Milliyetçilikler çok çeşitlidir. Bu çeşitlilik, milliyetçiliklere karşı milliyetçilikler olarak da anlaşılabilir. Eğer millet saf bir siyâsal-hukûkî varlık olarak tanınıyorsa buna etnik temelli başka milliyetçiliklerden itirazlar gelecektir. Burada siyâsal kıstaslarla kültürel kıstaslar çatışacaktır.
I.Umûmî Harp evvelinde, Wilson prensipleri olarak hatırlanan ve çok dikkât çekici bir şekilde Lenin’den de destek bulan, milletlerin kendi kaderini belirleme hakkı tam da bu itirazları ihtiva etmektedir. II.Umûmî Harb’in akabinde inşâ edilen Yeni Dünyâ Düzeninde bu ilkeler reddedilmese de geriletilmiştir. Yeni düzende, temel olarak mevcut siyâsal sınırların korunması ilkesi kabûl edilmiştir. Ama etnik milliyetçiliklere de kapı kapatılmış değildir. Sanki melez bir anlayıştır bu. Merkezde siyâsî bir gövde korunmakta; ama etnik temelli milliyetçiliklere bu gövde içinde kompartımanlar açılmakta, federasyon tarzı çözümler teşvik edilmektedir. Bahsi geçen anlayış en başta Batı ile; yâni hem kuvvetli feodal köklere sâhip Avrupa siyâsal kültürü ve geleneğiyle olduğu kadar ABD’deki târihsel tecrübelerle de uyumludur. Sovyetler Birliği de benzer bir yapılanma olarak tezâhür etmişti.
Bu bakış, sistemik olduğu kadar kaotik sâhalar oluşturmakta işlev görmüştür. Bilhassa Ortadoğu’nun Arap Baharı üzerinden istikrarsızlaştırılmasında ikinci işlevin hayâta geçirilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün Libya, Sûriye ve Irak’da ortaya çıkan manzaralar tam da buna işâret etmektedir. Artık kimse kolay kolay bu devletlerin yeniden siyâsal coğrâfî bir birlik sağlayacağını iddia edecek durumda olamaz.
Bu kaotik durum iki şekilde aşılabilir. Bunlardan ilki tam bir ayrışmadır. Meselâ Libya’dan Batı ve Doğu Libya devletleri çıkar. Irak düşünüyorsa; buradan da en az üç devletin neşet edeceğini öngörebiliriz. Irak, kuzeyde, eğer aralarında anlaşabilirlerse Barzânî ve Talabânî kuvvetlerini içine alan bir Kürt Devleti, orta mıntıkalarda bir Sünnî Arap Devleti, güneyde ise Şiî devleti olarak üçe taksim edilebilecek olabilir. Sûriye’ye gelince de manzara farklı durmuyor. Kıyı şeridinde bir Esad rejimin hükmettiği bir Sûriye, kuzeyde ise belki de Irak’takine eklemlenerek büyütülmek istenecek bir PKK Devleti, aşağılarda ise kukla olmasına ihtimam gösterilecek bir Sünnî Arap Devleti kurulabilir. Tabiî bunlar sâdece birer taslaktır.
İkinci bir çözüm ise mevcût sınırların korunması ve yukarıda bahsi geçen parçaların, her birinin kuvvetli otonomilere sâhip olduğu federal bir yapıda bir araya getirilmesi olabilir. Irak’taki mevcut anayasa buna bir misâldir. Tıpkı bunun gibi Sûriye Federal Devleti, Libyâ Federal Devleti de inşâ edilebilir.
Bu iki çözümün nihâî bir çözüm olacağı elbette söylenemez. Her bir parçada, ona sığmayan başka unsurların da kalacağı ve bunların da daha sonraları parçalar arası kurulmuş bağları yeniden koparıp, birliği yeniden tartışma konusu hâline getireceğini öngörmek için kâhin olmaya hâcet yoktur. Balkanlarda bugünlerde yaşanan ve her an çok çatışmalara dönüşebilecek sıcak gelişmeler, Balkan barışının ne kadar devâm ettirilebile-ceğine dâir soruları sorduruyor.
Bu değerlendi-rmeleri yapmamın sebebi, Sûriye’de PYD/PKK’yı cesâretlendiren ABD katılımlı tatbikatlar ve tezgâhlanan mahallî seçimlerin Türkiye’de doğurduğu endişelerle alâkalıdır. Bu endişeler, Sûriye’de her an bir PKK Devleti’nin ilân edilebileceği merkezinde toplanıyor. Haziran ayında yapılacağı ilân edilen seçimlerin bunun fitilini ateşlediğini düşünen paniklemiş çevreler olduğunu müşâhade ediyoruz. Doğrusu ben bu kanaatte değilim. Sûriye’nin son derecede karmaşık hâl-i hazırı düşünüldüğünde çok yakın bir gelecekte bunun olabileceğini zannetmiyorum. ABD, Sûriye’de işlettiği ve adına kantonlaşma dedikleri Kürt/PKK siyâsetini peyderpey tahkim etmek derdinde. Rusya ve onun güdümündeki Esad ile anlaşmadan bu keskin adımı atabileceklerini düşünmüyorum. Henüz bunun bir belirtisi görülmüyor. Bunu Kuzey Irak’ta test ettiler ve kısa bir sonra bu hamleyi geri çektiler. Irak ve Sûriye’de mevcut durum düşünüldüğünde bağımsız Kürdistan için vaktin henüz çok erken olduğunu düşünüyorum. Tabiî ki bu gelişmelerin Türkiye’yi alarma geçirmek için yeterli olması ayrı bir bahistir. Nitekim son MGK Toplantısından yapılan açıklamalar Türkiye’nin meseleyi hassas bir şekilde tâkip ettiğini ortaya koyuyor. Hemen yarın değil; ama çok da uzak olmayan bir istikbâlde Sûriye için, ya ayrışmalar veyâ federal bir yapılanma üzerinden ABD ve Rusya’nın ortak bir karâra varacağını tahmin ediyorum.
ABD ve dolaylı olarak Rusya’nın önceliği PKK değil. Evvelemirde istedikleri İran’ı Lübnan, Sûriye ve Irak’tan uzaklaştırmak. Kolay bir iş değil bu. Lübnan’daki Hizbullah’ı kolayca söküp atabilecekler mi? Irak’ta derin bir şekilde yerleşmiş olan İran bir çırpıda püskürtülebilecek mi? Sûriye diğer ikisine göre nispeten kolay görünüyor. Bunu, her şeyden evvel çığrından çıkmış İsrâil’i yatıştırmak için istediklerini düşünüyorum. Artık İran-İsrâil denklemi işlemiyor. Yatıştırılmış bir İsrâil’i Esad ve Sûriye’deki kazanımlarını garanti etmek isteyen Rusya da isteyecektir. Sûriye’de son sözlerin söylenebilmesi için İran’ın oyunun dışına çıkarılması şart görünüyor. Türkiye’nin atacağı fiilî adımlar bu zaman aralığında; yâni nihâî çözümün konuşulacağı ana kadar bir mânâ ifâde edebilir. Eğer bu zaman aralığı doğru bir şekilde değerlendirilmezse her şey için çok geç olur. İran ve ona müzâhir paramiliter örgütlerden kurtarılmış bir İsrâil'in, Türkiye’nin de Ortadoğu’dan tardedilmesi için masada en kuvvetli bir şekilde ileri süreceği kartın Kürt kartı olacağı muhakkaktır.