Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 22 Ekim 2021 günü hepimizin gözünün içine bakarak bir yalan söyledi.
“Osman Kavala’yı serbest bırakmadık, Demirtaş’ı serbest bırakmadık, PKK ve FETÖ ile mücadelede kimseden talimat almadık diye Türkiye’yi gri listeye aldılar” dedi.
Geçtiğimiz hafta sonunda da memlekette tatlı bir sevinç havası vardı.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “başardık” diye duyurduğu gelişme, Türkiye’nin gri listeden çıkmasıydı.
Bu tablo, 22 yıllık AKP iktidarının küçük bir özeti aslına bakarsanız.
Daha önce yaptığının tam tersini yapmak ve ama her iki eylemi de gerçekleştirirken en doğruyu yapmış olduğunu savunmak.
Nitekim Soylu’nun Bakanlığı döneminde bu listeye girmiş olmak bir gurur vesilesi olarak sunulmuştu.
İktidar diklenmeden dik durmuş, talimat almayı reddetmiş ve bunun sonunda küresel güçler tarafından gri listeye mahkûm edilmişiz!
Bu tür yalanlar otokrasilerin en çok kullandığı politika araçları.
O gün ülkenin kara para cenneti olduğu gerçeği halktan bu sözlerle saklandı, önemli olan buydu. Ülke yararına sonuç doğurup doğurmamış olmasının otokrat için bir önemi yok.
Nitekim gri listeye sokan ile gri listeden çıkmak için adaklar adayan da aynı rejim.
Şu anda ekonomik olarak deniz tükendiği ve iktidarı sürdürmek zorlaştığı için listeden çıkmak gerekiyordu; olan biten bundan ibarettir.
Çünkü “sıcak parasını” Türkiye’ye getirip, kısa sürede büyük gelirler elde ettikten sonra çıkıp sağlam yerlere gitmek isteyecek sermayenin buna ihtiyacı vardı.
Türkiye baş ekonomisti Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi getirdiği yer burasıdır.
Acil sıcak para gerekiyor ve sıcak para da sadece yüksek faiz değil, temizmiş gibi görünen bir ülkenin verdiği yüksek faizi istiyor ki memleketine geri döndüğünde başına iş açılmasın.
Gri listeden çıkmış olmak elbette rüşvetin ve kara paranın bu ülkeden kökünün kazınacağı anlamına da gelmiyor.
Türkiye gibi “ağır yolsuzluklar” ülkesinde bu tür listelerden çıkmak böyle sonuçlar doğurmaz.
Rüşvetin, yolsuzluğun önlenebilmesi için her şeyden önce şeffaf ve hesap verebilir bir kamu idaresi gerekiyor.
Yap – İşlet – Devret projelerinde verilen garantilerin kamuoyundan “ticari sır” gerekçesiyle saklandığı bir ülkede şeffaflıktan söz edemezsiniz.
Böyle durumlarda “ticari sır” varsa, o sır doğrudan doğruya dağıtılan rüşvet ile ilgilidir.
Dün kıt kanaat geçinen ailelerin çocuklarının ani bir zihin açıklığıyla dev armatörlere, büyük sanayicilere, yaman tüccarlara dönüşebilmesi başka türlü mümkün olmaz.
Bu düzeni korumak için de basın özgür değil, serbestçe siyaset yapılamıyor, kamu kesiminin harcamalarının nereye nasıl yapıldığı bilgisine ulaşılamıyor.
Özgür basın ve serbest siyaset için de otokrasiden, demokrasiye geçmiş olmalıyız.
Öyle olduğunda da zaten Selahattin Demirtaş’ı da Osman Kavala’yı da hapiste tutamazsınız, PKK ve FETÖ ile mücadele kisvesi altında demokratik hak ve özgürlükleri askıya alamazsınız.
Erdoğan açısından baktığımızda yukarıda bıyık, aşağıda sakal var görünüyor.
Sürdürülemez bir rejimi ayakta tutabilmek için türlü cambazlıklar yapmak zorunda.
