El Kayyım Daima

“Süreklileşmiş Kayyım Siyaseti” başlığı da uygun düşerdi. Ancak biraz renksiz duracağından, biraz da devletin Kürt meselesi siyasetinin ‘beklenmedik’, ‘niyet edilmemiş’ sonuçlarından biri olarak dil bilgimizin ve genel kültürümüzün artması işine de bir selam vermek istediğimden, tumturaklı bir başlık atayım istedim. Malum, Kürt belediyelerine ilk atandıklarında, atananların kayyım mı, kayyûm mu oldukları konuşulmuş, daha çok kayyûm tabiri kullanılmış, ancak doğrusunun kayyım olduğunu öğrenmiştik. Kayyımın “bir işi yerine getiren, üstlenen kimse”, bir tür vekil, kayyûmunsa, esmâ-i hüsnâ’dan, Allah’ın sıfatlarından olduğunu, “kıyâm kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup her şeyin varlığı kendisine bağlı olan, kâinatı idare eden” (TDV, İslam Ansiklopedisi) demek olduğunu öğrenmiş, ufkumuzu genişletmiştik. Kayyım siyasetinin faillerinin yatkınlıklarını da düşününce, Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atanmasıyla açılmış görünen üçüncü kayyım dönemini “el kayyım daima” olarak adlandırmakta bir beis olmasa gerek. Fatih’in tuğrasında yer alan “el muzaffer daima” ibaresine nispetle… 

El kayyım daima haline, seçme ve seçilme gibi iki temel vatandaşlık hakkının süreklileşmiş ihlaline, bir tür ‘süreklileşmiş eksik vatandaşlık’ durumuna işaret eden Hakkâri Belediyesi’ne üçüncü kez kayyım atama işlemi ne anlatıyor olabilir? Hukuki bir tasarruf olmasa gerek, çünkü Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atamanın dar manasıyla hukukla açıklanabilir bir tarafı yok. Yerine kayyım atanan belediye başkanının kesinleşmiş bir cezası olmadığı gibi, kayyım atanması belediye başkanının senelerdir görülen davasını bir anda hızlandırmış ve ceza almış olmasının önünü açmış görünüyor. Keza, önce görevden alınıp ardından mahkûm edilen Hakkâri Belediye Başkanı’nın yerine belediye meclis üyelerinden birinin seçilmesine imkân varken belediyenin kayyıma verilmesi de işin hukuki bir tarafı olmadığına işaret ediyor olsa gerek. 

O halde, her anlamıyla siyasi bir tasarrufla karşı karşıyayız. Peki seçimlerin üzerinden daha ancak iki ay geçmiş ve AK Parti’nin Kürtlerle ilişkisi epey bozulmuşken, üstüne bir de ortalık yumuşama ve normalleşme jestlerinden geçilmiyorken, bu türden bir siyasi tasarrufun ardında ne olabilir? Emin olduğum, kesinkes budur diyebileceğim bir saik yok. Ama tahminlerim, “bu olabilir” diyebildiklerim var. 

Devlet Siyaseti?

Aklıma ilk gelen sebep, yapılanın devlet siyasetinin bir parçası olması. Kürt şehirlerinin Kürt partisince yönetilmesine izin ve imkân vermemek, devletin Kürt meselesi siyasetinin yazılı olmayan ya da biz fanilerin bilmediği bir yerlerde yazılı hale gelmiş kuralı olmuş olabilir. Seçme ve seçilme hakkının süreklileşmiş ihlali, YSK’nın ve seçim hukukunun ıskartaya çıkarılması demek olmasına rağmen, Kürt şehirlerinde belediyelerin Kürt partisince yönetilmesi devlet açısından artık kabul edilemez bir durum olarak görülüyor olabilir. Kürt partisinin ulusal siyasette temsilinin etkisizleştirildiği, yerel siyasetteyse tümden engellendiği bir tür Şark Islahat Planı 2.0 devrede olabilir. 

Ne var ki, ‘diğer’ işaretler bu kadar kapsamlı ve kararlı bir devlet siyasetinin yürürlükte olmasının zor olduğunu gösteriyor. İki dönemdir yürüyen kayyım siyasetine rağmen Kürt seçmenlerin Kürt partisince aday gösterilenleri seçmesi, AK Parti’ye ve aslında devletin Kürt meselesi siyasetine verilen onayın daha da azalmasının çok da istenmeyecek oluşu, devletin iktidarla muhalefet arasında bir normalleşmeye ihtiyacının artmış olması, buna mukabil Kürt meselesine hiç bulaşmayan bir normalleşme siyasetine CHP’nin ikna edilmesinin zor olabilecek olması vs. Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atanmasının genel ve bütüncül bir siyasetin ilk adımı olması ihtimalini azaltıyor. Genel ve bütüncül olmayan bir siyasetin açılış adımı olması ihtimali ise zayıf değil. Söz konusu olan siyasi aktörlerin ve Kürtlerin vereceği reaksiyonun seviyesine ayarlı olarak devam edebilecek bir “el kayyım, yer yer ve zaman zaman” siyaseti olabilir. 

