Toplumsal ve siyasal hayatta, yaşanan olaylarla yol açtıkları gelişmeler arasında her zaman doğrusal bir ilişki olmuyor. Bazen bir hadise hiç hesaplanmamış, öngörülmemiş gelişmelere kapı açabiliyor. Bazen tamamen başka bir saikle yapılmış bir işi veya söylenmiş bir sözü, birileri bambaşka bir bağlama taşıyabiliyor. Bazen de abartılı tepkilere, tartışmalara neden olan zaten tam da öyle olması istenmiş vakalar görüyoruz. Böyle vakalarda, tepkilerin yüksekliğinden tartışmalar sanki kontrolden çıkmış görüntüsü verilse bile, olay tam da beklendiği gibi seyrediyor. Meral Akşener-Erdoğan görüşmesi, öncesi, sonrası, gizli kapaklı tarafları hatta açıklanmayan içeriğiyle, ne niyetle yapılmış ve nereye varacak olursa olsun, tam da görünmesi istendiği gibi realize edilmiş bir hadise gibi duruyor. En baştan -en azından gerekçesi konusunda usulen- yapılması gereken açıklamalar, yoğun ve aslında muhatapları açısından son derece rahatsız edici spekülasyonlara rağmen hâlâ kamuoyundan ama asıl önemlisi yakın siyasi çevreden esirgeniyor. Bütün komplo teorileri, “yakışıksız” kulisler veya yarattığı siyasi çalkantı bir kenara bırakılsa bile, ilan ve sunum şeklinden anladığımız -anlamamız istendiği- gibi, görüşme kişisel bir temas değil. Dolayısıyla her siyasi temasta olduğu gibi kamuoyunun ve etki çevresindeki siyasi muhatapların merak ve soru hakkı var. Yani gördüğümüz şeyle ilgili açıklama gereği duymamak ve hatta yüksek sesli sorulara cevap vermemek de, bu resmin tamamlayıcı parçası.
Birkaç gündür yoğun bir tartışma trafiği yaratan vakayı, siyasete biraz ilgi duyan herkes biliyor. Ancak tekrar pahasına kısa bir özetle toparlamak, verilen resmin ve bu resimden çıkartılması istenen sonucun üzerine konuşmak için yararlı olabilir. Yalanlanmayan bilgiye göre, görüşme talebi Erdoğan’dan gelmiş ama Akşener’in de önceden bir randevu talebi olmuş galiba. Açıklama “İyi Parti eski Genel Başkanı” sıfatı da kullanılarak Cumhurbaşkanlığı’ndan yapıldı, ikili fotoğraf yine aynı mecradan servis edildi. İki taraf da görüşmenin gerekçesi, içeriği ve sonucu hakkında bilgi vermedi. Akşener, parti adı zikredilerek Beştepe’ye kabul edilmesine rağmen hâlâ parçası olduğu teşkilattaki muhataplarına herhangi bir bilgi aktarmadı. Birilerine bazı şeyler çıtlattıysa bile -verilen tepkilerden- herkesin “bilmiyorduk” demek zorunda kaldığını anlıyoruz. İYİP Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Kim kimle görüşürse görüşsün, biz tek adamlığa hizmet etmeyiz” dedi. Geçen kongrenin diğer genel başkan adayları Koray Aydın ve Tolga Akalın da biraz daha sert ifadelerle tepki gösterdiler. Başka İYİP’liler de açıklamalarıyla ve paylaşımlarıyla, rahatsızlıklarını ifade etti. Yeniden olağanüstü kongre taleplerinin hatta Akşener’in ihracının bile gündeme getirildiği oldu. Akşener’e yakın olduğu söylenen İYİP Milletvekili Burak Akburak ise “Akşener devlette göreve hazır, Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı teklifi değerlendirilir” gibi kışkırtıcı bir açıklama yaptı. Elbette CHP’nin eski ve yeni genel başkanları da meseleye bigane kalamadılar.
Son yerel seçimde yüzde 4 oy almış, son anketlerde hızlı toparlanmasının kolay olmayacağı görünen bir partinin, eski genel başkanının Külliye’ye kabulü neden önemli? Erdoğan açısından, (küçüğüne büyüğüne bakmadan) yanına getirebildiği, “gücünü kabul ettirdiği” her aktör, karizmasını ve oyun kurucu görüntüsünü besliyor. Bir zamanlar kendine muhalif görünmüş isimler çok daha fonksiyonel. Devlet Bahçeli, Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Tuğrul Türkeş, Metin Feyzioğlu, Sinan Oğan isimlerini ve DSP, BBP, Vatan Partisi, HÜDAPAR gibi partileri bir çırpıda saymak mümkün. Bu tür yer değiştirme veya güç kabul ettirme hamlelerinin, artçı sarsıntılar yarattığını da gözden kaçırmamak gerek. Ayrıca Erdoğan, iktidarda kalmak için Bahçeli ve Özel arasına sıkışmış, ikisinden birine mecbur görüntüsünü bozmak arzusunda. Akşener açısından ise “siyasetten elini çekmeyeceğini” göstermek ve kendini hatırlatmak için çok isabetli bir yol seçtiği söylenemez. Akşener daha önce çeşitli defalarda söylediği, “ben gitsem taban gitmez” öngörüsünü, kronolojiyi değiştirerek gerçekleştiriyor. Önce seçmeni onun söylediği yere gitmedi ve 2024’te, bir önceki yıldaki gibi “kaybettirme siyaseti” sonuç vermedi, o ise bütün bunlardan sonra Beştepe’ye gitti. Söyledikleri ya da önerdiklerinden ziyade, kimin yanında kimin karşısında ve kimle birlikte pozisyon aldığından ibaret bir ‘siyaset” yürüten ve kriteri böyle şekillenmiş Akşener için şaşırtıcı bir durum yok. Acaba birileri, bu kariyer hikayesine Akşener’in işaret ettiği, tercih ettiği, zorladığı, belirlediği rolle katılmaktan kurtulduklarına şükrediyor mudur?
