Altın madeni cinayetinin üçüncü gündeyiz. Üç gündür 10 milyon metreküp toksik toprak altında 9 işçi. Erzincan İliç Çöpler altın arama tesisinde altın cevherinin toprak ve kayadan ayrıştırılması işleminden sonra ortaya çıkan, siyanür başta olmak üzere çeşitli zehirli kimyasal yüklü çamur yığını, 10 kilometre hızla akıverdi 9 emekçinin üzerine.
Şaban Yılmaz, Kenan Öz, İbrahim Keklik, Adnan Keklik, Hüseyin Kaya, Ramazan Çimen, Uğur Yıldız… 9 işçinin toprak altında olduğunda hem fikir herkes ama sadece 7 isim veriliyor basına. Neden? Şirketin Türkiye yönetiminde zaaf varmış! Böyle buyurdu Enerji Bakanı Alpaslan Bayraktar. 7,2 milyon dolar vergi iadesi yaparken ulaşılan adrese çevre cinayeti işlendiğinde ulaşılamıyorsa o zaaf şirket yönetiminde mi, ülke yönetiminde mi? Bakmayın yazdığıma bu, cevabı beklenen bir soru değil. Dedik a, koloni valisi ve emrindekiler misyon ifa etmekte.
Fırat manzaralı altın madenine ait zehirli çamurun altında. Aileleri, şirketin cinayetten kurtulan çalışanları, arama kurtarma ekipleri, basın mensupları toprağın üstünde. Bizler ekran başında. Beklemedeyiz. Fakat Bakan uyardı. Beklemeyin diyor resmen. Efendim 400 bin kamyon gerekirmiş o zehirli çamuru kaldırmak için. Karasu, Çöpler, Sabırlar akarsuları ve Fırat, siyanür ve diğer kimyasallarla hangi oranda zehirlendi sorusunun cevabı hala yok. Tahlil sonuçları beklemedeyiz.
Çevre sakinleri ise gözlemlerini aktarıyor: Etrafa bakın hiç hayvan yok, yeşil yok, ağaçların yaprakları yok. Mevsimsel etki değil son yılların ahval ve şeraiti bu durum. Çünkü 2022’de siyanür taşıyan boru delinmiş, toprağa ve yeraltı sularına karışmıştı zehir. İktidar affetmedi bu ihmali. Tam tamına 16 milyon Türk Lirası ceza kesmişti AnaGold şirketine. Bu büyük(!) ceza handiyse şirketi iflasa götürecek diye de dolar cinsinden vergi iadesiyle ülkenin koloni valisi şirketi iflastan, kendisini küresel emperyalistler nezdinde itibar kaybından kurtarmıştı. Sorun yok. Devam.
Ahmet Oğuz Öztürk ismi de AnaGold A.Ş Çöpler Altın Madeni tesisleri için çok önemli. 2008’den bu yana soruşturmalara ve tepkilere konu olmuş, soruşturma başlatan Başsavcı İlhan Cihaner’e kurulan yargı kumpası ile işin içinden sıyrılmıştı. Fethullah Gülen ekibinin kurduğu bu kumpas açığa çıktıktan sonra durum düzeldi mi? Hayır. Gülenci çete ile uzun yıllar yürütülen teşrik-i mesai sayesinde iktidar mensupları aldıkları dersleri çok iyi ezber etmişlerdi. Hani kimileri “hiç mi ders almadınız?” diyor ya gülüyorum. İster istemez bir gülme tutuyor, çünkü derslerini çok iyi öğrendikleri için bugün hala aynı yöntemi uyguluyorlar. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) analizi yapıp(?) olumlu rapor veren firmanın yöneticisi, maden şirketinde yönetici yapılmış. Ödüllendirilmiş. Tek ödüllendirilen o da değil tabii bir de Murat Kurum var ödül listesinde.
Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak Murat Kurum, maden arama sahasının üç katına kadar genişletilmesinde hiçbir çevresel sorun olmadığı görüşüyle onaylayıvermiş bu genişlemeyi. Böylece şirketin arama sahası güneyde, tarihi Erzincan Depremi (1939) aktif fay hattı olan Munzur segmentine 300 metre yaklaşıvermiş. Literatürde liç adı verilen o zehirli çamur yığınının oluşturduğu dağ ise Fırat nehrine 350-400 metre kadar yakın. Hayır efendim diyorlar aldırmayın. O bahsettikleri 800 metre uzaklık şirketin o bölgedeki idare binasının nehre olan mesafesi.
