Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Irak ziyaretinden dönerken uçağına yüklettiği gazeteci süsü verilmiş personele bir demeç verdi.
Cumhurbaşkanı bulutların üzerine çıktığında başka bir insan oluyor.
Nitekim bu sefer de öyle oldu, “yenilikçi ve özgürlükçü bir Anayasa” özlemini anlatma fırsatı buldu.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile görüştüğü takdirde CHP’nin de böyle bir Anayasa için destek vereceğine inandığını söyledi.
Cumhurbaşkanı’nın sözleri şöyle:
"Dünyada birçok alanda değişimden söz ediliyor. Sosyolojiler, teknolojiler, iklimler ve daha birçok zemin çok hızlı değişiyor. Bunu ayak uydurmak için de Türkiye’nin eskinin darbe ruhunu özünde barındıran anayasa metninden kurtulup yenilikçi ve özgürlükçü bir anayasaya kavuşma zamanı gelmiştir. Yani bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin de böyle bir değişime destek verebileceği düşüncesinde ve inancındayım. Bu görüşme sağlandığında tabii ki anayasa konusu da bizim görüşme başlıklarımızın arasında yer alacaktır. Kaldı ki Meclis Başkanımızın da liderlerle yapacağı görüşmelerde bu konuları onlarla ele alma düşüncesinin olduğunu biliyorum."
Başka bir ülkede yaşıyor olsaydım belki bu sözleri okuyunca Türkiye demokrasisinin geleceği için çok ümitlenir, sevinçten belki havaya da zıplardım ama ne yazık ki Türkiye’de yaşıyorum ve olayın kahramanlarını artık tanıyorum.
Türkiye’nin yeni bir özgürlükçü Anayasa yapması kuşkusuz ki iyi olur ama merak ettiğim konu şu ki bu yeni Anayasa, bugün mevcut Anayasa’nın vaat ettiği özgürlüklerden daha fazlasını nasıl verecek?
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın uçağındaki gazeteciler
Erdoğan bu kadar özgürlük aşığıysa, yenisi yapılana kadar mevcut Anayasa’nın sağladığı özgürlüklerin kullanılmasının önünü açabilir.
Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anaya Mahkemesi kararlarını uygulamayan mahkemelerle ilgili bir adım atabilir çünkü idari olarak bu mahkemelerin hakimleri, savcıları kendisine doğrudan bağlı.
HSK üyelerinin çoğunu doğrudan ya da dolaylı olarak kendisi seçiyor, HSK’nın başkan ve yardımcılarını da bizzat kendisi tayin ediyor.
Onlara bir talimat verse de Anayasa’nın hükümlerini uygulatsa, “özgürlükçü Anayasa” konusunda söylediklerini ciddiye alsak iyi olmaz mı?
Anayasa’nın teminat altına aldığı toplantı, ifade özgürlüğü ve protesto hakkını kullandıkları için ömür boyu hapiste tutulmak istenen vatandaşlarımız var.
“Yeni özgürlükçü Anayasa” yapılana kadar bu insanlar hapiste mi kalacaklar?
Madem özgürlüklerin kullanımı konusunda bu kadar hassas, kendi talimatıyla hapiste tutulan bu insanları salıverse, daha inandırıcı olurdu.
Kısaca söyleyeceğim şu ki Cumhurbaşkanı’nın “yeniliklere açık özgürlükçü” Anayasa girişimini hepimiz yürekten destekleyelim ama mevcut Anayasa’nın uygulanmasına da bakalım.
Yenisi yapılana kadar eskisi bırakın dağınık kalsın diyecek halimiz yok herhalde.
Cumhurbaşkanı, ne kadar özgürlükçü ve yenilikçi olduğunu göstersin ki hepimiz meydanlara dökülüp yeni ve özgürlükçü sivil bir Anayasa gösterisine katılabilelim.
* * *
Hüseyin Çelik’in bir hayali var
Çelik’in, AKP içinde yeniden önemli mevkilere gelebilmek ile ilgili olarak kalmış küçücük bir şansı vardıysa bile artık kalmadığını söyleyebilirim
AKP’nin kurucuları arasında yer alan ve Recep Tayyip Erdoğan hükümetlerinin ilk Milli Eğitim Bakanı (AKP hükümetlerinin ikinci Milli Eğitim Bakanı) Hüseyin Çelik, yerel seçim yenilgisi ile ilgili bir değerlendirme yaptı.