Akşener, daima başkalarının -kendisi için- vehmettiği ihtimallerin üzerinde ilerledi. Birilerinin aynasından yansıyan yanıltıcı görüntü veya taahhütleri tamamlamayan ama hep yenisini alabilen müteahhit gibiydi. Siyasi kariyer çizgisi, siyasi rotasından hep çok daha net oldu: Kariyer girişi, Susurluk travmasıyla gönderilen Mehmet Ağar’ın yerine konan -“taze siyasetçi kadın”- bir imaj hamlesiydi. AKP’nin kuruluşunda “dört eğilim” tablosunun tamlayıcısı olarak düşünüldü ama olmadı. 1999-2002 sarsıcı grafiğinden kurtulmaya çalışan MHP’nin dışa açılma ve vitrin tanzimi hamlesinde yeri oldu. MHP’nin konuşkan olduğu dönemde, Meclis vitrininin popüler yüzüydü. Bahçeli’nin 2015 hamlesiyle yaşanan oy kaybına asabı bozulan ve sıçrama arayışındaki MHP’lilerin işaret ettiği popüler lider adayıydı. Referandum sürecinde “hayır” ittifakının parçası ve 2018’de ise MHP’nin oylarını tekrar muhalefete taşıyacak aktör olarak gösterildi. Üzerine takılan madalyaları hak edecek bir şey yapmamış olmasına rağmen, aklı başında insanlar tarafından, merkez sağı toparlamak ve seküler milliyetçileri demokrasi ittifakının parçası yapmak için, cesaretlendirilmesi gereken isim olarak lanse edildi. Üç aşağı beş yukarı 2018 seviyesinde yaptığı oy katkısıyla 2019 zaferinin herkesten eşit ortağı muamelesi gördü. Altılı Masa’nın, hem eş kuranı, hem bozanı, hem geri döneni, hem dağıtanı oldu. Aday beğenmeyen, aday tayin eden, adayları isyana çağıran oldu. Yine bazı yorumcular tarafından muhalefeti kazandırmaya çalışan tek isim sayıldı ama kaybettirenler listesinin başına yazıldı. Muhalefetin en kaprislisi ve en çok mağdur olanı oydu. Şimdi ise Beştepe’nin vermek istediği resmin içinde ve neden orada olduğu konusu yine muğlak.
Beştepe’de verilen fotoğrafın siyasi albüme girmiş olması, karede yer almayan pek çok aktör açısından da önemli olacak. Zaten görüşmenin gerekçesinde de, işin bu tarafı belki daha belirleyici. İlk ağızda İYİP’in doğrudan etkileneceği çok açık, verilen tepkilerden bunu görebiliyoruz. Genel Merkezi ve teşkilatlarını hala posterlerinin süslediği kurucu genel başkanın -özellikle muğlak bırakılmış- bu hamlesi, İYİP’te siyaset yapmaya devam edenler ve oy vermeyi sürdürecekler için -masadan sonra ikinci- kırılma anı. Akşener’in tensipleriyle genel başkan olduğu iddia edilen Dervişoğlu, muhalefetteki parti olarak davranmada kararlılık ifade ediyordu, kontrol edemediği bu gelişme yüzünden, inandırıcılık sorunu büyüyecek. CHP ise ilk etapta mecliste ve sandıktaki muhtemel kaymalar nedeniyle avantaj sağlayacak gibi görünse bile, beklenmedik biçimlerde olumsuz etkilenme olasılığı yüksek. Çünkü Abdülkadir Selvi yazıları ve “eşeği çalıp sonra bulup”, bunu da büyük adım diye sunmakla idare edilen “normalleşme” takvimi, tıpkı ekonomik düzelme gibi ileri itildikçe itiliyor. Bu arada kayyım hamlesiyle ve işaret sayılan sembol davaların tavsamasında gördüğümüz gibi, yerel seçim şokunu atlatan eski normal geri geliyor. Zaten ittifakı dağılmış muhalefeti, sadece CHP’den ve DEM’den ibaret göstermek ve CHP’yi şişirerek, tek başına muhalefeti taşımak zorunda bırakmak, eski normalin son başarısı 2023 tablosuna geri dönüş için kolayca kullanılabilir. Belediyeler Birliği seçiminde verilen başarılı örnekte olduğu gibi, CHP’nin Erdoğan’ın manevralarına mahkum olmadan kendi başına normalleşme adımları atabilme imkanı hâlâ sınırlı.