“Türkiyelileşmek” kimin görevi?

Türkiye siyaseti uzun süredir, kapsamlı (tutarlı) siyasi programlardan, açık çözüm önerilerinden ziyade, siyasi temsil gruplarının stratejik tercihlerini geçici olarak etkilemeye (yönetmeye) odaklanmış durumda. Bunun elbette haklı nedenleri olduğu söylenebilir. Her şeyden önce, ekonomiden adalete, gündelik hayattan gelecek beklentilerine kadar geniş bir alanda birikmiş sorunların yarattığı yüksek basınçtan bahsetmeliyiz. Kimsenin,uzun vadeli yapısal programları bekleyecek hatta dinleyecek takati yok. Refah, adalet, demokrasi ve özgürlük beklentilerinin hepsi çok acil. 2023’te deprem bölgesinde ortaya çıkan siyasi tercihler bunun iyi bir örneği. Elle tutulur, gözle görünür hızlı çözüm talebi kadar, sorunların doğru ve etkili temsili -ve sürekliliği- konusunda da sıkıntılar mevcut. 

Siyasi tartışma zeminindeki sığlık ve geçicilik, mağdur grupları için taleplerini ifade etmekten önce görünürlük ve kabul sorunlarını öne çıkarıyor. Kadim meseleler, haset ve hamaset kıskacına alınarak araçsallaştırıldığı ve provokatif kullanıma açıldığı için, problemin kendisi de mağdurları da bir sis bulutu içinde kalıyor. Diğer taraftan çoğunlukçu sistem ve bloklaşma yüzünden, hem iktidardaki hem muhalefetteki partiler, “sonuç alma” hevesi ve baskısı nedeniyle, siyasi reflekslerini konjonktürel pozisyonlarla sınırlıyorlar. Siyasi kimlik -ya da hazır seçmen- bloklarıyla ilişki, bağlama fazla kafa yorulmadan, algı dalgalanmalarıyla ve anlık pozisyonlarla etkilenmeye çalışılıyor. Kürtler için hemen her siyasetçinin retorik düzeyini hiç aşamayan “Diyarbakır konuşmaları” en bildik örnekler. 

Neredeyse on yıldır her seçimde mutlaka sorulan bir soru: “Kürt seçmen ne yapacak?” Seçim süreçlerinin sabiti haline gelen ve yoğun spekülasyonlara konu olan bu soru, kimlik öncelikleriyle ve birlikte hareket etmedeen disiplinli grubu işaret ediyor. Fakat aynı süre boyunca, yapacakları veya neden yaptıkları konusunda herkesin “fikir” sahibi olduğu Kürtlerin, sorun ve beklentileri sürekli geri plana itildi, meselenin inkarından vazgeçilse bile görünürlüğü epey aşındı. Siyasi etkileriylealabildikleri sonuç arasında bir makas oluştu. RawestAraştırma’nın “Kürt meselesi, Kürt siyaseti ve Demirtaş” çalışması, Kürtlerin hem meselelerinin hem de etkili(belirleyici) bir grup olarak kendilerinin araçsallaştırılmasına nasıl reaksiyon verdiklerini ve nasıl bir çıkış umduklarını anlamaya çalışıyor.  

Selahattin Demirtaş’ın Kürt siyasetinin sabitine dönüştüğü tespitini yapan araştırmanın dikkatle bakılması gereken noktaları var. Bu konuda pek çok haber ve yazı kaleme alındı. Muhtemelen Rawest Araştırma da, çalışmanın tamamını yayımlayacaktır. Çalışmada benim özel olarak dikkatimi çeken taraf, yukarıda değindiğim meselelerle ilgili. Yani genel siyasi dengeye etkileri üzerine en çok -ve gelişigüzel- konuşulan kesimin, yaşananlardan nasıl etkilendikleri. Hem hayli dışardan bakarak bu kesime dair yapılan peşin çıkarımlar hem de Kürtler arasındaki tartışmalarda ileri sürülen bazı argümanlar, siyasi etki ile alınan sonuç arasındaki ters orantının Türkiyelileşme sürecini zayıflattığı iddiasındaydı. Araştırma sonuçları tam tersini söylüyor. 

