İstanbul Valiliği dün sabah bir bildiri yayımladı ve "1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, ilimizde de çeşitli etkinliklerle kutlanacaktır" dedi. Vali Bey şöyle söylüyor:
"1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nün 'Bayram' havasında kutlanabilmesi, şehrimizin huzur, güvenlik ve esenliğini olumsuz yönde etkileyebilecek davranışların önlenebilmesi amacıyla Valiliğimizce gerekli önlemler alınmıştır."
İnsan böyle açıklamalar duyunca hâliyle mutlu oluyor; kentimize bir Vali gelmiş, vatandaşların rahat ve huzuru için her türlü önlemi alıyor, biz de huzur içinde bayramı kutlayabiliriz. İsteyen pikniğe gider, isteyen Taksim'e mitinge diye!
Mutluluk tebessümlerinin yerini acı tebessüm alması için açıklamada bir alt satıra geçmek yetiyor.
Oradan anlıyoruz ki Vali Bey, hepimizi evlerine hapsetmeye karar vermiş, alıştıra alıştıra açıklıyor.
Bir koca kent halkının seyahat özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, ifade özgürlüğünü kaldırmış, "evinizde oturursanız başınıza bir şey gelmez" diyor.
Anayasa Mahkemesi'nin daha önceki 1 Mayıs yasaklamaları ile ilgili hak ihlali kararları ortadayken Vali'nin bunu yapmaya cesaret edebilmesinin nedeni, Sarayların efendisinin korkusu.
Taksim'de kalabalıkların toplanmasından ödü kopuyor.
Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor.
Oysa bu köşede kaç kere yazdım.
Otokrasileri yıkan şey, kitlelerin bu tür toplantıları, protestoları değildir diye.
Yale Üniversitesi'nden Milan Svolik'in araştırmasına göre 1945 – 2002 yılları arasında iktidara gelen ve sonra iktidardan gitmek durumunda kalan 316 baskıcı liderden sadece 32'si halk ayaklanması ile devrilmiş. Yaklaşık bir oran vermek gerekirse yüzde 10 gibi bir şey.
Baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler.
Bu baskıcı liderlerden 205'i, yani yaklaşık yüzde 70'i kendi içlerinden çıkan muhaliflerce devrilmiş. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz, Tayyip Bey.
UCLA'dan Barbara Geddes'in araştırması da bunu doğruluyor: Baskıcı liderler için tehlike, kendi iktidar gruplarının içinde yatıyor aslında, sokaklarda –meydanlarda değil.
Onun için hiç değilse bu 1 Mayıs'ta bir demokrasi gösterisi iyi giderdi aslında.
12 Eylül Anayasası tu kaka, özgürlükçü Anayasa yapacağız filan derken daha inandırıcı olmak için!
* * *
O defter 3 Temmuz'da kapanmıştı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde Fenerbahçe'yi bıraktığını, artık sadece Milli Takımı tuttuğunu açıkladı.
Bir insan tuttuğu takımı nasıl değiştirebilir, çok anlayabildiğim bir şey değil.
Aslına bakarsanız, Cumhurbaşkanı'nın Fenerbahçe'yi bırakmasından önce Fenerbahçe, Cumhurbaşkanı'nı çoktan bırakmıştı.
Fetullahçı çetenin, Erdoğan'ın himayesinde Fenerbahçe'nin başına çuval örme girişiminden beri bu böyle.
Onun için Cumhurbaşkanı'nın Fenerbahçe'ye vedası bir tür şaka sayılır.
Geçenlerde Asal Araştırma, AKP'nin yerel seçimi neden kaybettiği ile ilgili bir araştırma yaptı, bilmiyorum dikkatinizi çekti mi?
İktidar kanallarındaki konuşan kafalara bakarsanız, AKP'nin oy kaybının nedeni Gazze konusunda radikal adımlar atmamış olmaları.
Ancak araştırma sonuçlarına bakarsanız hiç de öyle değil.
"İsrail ile ticaretin devamının" oy kaybına neden olduğunu söyleyenlerin oranı binde 7.
Buna karşılık sokak hayvanlarına iyi bakılmamasını gerekçe gösterenlerin oranı yüzde 2.
Araştırmada ilginç bir sonuç daha var: Seçimin kaybında Fenerbahçe'ye yapılan haksızlıkları gerekçe gösterenlerin oranı yüzde 1,2.
Öyle görünüyor ki küçük bir oranda da olsa Mesut Yılmaz'ın başına vaktiyle gelenler, Erdoğan'a da gelmiş.
Fenerbahçe deyip geçmemek gerek; bu kulüp Türkiye'nin en kalabalık sivil toplum kuruluşu. Taraftarları Fetullahçı çetenin en etkin olduğu dönemde bile sokaktaydı, bunu da akılda tutmakta yarar var.