Daha önce AKP yönetiminin birinci halkasında yer alanların eleştirileri daha çok Erdoğan’ın “çevresine” yönelikti, buna daha önce de dikkat çekmiştim.
Çelik de Erdoğan’ın yakın çevresini suçluyor; “Bizim dönemimizde Sayın Erdoğan’ın etrafında hasbî insanlar vardı şimdi ise hasbilik, yerini hesabiliğe bırakmış görünüyor”diyor ancak ilk kez doğrudan
Erdoğan’ı hedef alıyor:
"Özeleştiri yapılırken veya fatura çıkartırken kimin yetkisi ne kadarsa, onun sorumluluğu da o kadardır. Dolayısıyla sorumluluğu daha çok olanın daha çok hesap vermesi gerekir. Burada en büyük yetki Sayın Erdoğan’ındır. Burada sayın cumhurbaşkanının sadece bazı isimleri değiştirmek yerine bence kendi kendisiyle de bir hesaplaşması gerekiyor. Başarıyı sahiplenip başarısızlığı başkasına mal etmek doğru bir tutum olmaz.”
Bu sözlerinden sonra Çelik’in, AKP içinde yeniden önemli mevkilere gelebilmek ile ilgili olarak kalmış küçücük bir şansı vardıysa bile artık kalmadığını söyleyebilirim.
Bizim siyaset geleneğimizde liderlerin böyle bir özeleştiri yaptığı hiç görülmedi, Erdoğan’ın politikacı egosu da zaten bunu yapmasına olanak vermeyecek kadar şişmiş durumda.
Erdoğan kendisini Türkiye’ye gönderilmiş bir “lütuf” olarak görüyor ve en küçük eleştiriyi bile “ihanet” ya da “küfür” olarak niteliyor olmasının nedeni bu.
Serbestiyet’te, Hilal Köylü’nün sorularını yanıtlayan Hüseyin Çelik’in, AKP’nin gelecekteki seçimleri kazanabilmesi için önerileri ise şöyle:
“AK Parti’nin yeniden fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor. Hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, ötekine saygı, basın özgürlüğü, yozlaşmadan dünya ile uzlaşmak, israfa sıfır tolerans, tevazu, empati, bütün yolsuzluklara paydos, şeffaflık, hesap verilebilirlik, kimsenin malına çökmeme, özgürlüklerin güvenliğe feda edilmemesi gerekiyor.”
Çelik’in önerdiklerini AKP ve Erdoğan yapabilir mi?
Çelik kuşkusuz ki tecrübeli bir politikacı ancak AKP konusunda sanki bir hayal diyarında yaşıyor gibi geldi bana.
AKP’nin ve Erdoğan’ın bütün bunları yapabilmesinin mümkün olmadığını söyleyebilirim, çünkü AKP’nin “fabrika ayarlarında” bu sayıp döktükleri zaten yoktu.
Yorumcuların bir bölümü bu partiyi “2010 öncesi ve sonrası” diye ikiye ayırarak değerlendiriyorlar; öncesinde reformcu olan ancak sonrasında bu özelliğini kaybederek dönüşen bir parti.
Evet ilk bakışta reformcu bir parti gibi görünüyordu ancak unutmamak da gerekiyor ki bu özelliği partinin müesses nizam karşısında ayakta kalabilmesi ihtiyacından kaynaklanan bir durumdu.
Yönetim kadrolarının tümü tarafından benimsenip, içselleştirilmiş bir reformculuktan söz edebilmek mümkün değildi ve nitekim bu sorunun ortadan kalktığını düşündükleri günden itibaren değişim son derece hızlı oldu.
O hedefe ulaşabilmek için Fetullahçı çetenin hizmetlerinden yararlanmaya başladıkları günden itibaren hukuk devleti, insan hakları, basın özgürlüğü gibi kavramlar çöpe atıldı.
Yolsuzluk, şeffaflık, hesap verebilirlik meselesi ise neredeyse partinin iktidara geldiği ilk yıldan itibaren ciddi bir defosu olmuştu.
Onun için Çelik belki güzel şeyler söylüyor ama o partiden artık böyle bir şey çıkmaz, boşuna umutlanmasınlar derim.