AKP döneminde servetine servet katmışların çocukları boğazda bir kafede oturdukları zaman 10 bin lira kahve parası verip kalkıyorsa ve bunlar dünün yoksulları bugünün şımarıklarıysa, bu hareketi omuzlarında taşıyanlar eğer pazarda akşam fiyatların düşmesini bekliyorsa ve bu adamlar 20 yıldır bizi omuzlarında taşıyorsa, biz de bunu görüp bu insanların derdine çare olamıyorsak, bu vatandaş sonuna kadar haklıdır!”
Bu sözler, eski Ak Parti Milletvekili Metin Külünk’e ait. Bir Pazar gezisi sırasında sokak röportajcısına “20 yıldır verdim, artık Ak Parti’ye oy vermeyeceğim” diyen bir vatandaşın yanında söylüyor.
Metin Külünk, gençlik yıllarından bu yana Erdoğan’a yakın bir isim. Sokağa çıkıp vatandaşın nabzını dinleyebilenlerden. Sedat Peker’in iddialarıyla farklı ilişkileri de tartışıldı bir ara. O mesele de hâlâ netleşmedi ama bu yazının konusu o değil.
Külünk’ün yukardaki sözlerinde en azından bazı Ak Partililerin 22 yılda ne olup bittiğini görebildiğini ve bunu dillendirme cesareti gösterebildiğini anlıyoruz. Peki Külünk’ün gördüğü ne?
-AKP döneminde servetine servet katanlar varmış, bir.
-Onların şımarık çocukları Boğaz’da bir kafede 10 bin lira verip kalkabiliyormuş, iki.
-Bunlar dünün yoksulları, bugünün şımarıkları imiş, üç.
-Bu hareketi omuzlarında taşıyanlar ise fiyatların yarı yarıya düştüğü pazarın akşam saatlerini bekliyorlarmış, dört.
-Ve AKP yönetimi bunu görüp onların dertlerine çare olamıyormuş, beş.
Fotoğraf nasıl?
22 yıl ve sonuç. Şımarık yeni zenginler ve “Dâvâ”yı omuzlarında taşıyıp pazarın akşam saatlerini bekleyenler…
Memleketin fert başına milli gelirinin 12-13 bin dolar civarında olduğu söylenir. Ama dünya alem biliyor ki, bu milli gelirden pay alanların yüzde 20’s i Himalayalar’da -ya da lüks tatil beldelerinde- geziniyor, geriye kalanlar ise hayatla boğuşulan zeminlerde… Tatil yerleri dolu, Boğaz kafeleri dolu ya, onlar işte yüzde 20 içinde yer alıyor. Bir de yüzde 80’i sırala bakalım, ne görünüyor?
Burada şu sorular sorulmalı:
1. Metin Külünk’ün gördüğünü yönetimde sorumluluk alanlar, diyelim Cumhurbaşkanı Erdoğan görmüyor olabilir mi?
2. AKP’nin hangi politikaları sebebiyle bu “şımarık zenginlikler”oluşturuldu?
3. Bu çarpık durum 22 yılın sonunda ortaya çıkmışsa, yani bir günlük mesele değilse, nasıl, hangi takvimde düzeltilecek, ya da düzeltilme umudu var mı?
4. Külünk ve benzeri birkaç kişinin tarzındaki çıkışları, “bireysel gaz alma” eylemleri olarak mı okunmalı, yoksa “sadra şifa” bir niteliği olabilir mi? Yukarısı, en Yukarısı nasıl karşılar bu tür çıkışları? “Bizim Metin gene çıkmış sokağa” türünden bir karşılık mı görür, yoksa “Demek sokak, bizim taban böyle düşünüyormuş, aman tez elden tedbir alalım” gibi bir heyecan mı uyandırır? Ne dersiniz, bıyık altından gülenler olduğunu görür gibiyim. Yani “Efendi, bunlar bilinçsiz politikalar mı zannediyorsunuz, bunca servet transferi olurken, bunun kendiliğinden oluştuğunu düşünecek kadar saf olamazsınız” diyenleri de duyuyorum. Ne yapalım, bütün ihtimalleri masaya yatırmak da bizim işimiz.
5. Biliyorum ihale kanunlarının onlarca kez değiştirilmesini yazanlarınız olacak, “Bizde akçalı işler nasıl dönüyor?” sorusunu soracaksınız, komisyon, komisyon, komisyonlardan bahsedeceksiniz… Yoo, Meclis komisyonlarından bahsetmiyorum, ihalelerde devreye girebilecek komisyonlardan söz ediyorum…
İktidarın şurasına burasına tutunanların, “bal tutmuş” gibi parmak yalamaya başlamasından… Nasıl bir düzen kuruldu ki herkes parmak yalıyor?
6. Sorayım: Metin Külünk’ün bir şekilde bu düzenin değişeceğine inancı yüzde kaçtır? “Başkan Erdoğan’ın bir hamlesi yeter” diyebilen kaç babayiğit kalmıştır o cenahlarda?
Bizim İbrahim Kahveci bağırıp duruyor, Karar’da, tv kanallarında… Geçen rast geldim “Ben, dedi Müslümanlığı Recep Yazıcıoğlu’nun amcasından öğrendim. Bana öğretilen Müslümanlık bu değildi.” “Bu değildi” derken, iktidarın “muhafazakârlığı”ndan söz ediyor, çarpık uygulamaların bu dönemde asıl Müslümanlığın canına okuduğunu ifade ediyordu.
İbrahim’in can yangınını iktidar cenahından bir Allah kulu anlamış mıdır bilmem.
O zenginleştirmeler de, servet transferleri ve o şımarıklıklar da bir politikanın eseri. Bilinçsiz oluştu deniyorsa, bilinçsizliğinin bedelini ödemeli birileri, bilinçli yapıldıysa bilinçli kötülüğün bedelini…
Vatandaşın elinden geliyorsa, gelebiliyorsa, “Bilinç tutulması”na yol açmıyorsa, “Bunlar giderse kim gelir?” gibi fobiler, siyasetin bir boyutu destek vermekse çok daha hayati boyutunun “Murakabe – Denetleme” olduğu bilincini köreltmiyorsa, vatandaş “Seni ancak böyle hizaya getirebilirim” tavrını gösterebilir.
Külünk gibi hani hâlâ biraz hakikat duyarlılığı kalmış olanlar bile vatandaşın o tavrından yola çıkarak politika yapabilir.
Son söz. Türkiye’de siyasetin sorunu, vatandaşın kendi ağırlığını ve belirleyiciliğini bilmesinde odaklaşıyor. İktidarı hizaya getirecek olan da o, muhalefete misyon yükleyecek olan da o.