Hüda Kaya dönemin HDP milletvekili olarak konuya el atanlardan birisi ve şimdi üç aydır hala nedeni dahi bilinmeden tutuklu olarak Silivri’de. Soru önergesi vermiş ve arama sahasının üç katına kadar genişletilmesinin yaratacağı sorunlara dikkat çekerek o bölgede altın arama faaliyeti yürütülmesine verilen izni sorgulamıştı. Bakan Murat Kurum ise tüm denetlemelerin yapıldığı, çevre ve insan sağlığına yönelik tehlike bulunmadığı şeklinde sudan bir cevap veriyor. Haziran 2022'de gerçekleşen sözde kaza sonrasında Murat Kurum bu denli rahat. Binali Yıldırım ise algı operasyonu olarak nitelendirdi itirazları. Böyle böyle sömürgeleştirdiler ülkeyi. Kanada şirketi olan SSR MİND kendi ülkesinde böyle bir madencilik çalışması yürütemezdi.
Murat Kurum işini iyi yapmış bürokrat edasıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı kampanyasında çevre korumadan söz edebiliyor. Kazanırsa İstanbul kimlere peşkeş çekilecek? İnsanların aklı, zihni ifsat edilerek yapılmıştı adaylık açıklaması. Nasıl bir ifsattan söz ettiğimi yazmadan geçemeyeceğim. AKP’nin baştan itibaren yönetim anlayışını şekillendiren kültür savaşlarıyla ilgili bir durumdan söz ediyorum.
Adaylığını parti liderinden önce kendisinin ilan etmesi, kültür savaşında bir muharebe kazanmak için hazırlanmış mizansendi bence. AKP tabanı, seçmen kitlesi rahatsız çünkü kendi seçtiklerinin iradesiz varlıklar olarak görünmesinin, kendi seçmen iradelerinin değersizleşmesi anlamına geldiğinin farkındalar. Çok kızdıkları CEHAPE zihniyetinin adaylık çekişmesini, parti içi rekabeti kamusal sözlerle halkın karşısında yapıyor olması, istemsizce saygı uyandırıyor içlerinde. Muhalifleri üzse de iktidar tabanında bir çeşit imrenme hali yaratıyor. Kendi seçtiklerini “emir eri” hüviyetinde gördükçe kendilerini değersiz hissetmekten rahatsızlar. AKP, metropollerdeki oy kaybının altında yatan nedenlerden birisi olarak seçmendeki bu rahatsızlığı gördü. Bir mizansenle Murat Kurum ve Turgut Altınok irade sergileme rolü oynamakla görevlendirildi. Rollerinde ne derece başarılıydılar takdir seçmenin.
Talimatıyla tabanına ‘nezdimde, adaylarım da seçmenim de eylemleri ve kararlarıyla değerli’ mesajını verme gerekliliğini gören Erdoğan ise büyük güçlerin dayatmasıyla Sisi’ye gitti. BAE ve Mısır gezisi dönüşünde ise bir kez daha yüksek yargıyı değersizleştirdi. Anayasa Mahkemesi gibi Danıştay kararlarını da uygulamamak yönünde talimat vereceği anlaşılan açıklaması, ülkede hukuk adına hiçbir şeyin kalmadığını ilan etmekti.
Uluslararası sermayeyi ülkeye çekmek ve diplomatik destek kazanmak için çıkalan seferin dönüşünde hukukun çiğneneceği ilanı, dünya devlerinin en düşük maliyetle en yüksek kârı elde edebileceği mesajı verildi. Demokratik hukuk devleti olan bir ülkede yabancı sermaye güvenle yatırım yapar denilir. Peki, doğrudur. Ya Fildişi Sahili gibi kuralsız, cezasız, sınırsız kâr vaat edilirse?
Çıkar ilişkilerinin iktidar sahiplerinin garantisi altında olduğu bir koloni, ağızlarının suyunu akıtmaz mı? Bir Cumhurbaşkanı yabancı şirketlere “dükkan senin” mesajı verdi. Üstelik “garantin benim” demiş oldu. Hukukmuş, kanunmuş, kuralmış dert etme, sorun yaşarsan gel beni bul, benim talimatım hukukun üstünde, anlamına gelecek bir açıklamaydı sözleri. Ki artık talimat yerine buyruk dememiz gerekiyor sanırım. Bir buyrukla ülkeyi koloni, kendisini koloni valisi durumuna düşürmekten mutluysa demek ki…