Araştırmaya göre, Kürtlerin kimliklerine bağlılığı zayıflamıyor aksine Kürt kimliğine sahip çıkma 2/3 gibi gayet yüksek bir orana çıkıyor. Seçim süreçlerindeki güçlü etkilerine rağmen, meselelerinin halli konusunda ortaya çıkan zaaf, siyaseti ilgiyi düşürmüş olsa bile, Türkiye siyasetiyle ilişkiden radikal bir kopuş eğilimi de görünmüyor. Hatta araştırma, Kürt siyasetinin ikilemi olarak görülen “Türkiyelileşme” ve “Kürdistanilik” eğilimlerinin, çatışma dinamiği olmaktan ziyade -RawestAraştırma’dan Roj Giresun’un işaret ettiği gibi- bir sentez fırsatı gibi görülmeye başlandığını işaret ediyor. Zaten Demirtaş da, tam bu iki noktayı bağlayan veya buluşturan aktör olarak öne çıkıyor. Diğer siyasi aktörlerin aksine Demirtaş popülaritesi, siyasi bir içerik (derinlik) kazanıyor:  “Kürtlerin ilk sivil lideri, Kürtleribirleştiriyor, Türkleri uzaklaştırmıyor”. 

“Türkiyelileşme” herkesin başka anlam yüklediği fazlamuğlak bir kavram. Belki karışık imalar içermesine rağmen yüksek kullanım değeri kazanması da bu yüzden. Kürt olmayanların Kürtlere yüklemeye kalktığı bir vazife, hatta kimlik görünürlüğünden feragat anlamında bir içerikle kullanıldığı da oluyor. Kürt siyasetçilerin Kürt meselesinden bahsetmeye kalktığı her çıkış, “Türkiyelileşmekten uzaklaşma” olarak etiketleniyor. Kürtlerin, Kürt kimliğinin görünürlüğü ısrarından ve Kürt meselesinden bahsetmekten vazgeçmesi talebi, “inkar politikası” yerine kullanılacak yeni enstrümana çevrilmeye çalışılıyor. Kürt hareketi içinden de bu perspektifi geçerli sayan, tepkisel değerlendirmeler geliyor. Fakat Kürtler, -farklı çağrışımlar içermekle ve “bölge” ile “batı” arasında oranları değişmekle- birlikte,“Türkiyelileşme” kavramını içselleştirmiş ve temsilcilerinin bu alandaki performansından memnunlar. 

Araştırma verilerine, 31 Mart’ın yeni siyasi tablosuaçısından bakılınca, kalıcılığı tartışmalı sayılan bazı eğilimlerin sanılandan daha yerleşik hale geldiği izlenimi güçlü. “Bölge” ve “Batı” Kürtlerinin siyasi reflekslerinde, farklı hızlarda olmakla birlikte aynı yönde değişim eğilimleri izleniyor. Bir zamanlar Kürtlerin birinci partisi olan AKP’ye yakınlık, hem bölgede hem batıda geri döndürülemez biçimde erimiş. AKP’ye yakınlık duyan Kürtlerin, Batıda CHP’nin bile gerisine düştüğü görülüyor. Siyasi aktörlerin Kürtler arasındaki itibar-popülarite sıralamasında da Erdoğan’ın (10 üzerinden 3.4 alarak) sekizinci sıraya düşmesi önemli gösterge. Siyasete ilginin azalmasına rağmen, 31 Mart sonuçlarından memnuniyetin çok da düşük olmaması, Türkiye muhalefetiyle ilişkide “Türkiyelileşme” dinamiğinin hala işlediğini gösteriyor.

Daha önceki başka araştırmalar ve son yılların siyasi performansı beraber düşünüldüğünde, “Türkiyelileşme” meselesinin Kürtlerin, kimlik fedakarlıklarını içeren bir “vatandaşlık ödevi” olmaktan çıkarılması, “normalleşme” iddiasındaki yeni denge arayışının en zorlu sınavı gibi duruyor. Yerel seçimde bütün muhalefetin taşıyıcısı olmaya itilen ve açıldığı yeni coğrafya ile kendisi de “Türkiyelileşme” mecburiyetini yüklenen CHP’nin, bu sınavdaki performansı önemli. Siyasi kimlik gruplarıyla seçim faydacılığını -adaylık tartışmalarını- aşan ilişkiler geliştirmek, tartışmanınbağlamını yeniden kurmak ve sorunlarla siyasi teması derinleştirmek hiç kolay değil. Kürt meselesi gibi dikenli bir başlığı, müzakerelerin ve “normalleşmenin” parçası haline getirmek daha da zor. Fakat bütün zorluklarda olduğu gibi, kullanmayı beceren veya cesaret edebilenler için fırsat pencereleri azalmıyor.