Kara parayla mücadele eder görüntüsü verirken, diğer yandan iktidar ortağının iş ortağı pozisyonundaki organize suç örgütlerini de kollamak gerekiyor.
Mafya şeflerini birer ikişer serbest bırakır, siyasi cinayetlerin bile aydınlatılmaması için elinden gelen her şeyi yaparken kara para ile mücadele görüntüsü inandırıcı olamıyor maalesef.
Bardağın dolu tarafına bakalım diyorsanız, bakalım: Gri listeden çıktık!
Bardağı boş tarafı hâlâ çok koyu bir gri, bunu unutmayalım.
* * *
Bir Vali’den suçlu yaratan rejim
22. İstanbul Onur Yürüyüşü (Fotoğraf: Tuğçe Yılmaz)
İstanbul Valisi, LGBTİQ+ onur yürüyüşünü bir kez daha yasakladı.
Vali Bey’e göre bu gösteri yürüyüşü “illegal grupların izinsiz protestosu” imiş.
Yürüyüşü gerçekleştirmek isteyenler nasıl oluyor da illegal oluyorlar, bunu bilemiyorum.
Vali Bey “illegal” kelimesinin tam anlamını bilmiyor olabilir mi acaba diye düşündüm, baktım eğitimi yerinde, biliyor olmalı.
“İllegal” yasadışı anlamında bir kelime. Ancak bu yasadışılık daha çok ceza kanunlarıylailgili.
Bizim yasalarımızda LGBTİQ+ bireylerin tutum ve davranışlarının suç olduğu ile ilgili bir hüküm yok. Bu kişilerin suçlanabilmeleri için ayrıca bir suç işlemeleri gerekir ki o durumda bile kimlikleri ile suç arasında bir bağ kurulamaz.
Ve bu açıdan bakacak olursak aslında Vali Bey, “silahlı gücü de olan illegal bir kişi” olarak karşımıza çıkıyor.
Türk Ceza Kanunu’nun 115. Maddesi, Vali Bey’in neden “illegal” olduğunu açıklıyor.
Maddenin 1. Fıkrası şöyle:
“Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
2. fıkra ibadet özgürlüğünün engellenmesi durumunda birinci fıkraya göre ceza verileceğini anlatıyor.
3. fıkrası ise konumuzla doğrudan ilgili. O da şöyle:
“Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.”
Vali Bey, elindeki silahlı güce dayanarak, yasa dışına çıkıyor ve vatandaşların Anayasa ile garanti altına alınmış gösteri yürüyüşü yapma haklarına tecavüz ediyor.
Anayasa’ya göre AİHM kararları bir üst hukuk normu, uyulması zorunlu.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın da AİHM kararlarıyla uyumlu sayısız kararı var.
Bazı AİHM kararlarını not etmiştim. Ataman (2006), DİSK (2012), KESK (2012), Akgöl (2011) kararları göstericilerin şiddete yönelmedikleri sürece barışçı gösterilere kamu makamlarının hoşgörü ile bakması gerektiğini söylüyor.
Hakkın “özü”, serbestçe kullanılmasını gerektiriyor, izin alınmasını değil.
Valilik gibi idari makamlar, Anayasa ile tanınmış bir hakkın özünü ortadan kaldırabilecek yetkiye sahip değil. Kaldı ki kanunlarla bile bu hakkın özü yok edilemez. Anayasa değişmedikçe, TBMM de hakların özüne dokunamaz.
Anayasa’nın 34. Maddesi bunun için var:
“Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
İstanbul Valisi, bütün bunları bilmiyor olamaz, eğitimi de mesleki geçmişi de bunları bilmesi için yeterli.
Ama bile bile elindeki silahlı gücü kullanarak bir temel hakkın kullanılmasını bir kısım vatandaş için yasaklamaya kalkıyor.
Otokrat emrediyor, emir kulu memurlar baş sallıyor.
Anayasa ve yasalara aykırı emirleri itirazsız yerine getirmek de bir suç, bunu da hatırlatmış olayım.
Türkiye’nin en büyük kentinin valisini suç işlemeye yönelten bir idare, gri listeden çıksa ne olur, çıkmasa ne olur.