuz edilmesini önlemek istediler.
Tıpkı çocukların evlendirilmesini "erken yaşta evlilik" diye önemsizleştirerek dikkatten kaçırmaya çalıştıkları gibi.
Toplum "uyutma" kavramı ile uyutulmayınca ağız değiştirdiler.
Belli bir süre içinde sahiplenilmeyen sokak hayvanlarına "ötanazi" yapılacakmış!
Ötanazi, bilinci yerinde olan bir insanın kendi serbest idaresiyle, acı çekmeden ölebilmesi için tıbbi destek görmesi anlamına geliyor.
Sokak hayvanlarına yapılacak işin adı onun için "ötanazi" diye önemsizleştirilemez.
Ölüm kararını o hayvancıklar kendileri vermiyorlar!
Onlar adına bu kararı siz veriyorsunuz kusura bakmayın ama bunun adı dünyanın her lisanında "cinayet" diye konulur.
Hayvanları topluca öldürmek istiyorsunuz, "ötanazi, uyutma" gibi kavramlarla kafaları karıştırmak, suçunuzu hafifletmek istiyorsunuz belli ki.