Hükümete darbe mi, Bakan'a komplo mu?

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Ankara Emniyet Müdürlüğü'nden dört polis hakkında başlattığı "Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı isyan suçu için anlaşma"soruşturmasının akşamında MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Saray'a çağrıldı ve Cumhurbaşkanı ile bir toplantı yaptılar.

Toplantının "hükümete karşı polis komplosu" iddialarıyla ilgili olduğunu tahmin etmek zor değil.

Cumhurbaşkanı'nın bu toplantıdan edindiği izlenimin, Savcı'nın iddiasıyla pek uyumlu olmadığını da söyleyebilirim.

Çünkü Erdoğan, bu gecenin sabahında TBMM Grup toplantısında olayın adını hiç koymadan şöyle konuştu:

"Kanunun dışına çıkan, hatası olan kim varsa hukuk zeminince hesabı soruyoruz. Son 21 yılda çetin mücadeleler sonucunda gerilettiğimiz bürokratik vesayetin tekrar nüksetmesine fırsat vermeyiz."

Erdoğan'ı 22 yıldır tanıyoruz. Konuşmasına hâkim olan bu sakin hava, üçlü toplantıda edindiği izlenimin bir sonucu olmalı.

Eğer savcının soruşturmasını başlatırken iddia ettiği "hükümete karşı komplo" iddialarına inanmış olsaydı, dün yeri göğü yıkardı, buna hiç kuşkum yok.

Doğal olarak iddiaya karşı bir ihtiyat payı da bırakıyor; çünkü olmaz demeyin, olmaz olmaz!

Keşke zamanında Fetullahçıların komplolarına da böyle soğuk kanlı yaklaşabilseydi, 15 Temmuz'un gelmekte olduğunu görebilmesi mümkün olurdu.

Tahminim şu ki MİT Başkanı Kalın, bu işi özel olarak takip edecek ve onun soruşturmasının sonucu Erdoğan için esas olacak.

Bu da çok normal çünkü 22 yıllık AKP iktidarının Türkiye Cumhuriyeti Devletini getirdiği noktada, kimse kimseye güvenemez.

Ne adliyeye yeterince ve tam olarak güvenebilir ne de polise.

Bu kurumlar, AKP iktidarında öyle büyük altüst oluşlar yaşadılar ki artık kimin kime bağlı olduğu bile tartışılır hale geldi.

Bir yandan siyaset, diğer yandan tarikat ve cemaatlerin iktidar kavgaları, işe alım ve terfilerde liyakate artık hiç bakılmıyor olması, bu kurumların yeniden ayağa kalkabilmelerini çok güçleştirdi.

Adliye ve polisteki iç iktidar mücadelelerinin günün birinde böyle patlak vermesi kaçınılmazdı ve bugün yaşadığımız olayda organize suç çeteleri de bundan yararlanma peşinde.

Olayın esasen bir siyasal hesaplaşma olduğu kanaatindeyim. Organize suç örgütünün başı da bundan yararlanmaya çabalıyor. Elbette bu iki kesimin "uyumlu" bir iş birliği içinde olmaları da mümkün.

Siyasi hesaplaşmanın bir kanadında İçişleri Bakanı Yerlikaya var. Diğer tarafta da eski bakan Süleyman Soylu ve baş destekçisi Devlet Bahçeli.

Bahçeli'nin, organize suç örgütleri liderleriyle samimi ilişkiler içinde olması, hapisten çıkanın ilk iş ziyaret için Bahçeli'nin kapısını çalmaları, Bahçeli'yi Soylu'nun yanında konumluyor.

Soylu da kendi bakanlığı döneminde Ankara'da adeta "dokunulmaz" olan ve bu sayede büyüyen Ayhan Bora Kaplan çetesine yönelik soruşturmanın, kendisini hedef almasından çekiniyor.

Kaplan ile ilgili soruşturmanın, kaçak gizli tanığın (aynı zamanda suç örgütünün 2 numaralı adamı) açıklamalarıyla yön değiştirmesi ilginç.

Ayhan Bora Kaplan, bu süreçte iki kritik adım atmış gibi görünüyor:

1 – Rüşvet verdiği bir savcı ve bir polisin isimlerini ve aldıklarını açıklayarak, elindeki bilgileri sonuna kadar kullanmaya kararlı olduğunu gösteriyor!

2 – Gizli tanık olduğunu bildiği eski adamı "tesadüfen" ayağından vuruluyor ki başına nelerin gelebileceği ile ilgili bir fikri olsun! Ve bir "tesadüf" daha: Sertçelik'i vuran adam, geçmişte Ayhan Bora Kaplan'ın gece kulüplerinden birinde güvenlik personeli olarak çalışmış!

Nitekim, bu olayın ardından yurt dışına kaçan gizli tanık Serdar Sertçelik, gayet profesyonelce hazırlanmış videolar aracılığıyla Kaplan soruşturmasının yönünü değiştiriyor. Olay "polisin hükümete komplosuna" evriliyor!

Sertçelik, polisin, Süleyman Soylu, Hasan Doğan, Mücahit Arslan, Bekir Bozdağ gibi isimleri de suç örgütü ile iş birliği içinde gösterir ifade vermesi yönünde baskı yaptıklarını iddia ediyor.

Bunun üzerine İçişleri Bakanı sorguyu yürüten polisler hakkında soruşturma başlatıp, açığa alıyor ancak savcı, bunun sonucu beklemeden "darbe girişimi" soruşturmasını patlatıyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü'nün açıklamasına göre gizli tanık ifadesini alanlar polis değil, savcı.

Ve zaten ifadeyi her kim almış olursa olsun ifade savcılıkta.

Yani ifade metnini tekrar okuyup, böyle bir "sokuşturma" var mı anlamak kolay.

Polisteki ifade sırasında böyle bir girişim oldu ve bu savcılıktaki ifadeye yansımadıysa bu ayrı bir mesele. O vakit o sorgunun kayıtlarına ulaşmak gerekirdi ki bunlar da şu anda zaten İçişleri müfettişlerinin elinde olmalı.

Savcının, bu incelemenin sonucunu beklemeden deyim yerindeyse "el yükseltmesi", Adliye'deki örtülü AKP – MHP gerginliğinin bir sonucu mudur, değil midir, bunu bugün için bilemiyoruz.

Ancak unutmamak gerekir ki böyle şeyler zaten uzun süre gizli kalmıyor, bir yerden patlak veriyor.

Bahçeli'nin, Erdoğan'ın tersine "Cumhur ittifakını hedef alan komplodan" söz ettiğini de hatırlayalım.

Bu olay, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bir tek şey gösteriyor: Kamu kurumlarına atamalarda liyakat aramaktan bir kere vazgeçtiğinizde bu kurumların temellerini dinamitlemiş oluyorsunuz.

Menzilci polisler, KÖZ'cü polisler, Nurcu polisler, MHP'li polisler filan derken bir de bakmışsınız polis içinde herkes bir başka paralel güçten emir alır hale gelmiş.

Aynı durum yargı için de geçerli.

Kanunlar ve kurallar unutuluyor, yerine tarikat ve siyasi aidiyetler öne çıkıyorsa, o kurumlar bir daha iflah olmuyor.

Ayhan Bora Kaplan suç çetesi soruşturmasının vardığı yer burası: Devletin iki kurumu, siyasi rekabetin oyuncağı oluyor!