Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

AKP Milletvekili Şebnem Bursalı'nın, ıstakoz ziyafeti, Türk siyasetindeki eski bir hastalığın hâlâ iyileşmediğini gösteriyor.

Buna kısaca RİAÇK Sendromu da diyebiliriz: Reis İyi Ama Çevresi Kötü!

Bu konuda konuşarak tepkisini ortaya koyanların ortak özellikleri ise şu an için Reis'in çevresindeki birinci halkada yer almıyor olmaları.

Farkındaysanız o halkadan bu konuda bir çıt çıkmıyor çünkü biliyorlar ki Şebnem Bursalı'yı milletvekilliğine taşıyan irade, kendilerini de şu an için birinci halkada tutuyor.

"Cumhurbaşkanı'nın eski metin yazarı" namıyla maruf Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, şöyle yazdı:

"Erdoğan, acımasız davranır, çeteleşmeleri, gruplaşmaları dağıtır, lejyonerlerden, asalaklardan mahalleyi temizler, samimiyeti, tevazuu yeniden egemen kılarsa, özgürlükçü ve kucaklayıcı dili yeniden inşa ederse, örneğin Külliye'den kibirle sallanan parmakları kırarsa, örneğin Monako'dan ıstakoz fotosu paylaşan sızıntılarla hesaplaşırsa, mahalle yanarken saçını tarayanları kapının önüne koyarsa, dindarları yeniden kazanabilecektir."

Gördüğünüz gibi seçim yenilgisinin nedeni çeteleşenler, gruplaşanlar, parmak sallayıcılar, ıstakozcular, saç tarayıcılar!

Bu tipler nasıl oldu da AKP'nin yönetimini ve vitrinini ele geçirdiler sorusunun yanıtı yok.

Onları bulundukları yere getiren Recep Tayyip Erdoğan'dan başkası değil oysa.

Ünal bilmiyor mu ki bu partinin en küçük ilçe başkanı bile kongresine "tek aday" olarak giriyor ve kimin aday olabileceğine Erdoğan karar veriyor.

Kimin milletvekili olacağına karar veren de Erdoğan, kimin danışman, kimin partide hangi görevi üstleneceğine karar veren de Erdoğan.

Ama açıkça Erdoğan ile bilek güreşine girmek ya da onu ortadan eleştirmek için de yürek yemiş olmak lazım.

Onun için eleştiriler işte böyle dile getirilebiliyor.

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!

Dillerinin altındaki isim aslında Erdoğan ama bunu kendilerine bile itiraf edemiyorlar.

* * *

100 yıllık Anayasa serüvenimiz

Taha Bey, hızlı okunabilen, açık ve rahat anlaşılır bir üslupla 100 yıllık serüvenin iyi bir değerlendirmesini yazmış

Taha Akyol'un "Atatürk'ün Anayasası 1924 – Tek Partiden Cumhurbaşkanlığı Sistemine 100 Yıl" isimli son kitabını okurken, TBMM Başkanı'nın 1921 Anayasası ile ilgili sözleri geldi.

Numan Kurtulmuş, seçimden hemen sonra yaptığı açıklamada "aynen 1921 Anayasası'nda olduğu gibi Türkiye'nin katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkânı bu Meclis'te vardır" demiş, ben de şöyle sormuştum:

"Kurtulmuş, 1921 Anayasası'nın neresinin "demokratik ve katılımcı" olduğunu zannediyor?"

Bu yıl Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasal serüveninin de 100. yılı.

Taha Akyol da bu vesileyle Meşrutiyet'in Kanun-ı Esasi'sinden günümüze kadar yaşadığımız siyasal kutuplaşmaların temelindeki Anayasa serüvenimizi anlatıyor.

Şunu söylemeliyim ki Taha Bey'in çalışkanlığına ve hızına hayranlık duydum.

Cumhuriyet'in 100. yılı vesilesiyle yayımlanan "Neden 29 Ekim – Cumhuriyet'in İlanına Giden Yol" isimli kitabının daha mürekkebi bile kurumadı.

O kitapta ilginç bulup not ettiklerimi yazamadan, Taha Bey yeni bir kitapla karşımıza çıktı.

Ki o kitap yayımlandığında da bir önceki kitabı Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca'nın da mürekkebi kurumamış sayılırdı.

Atatürk'ün Anayasası 1924, Cumhuriyet'in ilk yılındaki "tek parti meclisinde" bile eleştirinin ve güçler ayrılığı meselesinin nasıl tartışılabildiğini gösteren örneklerle dolu.

Kitabı okuyacak olanlar o gün ile bugünü karşılaştırıp, bırakın "eski Türkiye'yi", "en eski Türkiye'nin" bile daha demokratik bir tartışma ortamı yaratabildiğini görecekler.

Numan Bey'i tebessümle anmamın nedeni bu konu değil.

Numan Bey'in 1921 Anayasa'sını gerçek bir Anayasa zannetmesi.

Taha Bey'in kitabında da ortaya koyduğu gibi 1921 Anayasası ismi verilen metin 23 madde ve bir ek maddeden oluşuyor.

Egemenliğin İstanbul'dan alınıp Ankara'daki Büyük Millet Meclisi'ne verilmesini sağlıyor.

Teşkilat – ı Esasiye Kanunu isimli bu metin, sadece meclis, hükümet ve illerden başlayarak köylere kadar olan idari yapıyı tanımlayıp, düzenliyor.

Bir Anayasa'nın olmaz ise olmazı sayılması lazım gelen vatandaşlık, temel haklar ve özgürlükler konusuna girmiyor.

Çünkü 1921 Anayasası'nın yürürlükte olduğu dönemde Millet Meclisi de Kanun-ı Esasi hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul ediyor.

Türkiye'nin tarihinde 1921 ile 1924 arasındaki bölümün "iki Anayasalı dönem" olarak tanımlanmasının nedeni de bu.

Taha Bey, hızlı okunabilen, açık ve rahat anlaşılır bir üslupla 100 yıllık serüvenin iyi bir değerlendirmesini yazmış. Okuyucularımın ilgisini çekeceğini düşündüm.