‘Kuzeydoğu’ Suriye Seçimlerini Durdurmak?

Diğer bir ihtimal Suriye’de gerçekleştirilmesi planlanan yerel seçimlerin yapılmasını engellemek olabilir(di). Malum, Suriye’nin SDG kontrolündeki bölgelerde 11 Haziran’da bir yerel seçim yapılması planlanıyordu ve Türkiye bu seçimlerin yapılmasını SDG’yi ve dolayısıyla PKK’yi meşrulaştırıp, Suriye’de Irak’takine benzer özerk bir siyasi entitenin kuruluş adımı olarak tanımlıyordu. Askeri seçenekle durdurulabilecek gibi görünmeyen seçimler ABD üzerinde baskı oluşturularak engellenmek isteniyordu. ABD üzerindeki baskının da fayda etmeyebileceği ihtimaline karşı SDG’ye ve dolayısıyla PKK’ye ve dolayısıyla Kürt siyasetine Kuzey ve Doğu Suriye’de seçim yapılırsa Kürt şehirlerinde belediyeler gider denmek istenmiş olabilir.

ABD, SDG, PKK, DEM gibi çok sayıda aktörü birbirine bağlayan ve biraz fazla dolaylı bir jeste işaret ettiği için kayyım atanmasını Suriye’deki seçimlerin durdurulmasını sağlamak amacıyla yapılmış bir ihtar olarak görmek fazla spekülatif bulunabilir. Gerek Suriye’de seçimlerin iptal edilmeyip ertelenmiş olması, gerekse de Suriye’de seçimler yapılsın yapılmasın belediyelere kayyım atanması ihtimalinin halen yüksek oluşu, bu türden bir analizi zayıf kılıyor, burası doğru. Öte yandan, DEM belediyelerine kayyım atanmasına devam edilmez ve Suriye’de seçimler daha uzun bir süre yapılmazsa, aslında o kadar da spekülatif bir analiz değilmiş demek de mümkün olabilir. 

CHP’yi ve DEM’i Test Etmek? 

Kayyım atanmasının bambaşka bir sebebinin olma ihtimali de az değil. Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atanmasının ardındaki esas saik, iktidarın CHP’yi ve DEM Parti’yi test etmek istemesi de olabilir. İktidar Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atayarak yumuşama siyasetine tansiyon yüklemek ve bu yolla yumuşama siyasetine istikamet vermek istemiş olabilir. Seçim sonrasında Özel’in ve CHP’nin aldıkları normalleşme ve yumuşama heveslisi tutum, iyi yönetilmesi halinde, Erdoğan’dan ve AK Parti’den çok CHP’nin işine yarayabilir görünüyor. Dolayısıyla, kayyım atanmasıyla CHP’nin dengesini bozmak, CHP’yi ‘yanlış’ tepki vermeye zorlamak amaçlanmış olabilir. CHP kayyım atanmasına ‘az’ tepki verirse son seçimlerde CHP adaylarına oy veren metropoldeki Kürtleri hayal kırıklığına uğratılabilir. ‘Çok’ tepki vermesi halindeyse İYİ Parti’nin silindiği yeni siyasi vasatta “Cumhur İttifakı’na karşı CHP’den ve DEM’den oluşan muhalefet” propagandasının önü açılabilir. Özetle, kayyım atanmasının ardındaki esas saik CHP’yi test etmek ve bu vesileyle yumuşama siyasetine istikamet vermek, CHP’yi AK Parti’nin istikamet verdiği bir yumuşa siyaseti rotasında tutmak olabilir. 

Benzer biçimde Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atayarak Kürt siyaseti test edilmek istenmiş olabilir. Malum, seçimlerin hemen ardından Van’ın yeni belediye başkanı Abdullah Zeydan’a mazbata verilmeyecek olmuş, bunun üzerine uzun zamandır Kürt şehirlerinde görülmeyen büyüklükte kitlesel protestolar yapılmış, ardından da yargının müdahalesiyle Zeydan’a mazbatası verilmiş ve protestolar kesilmişti. 31 Mart’tan sonra Van’da gerçekleşen bu olaylar zinciri, Kürtlerin kayyım siyasetinin bir dönem daha uzatılmasına itiraz edebileceğini ve DEM’in seçimlerin getirdiği hareketlenmeyle beraber üzerindeki ölü toprağını kaldırıp atabileceğini gösteriyordu. Hakkâri’ye kayyım atanmasının ardındaki saik Kürt siyasetini ve DEM seçmenlerini bir kez daha test etmek olabilir. İktidar, Van’da atmak zorunda kaldığı geri adımın ve Kürt siyasetinin atabildiği ileri adımın seçimin hemen ardından oluşan atmosferle ne kadar ilgili ve dolayısıyla ne kadar geçici ve ne kadar kalıcı olduğunu görmek istemiş olabilir. Esas saik buysa, kayyım siyasetine devam edilip edilmeyeceğine bu testten çıkarılan sonuçlara bakılarak karar verilmesi yüksek ihtimal.