31 Mart seçimleri biteli nenedeyse bir ay oluyor, biz hala galipleri ve mağlupları tartışıyoruz. Aslında bunda yadırganacak bir durum da yok, zira kaybeden de kazanan da bundan sonra nasıl bir istikamette ilerleyeceğini belirlemeye çalışıyor.
AK Parti kaybettiği için bugün itibariyle sıkıntılı günler yaşıyor ve doğal olarak bir çıkış yolu arıyor. Ama hemen hatırlatalım, seçimden başarı ile çıkan CHP’nin işi de hiç kolay değil. Başarıyı kalıcı hale getirebilmek için, belki de AK Parti’den daha çok çalışması gerekecek. CHP’yi bir başka yazıda bahis konusu yapmak üzere noktayı koyalım.
Peki AK Parti bu yenilgiden ders alıp, gerçek anlamda bir değişim iradesi göstermek istiyor mu ya da gösterebilir mi?
En azından şimdilik böyle bir değişim emaresi gözükmüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Yerel seçimleri Cumhur İttifakı kazandı” diyerek ortada bir mağlubiyetin olmadığını, tam aksine zafer kazanıldığını herkese ilan etmiş bulunuyor.
Eğer AK parti gerçekten zafer kazandığına inanıyorsa, herhangi bir değişime de ihtiyaç yok demektir.
Her ne kadar resmi söylem böyle olsa da aslında AK Parti’de derin bir yenilgi travmasının yaşandığı da bir gerçek. Seçim sonrasında parti yöneticilerinin, milletvekillerinin verdiği görüntülere ve söylemlerine bakmak bile AK Parti’de işlerin sanıldığı gibi hiç de iyi gitmediğini çok net olarak ortaya koyuyor.
Eğer AK Parti özellikle son 7-8 yıl içindeki kendi gidişatını doğru analiz edebilseydi, artık güzel günlerin çok gerilerde kaldığını ve hikayenin böyle bir noktaya geleceğini belki de görebilirdi. Muhtemelen parti içinde işlerin iyi gitmediğini görenler vardı ama duruma müdahil olma iradesini gösteremediler.
Oysa her şey çok açıktı… Biraz hakkaniyetle bakan herkes görüyordu ki AK Parti yola çıkarken bizzat kendi koyduğu ilkelere bile savaş açmış durumdaydı. Bir kere partinin en bariz özelliği olan ‘milletle gönül bağları’ kopmuş, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki millete tepeden bakan jakoben anlayış, AK Parti’nin adeta simgesi haline gelmişti.
Giderek devletle özdeş hale gelen AK Parti iktidarında sadece birkaç örneğe bakmak bile, bu hikayenin nereye gittiğini görmek için yeterliydi. “Hukukun üstünlüğü” ilkesiyle yola çıkan AK Parti’nin iktidarında hukuka güven kaybolmuş, yargının üzerindeki siyaset gölgesi derinleşmiş, özgürlük endeksinde Türkiye antidemokratik ülkeler ligine düşmüş, ilk on yılında önemli başarılar sağlanan ekonomi ise yap-boz tahtasına dönmüştü.
Muhtemelen AK Parti yöneticileri kendilerini millet nezdinde bu hallere düşüren görüntülerin neden arka arkaya geldiğini anlamakta hala güçlük çekiyorlar. Her ne kadar AK Partililer bugüne kadar hiç böyle bir yenilgi tatmamış olsalar da siyasette zafer de var, yenilgi de…
Eğer seçimden başarıyla çıkmış olsalardı, bugün kimse istakozdan, milyarlık rolex saatlerden ve de Maldivler seyahatlerinden rahatsız olmayacaktı, belki haberleri bile olmayacaktı.
Mesele aslında istakoz ya da milyarlık rolex saat değil ki… AK Parti’nin görmediği ya da görmek istemediği gerçek, ülkede derin bir ekonomik krizin yaşandığı… Emekliler, yaşama mücadelesi veren asgari ücretliler, daha da önemlisi ücretleri neredeyse asgari ücretlilerle eşitlenen orta gelir grupları kelimenin tam anlamıyla isyan halinde.
Peki neden?
Çünkü bu insanlar görüyorlar ki ülkeyi yönetenler müthiş bir saltanat ve savurganlık içindeler. Devlet ihaleleriyle beslenen, haksız kazanç sağlayan ve vergi aflarına mazhar olan bir zümre var ve onlar asla kaybetmiyorlar, yani hep kasa kazanıyor… Hal böyle olunca okka altına giden hep fukaralar oluyor.
Bütün bu olup bitenlerin herkesin gözü önünde cereyan ettiği bir ortamda, süslü vaatler, gönül alıcı sözler, “ezan susmaz, bayrak inmez” masalları maalesef artık kimsenin karnını doyurmaya yetmiyor. Haliyle istakoz sefaları da milyarlık rolex saatle çekilen selfiler de en sade vatandaşa bile batmaya başlıyor.
Böyle bir tablodan çıkış için AK Parti radikal bir değişiklik yapabilir mi, doğrusu çok emin değilim. Açıkçası, gerçek bir değişim iradesi var mı orası da meçhul.
AK Parti açısından esas trajik olan, dün merkezi iktidarın ve belediyelerin nimetlerinden yararlandıkları için bu gidişe ses çıkarmayan, hiçbir şekilde eleştirmeyen, yolsuzluk ve yalanlar için üretilen fetvalarla teselli bulanların, bugün rant imkanları azalmaya başlayınca ufaktan sıvışma emareleri göstermeleridir.
Maalesef insan kalitemiz bu… Ahlaki ilkeler buharlaşınca partilerin, kurumların ve de kişilerin savrulması kaçınılmaz oluyor.